Paylaş
Parolayı alalım, saatleri ayarlayalım, siz şurada oturun, biz arabayla gelir, sizin önünüzden geçerken yeni anayasa önerimizi pencereden size atarız, aman kimse duymasın.
Elimi sağdan sola üç kez çevirirsem, bu temel hak ve özgürlükler demek, başımı sağa sola iki kez oynatırsam, bu Cumhurbaşkanlığı yetkileri demek, sırtımı dönersem yargı bağımsızlığı, sağ ayağımı kaldırırsam seçim yasası, sol ayağımı kaldırırsam siyasi partiler yasası demek, daha fazla uzatmayın, anlayın artık.
Ne oluyoruz? Yeni ve özgürlükçü anayasa yapıyoruz.
Nedir bu? İleri demokrasiyi daha da ileriye taşıyacak yeni bir anayasanın temellerini atıyoruz.
GİZLİLİK KARARI
Tam vodvil. Yeni anayasa çalışmaları için oluşturulan Meclis’teki komisyon gizlilik kararı alıyor.
Kişilerin ve kuruluşların yeni anayasa önerileri gizli kalacak, kimin, neyi önerdiğini kimse bilmeyecek.
Neden gizlilik? İnsanlar ve kurumlar korkuyor, ya önerdikleri konular birilerinin hoşuna gitmezse... Ve birileri o öneriyi yapanı tespit ederse...
Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde siz böyle anayasa yapıldığını duydunuz mu? Bu sonu belirsiz korkunun anayasal hali. Tek başına gizlilik kararı bile nerede, nasıl yaşadığımızı gösteriyor.
ATİLLA KART’IN GÖRÜŞÜ
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi CHP Konya milletvekili Atilla Kart’a soruyorum bu kararı. Kart:
“Sivil toplum örgütlerinin anayasa ile ilgili görüşlerini almaya gittiğimizde, bizden önce güvence istiyorlar, gizli kalması için. Ülkedeki korku çemberine bakar mısınız? Taslak çalışma 1 Mayıs’ta başlayacak, henüz tek bir kelime ve kavram yazmadık. AKP’lilere her sefer, sözlerinde ne kadar ciddi olduklarını soruyoruz ve bunları kayda alıyoruz.
82 Anayasası’nın 87 maddesi değişmiş, ama ihtilal ruhunu hâlâ taşıyor.”
Anayasa komisyonu üyesi bu kadar yakınıyorsa, gerisini siz düşünün. Atilla Kart başka bir noktaya işaret ediyor: “Bir Cumhurbaşkanlığı yasası yapılıyor, yeni Kenan Evrenler yaratılıyor, bu şartlarda yeni anayasa nasıl özgürlükçü olacak? Nasıl olacak, Orta Asya Demokrasisi olacak.”
Atilla Kart ayrıca bir çelişkiyi vurguluyor:
“Bir yandan özgürlükçü anayasa yapalım, diye çalışmalar yürütülüyor, ama aynı dönemde Meclis’te muhalefeti sınırlamayı hedef alan içtüzük değişikliğine gidiliyor. Meclis’teki muhalefetin sesini kesmeye çalışan bir iktidar nasıl olacak da özgürlükçü anayasadan yana olacak?”
Anayasa taslağını hazırlayacak komisyon on üç ili dolaşarak, oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla görüşüyor. Programa göre sırada Edirne, Diyarbakır ve İstanbul var.
Korkunun kol gezdiği bir ülkede, herkesin sesini kestiği bir ortamda yeni anayasa yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur.
Böyle bir anayasanın özgürlükçü nitelik taşıması, demokratik hoşgörüyü getirmesi mümkün değil.
Uludere hâlâ sır perdesinde
35 yurttaşımız bir ay önce Uludere’de bombalanıyor. Başbakan Erdoğan bu katliam sonrasında “Elimizde dört saatlik görüntü var” diyor.
O dört saatlik görüntüde olayın nasıl meydana geldiği ortaya çıkacak. Bombalama emrini kimin verdiği, sivil insanların öldürülmesinde hatanın nerelerden kaynaklandığı belli olacak. Böyle bir olayda tek bir yerde hata olamaz, hatalar zinciri olur.
Bugün aradan bir ay geçmiş oluyor, Uludere hala sır perdesi altında.
Dört saatlik görüntüler eminim ki, çoktan incelenmiş, devletin içinde konu çoktan belli noktaya varmıştır.
Ama, hiç ses yok. Böyle bir katliam sessiz kalarak unutturulamaz. Birileri unutturmak istese bile, halkın bunu unutması mümkün değil.
Yaşama sevinci kalmayınca
ÇOCUKLUĞUMUN karlı günlerini özlüyorum.
50’lerin sonu, 60’ların başında İstanbul’un nüfusu en fazla bir, iki milyon. O yıllarda kış daha uzun ve daha karlı. Ne köprü var, ne otoyol. Trafik eh, çile denmez, ara sıra sıkışıyor.
TV yok, kar yağdığında radyoda ya da gazetelerde ne bugünkü gibi her yarım saatte alarm, ne eyvah kar geliyor, hayat duracak kaygısı. Tam tersine, karla birlikte insanı bir sevinç sarıyor, karlar içinde okula gitmek, okulda karla oynamak, eve dönüşte sakin, telaşsız, beyazlıkla kucaklaşmak bir zevk.
Yıllar geçiyor, teknoloji ilerliyor, yollar daha geniş, olanaklar artıyor, ama kar yağışı kabusa dönüşüyor. Oysa, kar değil, kabusa dönüştüren, kentteki altyapı yetersizliği, büyük kentlere sınırsız göç akınının sonuçları.
Günlük hayat öylesine hır gür ki, yaşama sevinci kayboluyor. Elimizden alınan o sevincin yerini bugün hiç bir şey doldurmuyor.
Karla birlikte gelen ruh dinlenmesi artık çok geride.
Paylaş