Paylaş
Asırlar asırlar sonra, pos bıyıkları, küs suratıyla, deli deli bakan bir adam da benzer duygularla aynı cümleyi kuracaktı:
“Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!”
Filozof Friedrich Nietzsche’ydi o adam...
İsyanı, hastalığı benzer ve ağır hayalkırıklarından geliyordu.
* * *
Roma’daydı 1882 baharında... Lou Salome adında bir kadınla tanışmıştı.
Yazı onunla geçirdi... Salome onu bıyığının altından öptü belki, ama bir ilişki, bir aşk yaşamadı.
Nietzsche ona tek taraflı aşkını sunarak evlenme teklif etti. Ama reddedildi.
Ve Salome, arkadaşı yazar, felsefeci Paul Ree ile birlikte ayrıldı oradan.
İkisinin ihanetine uğradığını düşünen Nietzsche ise koyu küskünlüğüyle, içinde yukarıdaki haykırışının da olduğu, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü yazdı:
“En iyi aşkın kadehinde bile acılık vardır.
Çok kısa delilikler; siz buna ‘aşk’ diyorsunuz. Ve evliliğiniz, bu deliliklerinize son veriyor.
Birbiri için yaratmadığı bu iki insanın nikahını onaylamak için topallayarak gelen tanrı da (Önceki hikayemizdeki Olympos tanrılarından Hephaistos gibi*) bana uzak olsun.”
* * *
Sadece 40 adet satan kitabını da kimse anlamadı/almadı... Onu da anlamadı.
Çünkü meşk ve sempati mümkündür de, aşk ve empati sık yanyana gelmez.
Hep birisi daha çok sever, kendi terazisinde... Hep birisi daha haklıdır, daha fazla emek, taviz vermiştir...
Bilanço günü geldiğinde, bu liste uzar gider.
* * *
Ve insanlar, kendi başına gelmedikçe aşk acısını, sadakati-sadakatsizliği anlamakta güçlük çekerler.
Genellikle mağdur sandıklarına hak verirler.
(Rakı masasında sayısız denekle yapılan araştırmalara göre bu mevzuda muhabbet, “Anla(ya)mıyorum abi” faslından seyreder.
Ve aynı laboratuvar masasından hareketle, aşk acısının bazen tek başına yaşanarak değil anlatılarak çoğaltıldığı, hatta bazı örneklerde yoktan var edildiği bile söylenir)
* * *
Hani Nazım Hikmet, “ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde /gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın” der ya...
Her zaman öyle inceden ifade edilmez, sitemler-suçlamalar.
Terk edilmek, terk eden aldatmış olun olmasın, geride kalana çoğu kez “ihanet” efektiyle gelir.
Gitmiştir çünkü...
* * *
Herkesin istediği sayfayı, kiminin başını/kiminin sonunu okuduğu o “aşk kitabı”nda “gitmek”, öyle ya da böyle ihanet gibi gelir çoğu insana maalesef.
İki insanın da aynı anda-aynı oranda gitmeyi istemesi nadirdir çünkü. Ve “bağımsız” filmlerde görülür.
Misilleme ister kimi gönül ama...
Terk edilen bir insanın, “terk edeni terk etme” olanağı da pek kalmamıştır.
* * *
Biz(im) gibi coğrafyalarda insanlar, belki aşktan çok, “aşk acısı”na yatkındır zaten.
Fakat aşk acısı da geçer.
Mesele zaten acısının değil, aşkın geçip ya da çekip gitmesidir esasen.
Aşkın hiç gelmemesi, gelip de ağırlanamadan gitmesi, ağırdan alınıp kaçırılması ya da bir daha hiç gelmeyeceğinin bilinmesi de acıdır aslında.
* * *
Ve bir akşam geç vakit, o laboratuvar masasındaki herkes çareyi Zuhal Olcay’a aşık olmakta bulur.
(Öyle karar alırlar; çünkü Ece Ayhan’dan mülhem, “Aşk örgütlenmektir abiler”)
O söyler, onlar dinlerler:
“Bir rüyadır gelir geçer /Her aşk bir gün hayal olur
Unutulmaz denen günler /Unutulur unutulur
* * *
En acı dermandır yıllar /Sen dursan da dünya döner
Kalbini dağlayan yangın /Yavaş yavaş küle döner
* * *
Ne kadar sevmiştim seni /Ölürdüm öl dediğin yerde
Gözlerimden pınar gibi /Akıp giden yaşlar nerde
* * *
Unutulur unutulur unutulur...
Sonra zaman, aşka ve aşkın içerdiği ak-kara tüm kavramlara, deyimlere, kelimelere yeni anlamlar kazandırabilir.
Boşluğun içini, hayat doldurur. Gönül uslanmaz, ama arasıra öğrenir.
Ve bazen aşk kendini, başka biçimde, başka zeminde, başka duygular, kelimelerle yeniden üretir.
Sadakat derseniz, her şeyden önce insanın kendisinedir.
NOT: “Tam yerine rast geldi manzara koyduk” derdi ya Grup Gündoğarken... Aşk acısından filan söz ederken, Hürriyet Sosyal’den galerisi geldi. Bakın, aşk acısı size neler yapıyor: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/90642/2/1/ask-acisi-size-neler-yapiyor
* Hephaistos’un hikayesi için: http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/Yasar-Sokmensuer_181/Aldatma-ihanet-bilmecedir_27883879
Paylaş