AĞABABA, aydın bir din adamı.. Mustafa Kemal’in çağrısına uyarak, vatanın bağımsızlığı için kurtuluş savaşına katılmış, nice din adamı İstanbul’daki hainlerin çağrısına uyarak milli mücadeleyi baltalamaya çalışırken, Ağababa al sancak uğruna cephelere koşmuş.
Kurtuluştan sonra ulusal devletin temelleri atılırken cumhuriyet inanmış, halk egemenliğini savunmuş.. Söyle demiş:
“Benim gayem işgal olunan yurdumun düşmandan temizlenmesi, yurdumun hasretini çektiğim al bayrağına tekrardan kavuşmasıydı. Şükürler olsun bugünü gördüm, kurtuluşu ve cumhuriyeti gördüm. Benim yerim artık camiler ve mihraplardır..”
Ne mutlu Ağababa’ya.. Tıpkı Mustafa Kemal’in çevresinde toplanan Rifat Börekçiler, Denizlili Ahmet Hulusi Efendiler, Uşak Müftüsü Ali Rıza Efendiler gibi, düşmanla değil, vatan savaşçılarıyla birlikte oldu, böylece istiklalin sembolleri, dinimize ait şerefli insanlar haline geldi..
Ağababa Mükerrem Efendi
Torunu Osman Akbaşak, 7 ayda romanını yazdığı Ağababa’yı şöyle anlatıyor:
“Dedem Mükerrem Efendi’yi, yani Ağababa’mı tanıdığımda, tavana asılı salıncakta kardeşimi sallarken ninni söylüyordu. Ama annemin söylediği ninnilerden değil, çok farklı.. Ayakta, salıncağı ipinden çekerek sallarken 53 yıl sonra hala kulağımda olan yumuşak sesiyle, ‘Hürmet sana ey şan dolu sancağım’ diyerek torununu uyutmaya çalışıyordu..
EGE’nin ünlü yazarı Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bodrum yaşamından sonra 1947’de çocuklarının öğrenimi için İzmir’e göçmüştü. O zamanlar ağaçlık bir tepe olan, şimdiki Hatay sırtlarında bir evde ailesiyle yaşamaya başlayan ünlü yazar, birçok önemli kitabını ve gazete dizi yazılarını Hatay semtinde kaleme aldı.
Balıkçı’nın evi, daha sonra Merhaba Apartmanı oldu ve şimdi Hatay Caddesi’ne çıkan 232. sokakta 19 numarada bulunmaktadır.
Balıkçı’nın romanlarını, incelemelerini, makalelerini yazdığı ve enfes konferanslarına, turizm gezilerine hazırlandığı ve bir yandan üç evladını yetiştirdiği bu apartmanın, günümüzde bir katında büyük kızı İsmet Noonan ile eşi John Bey, diğer bir katında ise merhum oğlu Suat Kabaağaçlı’nın kızı Sibel Kabaağaçlı ile oğlu sevimli öğrenci Ege Savaş oturmaktadır. Balıkçı’nın diğer kızı Hatay’da bir başka apartmanda yaşamaktadır. Eşi Haluk Önce ağabeyimiz, bir ay kadar önce vefat etti, bu değerli insanın ardından yüreğimiz yandı.
Konak Belediyesi
Ülkemizde biricik “Edebiyatçı Başkan” ünvanı taşıyan Konak Belediye Başkanı Dr. Hakan Tartan, Hatay Gönüllüleri’nin desteğini de sağlayarak, meclisinde Halikarnas Balıkçısı’nın yaşayıp 13 Ekim 1973 günü öldüğü apartmanın bulunduğu bakımsız görünümlü sokağa, “Halikarnas Balıkçısı Sokağı” isminin verilmesi, bir sevgi yolu biçiminde yenileştirilmesi, ünlü yazarımızın büstünün dikilmesi kararını aldırmıştı.
Bu kararın alınmasında onayı olan tüm Konak Belediye Meclisi üyelerine ve şu anda bu sokağı güzelleştirmek için ter döken çalışanlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Halikarnas Balıkçısı’nın ölüm yıldönümünde sokağa gelip semt sakinleriyle ve Hatay Gönüllüleri ile kucaklaşan ve çok sıcak sohbetler gerçekleştiren genç ve dinamik başkanımız, Merhaba Apartmanı önünde yaptığı konuşmada semte kültürü ve sanatı getirmek için ellerinden geleni yapacakları sözü vermişti.
SEMİH POROY, ünlü bir karikatüristimizdir. Ben çizgilerini, Tenten tipini yaratan ünlü çizer Herge’nin çok anlamlar ifade eden yalın çizgilerine benzetirim. Zaten Semih Poroy’un ünlü tipi “Harbi” yi, az çok benim sevgili dostum Tenten’e çok benzediği için severim ve tutarım. Cumhuriyet Gazetesi’nde yıllardır yayınlanan, “Harbi band-karikatürü”, emin olun ki gazetede okuduğum ilk bölgedir.
Semih Poroy’a göre, bizim Harbi, “Az çok okumuş, çevresinde, dünyada neler olup bittiğine iyi kötü kafa yoran, fazla ukalalık yapmayan, hafif hafif didişseler de kız arkadaşıyla mutlu sayabileceğimiz, çok içileceğinden çekinse de, arada bir ‘ağır abi’lere takılan, sivrilikleri, çıkıntılıkları olmayan” biriymiş..
Ben çok seviyorum Harbi’yi.. Hele ağır abilerine bayılırım..
35. SANAT YILI
Semih Poroy’un tüm sanat yaşamını içeren “Artı 35” isimli sergisi, İstanbul’da Schneidertempel Sanat Galerisi’nde seçkin bir sanatsever kitlenin katılımıyla açıldı ve ay sonuna kadar sürecek. Sanatçının karikatür ağırlıklı bütün çizgi üretim ve felsefesini özetleyen bu toplu serginin açılışına Tan Oral’dan Kamil Masaracı’ya, bir çok karikatürist ve ünlü sanatçı katıldı.
Sanatçının 1975’ten Akbaba dergisinde başlayan karikatür yaşamı 1977’de Cumhuriyet gazetesi ile devam ediyor. Sergide 35 yıllık karikatür yaşamından kesitler sunduğunu belirten sempatik sanatçı, bilindiği gibi son beş yıldır Cumhuriyet Kitap’ta edebiyat dünyasına alaycı göndermeler yaptığı “Feklavye” başlıklı tam sayfa karikatür parodiyi çizmekte.
İZMİRLİ AĞIR ABİ
NAHÇIVAN, hemen dibimizde sınır komşumuz olan sevimli bir Azeri ülkesi, sımsıcak bir Türk özerk cumhuriyetidir.. Türk Dünyası içinde sınırımız olan biricik Türk devletidir.. Orada kardeşlerimiz, akrabalarımız, atalarımızın bizim gibi torunları yaşar.. 13 kilometrelik sınırımızı delip bu ülkeye adım atmak için, Aras nehri üzerindeki Hasret köprüsünü geçmemiz ve Dilucu sınır kapısından girmemiz gerekir. Uçakla da gidilebiliyor.
Bu ülkenin Azerbaycan ile sınırı yoktur ama bizimle vardır, böylece bizim tarafımızdan nefes alıp vermektedirler. Çünkü Azerbaycan ile aralarına yayılmacı ve savaşçı Ermenistan girmiştir. Tarih boyunca Ruslar bu toprakları bölüp parçalamış, Atatürk ile Kazım Karabekir ise bu topraklardaki Türk ve Azerileri birleştirmek için çok caba harcamışlardır.. Kısa Nahçıvan tarihi budur..
KÜLTÜR ELÇİMİZ
İzmirli mimar ve ressam Nuran Tanrıverdi, geçtiğimiz günlerde Nahçıvan Türk Başkonsolosluğu’-nun yeni sergi salonu açılışına
eserleriyle katılan ilk sanatçımız olarak haklı beğeni kazandı.
Nahçıvan Kültür ve Turizm Bakanı Sarvan İbrahimov ile Türkiye Başkonsolosu Ayhan Enginar ve eşi Lilian Rojas, rektörler, öğretim üyeleri, Nahçıvanlı sanatçılar, başkonsolosluk personeli ve halkın katıldığı sergide, İzmirli sanatçının eserleri büyük ilgi çekti. Nahçıvan Azeri basını yayınladığı geniş haber ve sanat yazılarında Nuran Tanrıverdi’nin seçkin sanat üslubu kadar, tevazuu ve kibarlığı ile örnek bir “Türk Bayan Sanatçı” portresi çizdiğini belirtti.
Nuran Tanrıverdi, Nahçıvan gezisi esnasında, büyük Azeri şairi Hüseyin Cavit’in müze evini, Haydar Aliyev Kültür Merkezi’ni, 13. yüzyılda yapılan Mümine Hatun Türbesi’ni, bu türbeyi yapan ünlü mimar Acemi bin Ebubekir’in heykelini, 1918-20 arası bölgeyi Ermeni istilacılardan kurtarmak için gelen birliklerimizden kalan Türk Şehitlik Anıtı’nı, Selçuklu-Rus-Turk özellikler taşıyan mimari eserleri, Nahçıvan Hanlık binasını, Drama Tiyatrosu’nu, Kazım Karabekir Camii’ni, sanatçı atölyelerini gezdi, ülkesini ve İzmir’i temsil etti, “Nahçıvanlı kardeşlerimizin tertemiz sıcaklığına, bozulmamış yüreklerine, gözlerindeki umut ışığına hayran oldum, bu ülkeyi hiç unutmayacağım” dedi.
Hüseyin Cavit’in müze evinde
APİKAM, yani “Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi”, genç yaşta ve en verimli çağında vefat eden rahmetli Ahmet Piriştina’nın Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanında eski itfaiye binasında kurulmuştu ve bu değerli İzmirli’nin ismini taşımaktadır.
Rahmetlinin döneminde büyük emeklerle ve belediye bütçesinden destekle kurulan, sonra Aziz Kocaoğlu’nun da büyük destekten kaçınmadığı APİKAM, günümüzde Doç. Dr. Oktay Gökdemir’in yönetiminde her türlü övgüye layık bir hızla yoluna devam etmektedir..
Bu yol, Mustafa Kemal Cumhuriyetçiliği, Ulusal Kurtuluş Savaşı bilinci, İzmirli-Egeli olma duyarlığıdır.
Neden APİKAM?
? Geçmişimizden geleceğimize bir kültür köprüsü görevi üstlenen, hem arşivcilik, hem müzecilik, hem de yayıncılık görevlerini yürüten APİKAM’ın bu emin adımlarla ilerlediği yol, neden “hayati” derecede önemlidir?..
1- Çünkü günümüzde “Mustafa Kemal Cumhuriyetçiliği”, yok edilip yerine sahte cumhuriyetler konulmaya çalışılmaktadır.
2- Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı bilinci içinde olmak, halkımız için hayat-memat meselesidir. İzmir’de bile, Yunan işgali döneminin Yunanlı dini ve askeri simalarını göklere çıkaran, İzmir’in düşmandan kurtuluşunu bir cennetin yok edilişi olarak vurgulayan İzmirli yayınevleri vardır ve yayınları kaymak tabakaya şovlarla pompalanmaktadır.
İZMİR BEYEFENDİSİ, tam onun için söylenmiş.. Her zaman çok şık.. Parlak kravatları, çekici fularları, ceket cebinden sarkan fiyakalı mendilleri, tiril tiril takım elbiseleri, göğsündeki parlak Rotaryen rozeti, asla bir başkasına bu kadar yakışmaz..
Vehbi Koç’un dünürü, sevgili rahmetli dostum Avni Meserretçi, böyle beyefendiler için, “Elegan, senyör” gibi tanımlar yapardı. Tam üstüne basardı.
O, bir gerçek İzmir burjuvası, bir duayen, kentin ekonomik gelişimine tanık olan bir marka isim, Ama en önde gelen özelliği, kentin kurucu milli burjuvaları gibi vatansever ve insansever bir cumhuriyet çocuğu olması.. Sıcacık, halk tipi, çelebi tavırlı, vefakar ve fedakar bir kentsoylu, bir güzel Alsancak hemşehrisi.. Büyük Altay’ın büyük Altaylılar’ından..
Her maçta, her kongrede, her zaferde, acıda, tatlıda Altay bayrağını gururla taşıyan bir kulüp önderi..
BÜYÜK DOST
Erdoğan Tözge benim kadim dostum. Her 9 Eylül günü, beni bir Rotary kulübüne götürüp, artık gelenekselleşmiş “İzmir’in kurtuluşu konferanslarımı” düzenler. Beni heyecanlı konuşmam için yüreklendirir..
O, konferansımın sonunda ilk boynuma sarılan heyecan dolu, aşk dolu 82 yaşında bir 9 Eylül çocuğudur.
RAKIM ELKUTLU’nun, “Mümkün mü unutmak güzelim neydi o akşam” diye başlayan nihavent şarkısı, geçen akşamı pek güzel anlatıyor.. Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun geçtiğimiz akşam Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiği 25. yıl konseri için başka şey eklemeye gerek yok sanki.. Rakım Hoca, çağdaş talebelerinin bu görkemli konserini öte alemden alkışlamıştır mutlaka, nihavent şarkısı o konser akşamına tam denk düştü..
Sevgili dostumuz Dr. Teoman Önaldı yönetiminde çalışmalarına 25 yıl önce başlayan, 2001’de koro şefliğine atanan Hayati Çitçi yönetiminde bu günlere başarıyla gelen koromuzla gurur duymalıyız..
Musiki bilmekle başlar
Genel olarak “Klasik Türk Müziği”, öncelikle kulaklarımıza hitap eden bir sanattır, değil mi?.. Dinleyip keyiflenmek için bulunmaz nimettir, değil mi?.. Oysa benim için önce duymakla değil, bilmekle başlar bu yolculuk..
Ben önce Klasik Türk Müziği’ni yani musikimizi öğrenci gibi okuyup öğrenmeye çalışırım, bu konuda elimden kitap düşmez; sonra dinlerim, en sonunda ise izlerim. Yani, okumadan, dinlemeden, izlemeden bu devasa aleme adım atmam, atamam!..
Okuma eylemi belki yıllarca sürecek bir uğraştır.. Okumadan, incelemeden, eski deyimle hatmetmeden (özümsemeden), nice bestekarları, ünlü besteleri devirmeden, Klasik Türk Musikisi’nin çileli olduğu kadar, huzur, saadet ve keyif verici yolculuğuna çıkamam..
Bir ömre bedel nice kitapların oluşturduğu kütüphaneyi adımlamadan, Klasik Türk Müziği ile buluşmak arada sırada bir dostu yolda görüp selamlaşmaktan ibarettir.
Tören öncesi yüzlerine Balbay maskeleri geçiren halkımız, toplantı salonunda alkışlarla, “Balbay’a Özgürlük” haykırışlarını göklere sundu.
Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Attila Sertel’i, Ali Ekber Yıldırım’ı ve tüm yönetim kurulu üyelerini, Konak Belediye Başkanı Dr. Hakan Tartan ve çalışma arkadaşlarını, Cumhuriyet Gazetesi Ege temsilcisi Serdar Kızık’ı, tutuklu sevgili arkadaşımızı unutturmamak ve sürekli gündemde tutmak için yaptıkları özverili çalışmaları dolayısıylae kutlamak, alkışlamak gerekir.
Düşenin dostu olmaz derler..
Oysa düşen Balbay’ın, İzmir’de, Ege’de çığ gibi dostu var..
Onunla onur duyalım..
BALIKÇI’NIN BALBAY’I
İzmir Gazeteciler Cemiyeti, 5 Mart 2010’da Basın Lokali’nde Balbay ile dayanışma toplantısı düzenlemişti. Hakan Tartan, Attila Sertel ve Serdar Kızık nitelikli konuşmalar yaptı. O toplantıdan sonra köyüme döndüm, akşam gittiğim küçük bir balıkçı lokantasında köşede pirinç ayıklayan balıkçı, uzun süre gözünü bana diktikten sonra aniden patlayıvermişti.