Şirket ister yerli olsun, ister yabancı. Yeter ki, yatırımda bulunsun.
AKP’nin aldığı bu karar pek yarar sağlamıyor. Özellikle yabancılar uzun vadede Türkiye’ye gelmekten vazgeçmiş görünüyor. Yabancıların Türkiye’ye sırtlarını dönmelerinin somut örneği var.
Üçüncü köprünün finansmanına yedi banka katılıyor, üç devlet bankası ile hükümetin işaretiyle finansmana katılan bazı özel bankalar. Hiç yabancı finans kuruluşu yok.Buna ek olarak, Suudi Arabistan ve Katar artık sıcak parada eskisi gibi cömert değil. Yabancıların sırt dönmesinde üç temel etken var:
1- Türkiye 2001-2002’nin ekonomik kırılganlığına doğru tehlikeli adımlar atıyor. Bir zamanlar Türk ekonomisini yere göğe koyamayan yabancılar şimdi “dünyadaki sermaye hareketinden en çok etkilenen ülkelerden biri” olarak Türkiye’yi gösteriyor.
2- Zavallı dış politika. Her yerde başını duvara çarpıyor, yanında kimse kalmıyor. Bu yalnızlık çok değersiz, çünkü politik yalnızlık ekonomik yalnızlığı beraberinde getiriyor.
Somut örneği var. İzlenen dış politika sonucunda, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı yirmi ülke arasında yer alan Suudi Arabistan, Mısır ve İran’a ihracatımız son aylarda düşüyor.
3- Demokrasiyi hiçe saymak, otoriterlikte ısrar etmek.
Eskişehir’de tren yoluna oturma eylemi başlıyor. Gelen yük treni boşaltılıyor, adına “devrim treni” deniyor, eylem devam ediyor.
Antalya’da EMEP İl Başkanı yaralanıyor, gösteriler kentin çeşitli yerlerinde sürüyor.
Gaziantep’te değişik sloganlar yanında, “Hatay’da düşene bin selam” denilerek, protestolara pek çok insan katılıyor.
Kocaeli’nde helikopterler ve TOMA’lar işbaşında, biber gazı ile birlikte.
Çanakkale, Adana, Tarsus, Denizli, Çorlu, Bursa saatlerce süren protestolarla inliyor.
ÜÇ BÜYÜK KENT
İzmir’de Müzisyenler Derneği direnişe şarkılarıyla destek veriyor. Bornova, Alsancak, Basmane protestoların ana merkezleri.
Suffer ıstırap, acı, keder anlamında, genel olarak mutsuzluk demek mümkün. Increase artmak anlamında.
Toplamda “Türkiye’de mutsuzluk artıyor”. Araştırmanın başlığı böyle diyor. Kim diyor? Dünyadaki en büyük araştırma kuruluşlarından biri olan Gallup diyor.
Gallup, Türkiye’de araştırma yapıyor. 2012 Haziran’ında, 2013 Haziran’ında. Bir yıl arayla yaptığı araştırmayı bir süre önce yayınlıyor. Bir not düşüyor, “Araştırma Tayyip Erdoğan’ın Gezi eylemcilerini çapulcu diye nitelemesinden sonra yapılmıştır”.Araştırma Türkiye’nin ruh halini sergiliyor. İnsanlarda mutsuzluk katsayısının arttığını gösteriyor.
İKİ KAT ARTMIŞ
Türkiye’de mutsuz insan, acı ve ıstırap çeken, kederli insan oranı ortalama yüzde 35. Aynı oran geçen yıl yüzde 18. Mutsuzların oranı bir yılda iki kat artıyor.Kent, kırsal alan ayrımına gidildiğinde: Büyük kentlerde geçen yıl yüzde 17 olan mutsuzların oranı bu yıl yüzde 40’a, kırsal alanda geçen yıl yüzde 19 olan mutsuzluk bu yıl yüzde 28’e yükseliyor.
LEHTE VE ALEYHTE OLANLAR
Oranlarda dikkat çeken bir ayrıntı var.
Buenos Aires’te Uluslararası Olimpiyat üyelerinde Fransa’da yayınlanan L’Equipe gazetesinin kupürü var. Oradaki haber şu:
“Doping volkan şeması”.
Şemada doping yapan sporcuların isimleri, ülkeleri, hangi dalda spor yaptıkları, kullandıkları doping ilacının türü ve kullandıkları yıl yazıyor.
Listede elli atlet, on dokuz güreşçi ile Türkiye volkanı patlatıyor, doping sıralamasında birinci. Birkaç ay önce Mersin’de düzenlenen Akdeniz Olimpiyatları’nda Türkiye doping rekoru kırıyor.Aynı listede “er meydanı başpehlivanları” da var, olimpiyat şampiyonları da. Türkiye sunumunda biri çıkıp, doping sorusunu patlattığında, bizim Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı da yanıtı patlatıyor:“Bizim bu konuda politikamız, dopinge karşı sıfır tolerans”.Bizde zaten pek çok şeye “sıfır tolerans” var. İşkenceye, şikeye, insan hakları ihlallerine sıfır tolerans, aynı zamanda “komşularla sıfır sorun”.
GENÇLER
Türkiye’nin sunum filminde gençler yere göğe konulmuyor, “Gençlerin kendilerini nasıl ifade ettiklerini son birkaç ay içinde gördük” denilerek.
O merkez üzerinden Bodrum kıyılarında bir gezinti yaparsanız, kıyıların eski ve yeni halini görünce dudaklarınız uçuklar. Kıyılardaki yağmaya itiraz bayram sırasında Tayyip Erdoğan’dan geliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar itirazı pekiştiriyor.
Nasıl olmuş da, kıyılar bu hale gelmiş, ne zaman gelmiş? Bodrum’da çevre gönüllüleri 2005’ten bu yana kıyılardaki değişimleri Google Earth’de karşılaştırmalı olarak toparlamış. Ortaya Erdoğan’ın itiraz ettiği manzaralar çıkıyor.
İşte, onlardan bazı örnekler.
ÖRNEKLER BOLGüvercinlik Pina Yarımadası: Dev bir otel yarımadayı çeviriyor. Tahsis eski, ancak otele izin AKP dönemine ait.
Zeytinli Burun mevkisi: Erdoğan’ın tatil yaptığı otel burada.
Torba’da tekneleriyle gidip denize girilen bir zamanların ünlü adası Zeytinli Kahve aynı otelin denetiminde, artık halk gidemiyor.
“X“Muhalifleri kim besliyor?” Daha yanıt verilirken, diğer biri: “Suriye’de müdahale olursa, kaç ülke katılacak?” derken öteki senatör: “Bu müdahale ile Hizbullah’a destek mi veriyorsunuz?” Kenarda oturan senatör: “Kimyasal silah var mı, yok mu, neye göre?”CNN International’ın Amerikan Senatosu’ndaki Suriye oturumunu canlı yayında izliyorum. ABD Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı yan yana, senatörlerin Suriye’ye ilişkin sorularını yanıtlıyor. Soru-yanıtın çok ötesinde, tam sorgulama. Bakanlar gülle gibi inen sorularla terliyor, çaresiz, onlar soracak, sen yanıt vereceksin. Batıda demokrasi böyle işliyor.
‘BİZ HAZIRIZ’
Amerika saldırıda belirleyici aktör. Obama’nın yetkileri çok geniş, yine de Senato’ya gidiyor, demokrasi gereği. Aynı saatlerde Tayyip Erdoğan açıklıyor:
“Biz varız, müdahalede biz her türlü koalisyona gireriz”.Kim hazır, kim var, Erdoğan kime sormuş, kimden yetki almış? Amerikan Başkanı senatoya gidiyor, hükümet üyeleri sorular karşısında kan ter içinde kalıyor. Burada “biz varız”.
Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı bir kez daha gözler önüne seriliyor.
YANIT BİLE YOK
Birkaç bin genç istasyon önünde toplanıyor. Belediyenin aldığı kararı protesto ediyor. Gerekçe istasyon binası. Gösteri o nedenle istasyon önünde.
Belediye kente yeni bir istasyon binası yapmak için harekete geçiyor, ancak projeyi halka sormuyor. Proje belli olduğunda, gençler beğenmiyor. Projenin değiştirilmesi için gösteri düzenliyor.Gençler istasyon önünde bağırıp çağırırken, yoldan geçenlerin de dikkatini çekiyor, onlar da protestoculara katılıyor.
Biraz sonra polis geliyor. “Dağılın” uyarısını gençler dikkate almıyor, almaz mısın, polis yukarıdan aldığı emirle TOMA’lardan su sıkmaya başlıyor. Sadece su sıkıyor, biber gazı filan değil, cop ya da tekme filan yok. Sadece basınçlı su. Ama, basınçlı su nedeniyle göstericilerden yaralananlar var.
SU SIKMAK ŞİDDETTİR
Yaralananlar mahkemeye başvuruyor, polisten şikâyetçi.
Bu itiraf dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’a ait. 2003’te Amerika Saddam’ı devirmek üzere Irak’a girmeden önce dünya çalkalanıyor, Powell tamamlıyor, “Irak kimyasal silah üretiyor, Irak’ta kitle imha silahları var”. Madem kimyasal silah var, o zaman saldıracaksın. Dünya bunu oybirliği ile onaylıyor. Amerika, Irak’a giriyor, savaş çıkıyor. Ancak, Powell’ın daha sonra, hem de Birleşmiş Milletler’de itirafı müthiş:
“Irak’ta kimyasal silah yoktu, bana yalan söylettiler”.O yalan ilk değil. Bir süre önce CIA belgeleri ortaya çıkıyor, Vietnam yalanı. Silah tüccarları 60’larda Başkan Johnson’a savaş baskısı yaparken, dünya aniden bir haberle çalkalanıyor:
“Vietnam savaş gemileri Amerikan donanmasına saldırdı”.Saldırı filan yok, CIA belgeleri kırk yıl sonra bunun yalan olduğunu sergiliyor. Ama, o yalan üzerine Amerika Vietnam bataklığına saplanıyor, savaş yıllarca sürüyor.
YALANDAN KİM ÖLMÜŞ
“Tarihte yalanlar” üzerine yazılan kitaplar işte şurada. Yalan ve savaş, savaş ve yalan atbaşı gidiyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonların Pearl Harbour’a baskın yapacağını Amerikan Başkanı Roosevelt su gibi biliyor. Diplomatik yolla önlemesi mümkünken, savaş nedeni saymak için “baskını bilmiyormuş gibi” davranıyor ve Amerika savaşa giriyor.
“Roma’yı Hıristiyanlar yaktı” yalanından, İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin devrilişine, İran-Irak savaşına kadar, savaş için pek çok yalan uyduruluyor.