Yalçın Doğan

Kimlik korkusundan kopan kavga

18 Ekim 2007
BERLİNİKİNCİ kuşak, Türkiye’yi Şaban filmlerinden öğreniyor. Kemal Sunal filmlerinden. Üçüncü kuşakta dil sorunu öne çıkıyor. Ana dilinden uzak, bulunduğu ülke diline daha yatkın, ama çevreyle uyumsuz. Bu karmaşa, paradoksal biçimde, aile bağlarını güçlendiriyor.

Dördüncü kuşak, ipini çoktan kopartıyor, kendi başına egemen, dünya vatandaşı olma yolunda.

Birinci kuşak, 60’ların o en vasıfsız işçileri, en kötü koşullarda çalışanlar ise, sonraki kuşaklara omuz veren, en çileli, en alttakiler arasında yerini almış olanlar.

Bu dört kuşak, başta Almanya, Avrupa ülkelerine çalışmaya ve öğrenmeye giden Türkler, başka Avrupa ülkelerinde bulunan diğer yabancılarla birlikte, Avrupa hükümetlerinin programında ön sıraya yükseliyor. Tek bir amaç var:

Yabancıların eğitim düzeyini yükselterek, onları yaşadıkları topluma uyum sağlamalarını kolaylaştırmak.

Yabancılarla o ülke hükümetleri arasındaki kavga tam bu noktada kopuyor.

KİLİT: EĞİTİM

Türkler de dahil, Avrupa’da yaşayan yabancılar uyumda isteksiz. Çünkü:

"Bu yolla bizim kimliğimizi değiştirmek, kimliğimizi elimizden almak istiyorlar".

Bu korku, yabancılar arasında boşanmaların artmasına, başarısızlıklara ve hatta töre cinayetlerine kadar uzanan bir dizi olumsuzluğun kaynağı.

Buna karşı, örneğin Alman Başbakanı Merkel:

"Globalleşme özgürlüklerin ve gelişmenin itici gücüdür. Globalleşme ülkeler arasındaki emeğin dolaşımını arttırdı. O da, beraberinde uyum sorununu getirdi. Uyumu, ancak eğitimle sağlamak mümkün".

Bu nedenle, Alman Hükümeti bir eğitim paketi hazırlıyor. Merkel’in öncülük ettiği yabancılara eğitim programları diğer Avrupa ülkelerinin, Amerika’nın ve hatta dünyanın önde gelen firmalarının gündeminde.

Örneğin, Bill Gates kendi firmalarında göçmenlere özel eğitim programları hazırlatıyor. Önce yabancı dil zorunluğu.

Bunların temel bir nedeni var:

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde, önümüzdeki yıllarda nitelikli eleman eksikliği var. Almanlar eldeki göçmenleri onun için eğitmek istiyor. Firmalar göçmen çocuklarına o nedenle burs veriyor.

İki gündür Berlin’de bu konuların tartışıldığı sempozyumu izliyorum. Bizim günlük çekişmelerimize, boş tuzaklarımıza, incir çekirdeğini doldurmayan itişmelerimize çok uzak.

Her seferinde aynı duyguya kapılıyorum. Türkiye’ye dışardan bakınca, insanın içi daralıyor, o karmaşa, o bunalım, o itiş-kakış, o hengame. En aşağıdan en tepeye uzanan saygısızlık ve hep kendini haklı görme duygusu.

Ama, o benim ülkem. Ya bu deveyi güdeceğiz ya bu deveyi güdeceğiz.

Gül’ün düğününde polis ücretleri

Berlin’de eski arkadaşlarıma rastlıyorum. Türklere ve Almanlara. Laf bol. Şuradan, buradan derken, Alman arkadaşım konuyu Abdullah Gül’ün kızının düğününe getiriyor.

"Bazı TV’lerde ben izledim. Düğün sırasında güvenlik sağlamak için, çok sayıda polis görev yapmış".

Ben, e, ne olmuş, havasında iken, Alman mantığı devreye giriyor:

"Düğün özel bir olay. Devletle ilgisi yok. Her ne kadar, düğün bir devlet büyüğüne ait ise de, o polisler orada özel olarak görevli. Bu durumda, onların görev parasını kim ödedi, devlet mi yoksa Gül mü?"

Bu Almanlar da, ne biçim soru soruyor böyle.

Almanların PKK yorumu

Sempozyum Alman Dışişleri Bakanlığı binasında. Toplantıyı izleyen ve izlemeyen Alman diplomatlarıyla sohbet fırsatı oluyor. Kimisini Ankara’dan, kimisini başka ülkelerden tanıyorum.

Türban başta, Türkiye’nin iç sorunlarına dönük yorum getirmekten özenle kaçınıyorlar. "Onlar Türkiye’nin iç meselesi" diyerek. PKK terörü ile ilgili soruma ise, şu ilgi çekici karşılığı veriyorlar:

"PKK azdı, çünkü şimdi Türkiye yeni bir anayasa yapıyor. Kürtler, yeni anayasada kendilerini farklı bir konuma oturtmak istiyor. Terör yoluyla, anayasal isteklerini elde edeceklerini sanıyor. Ama, boşuna."

Bu resmi değil, kişisel bir yorum. Yine de, farklı bir bakış.
Yazının Devamını Oku

Merkel: Uyum Yasası’nı gözden geçirebiliriz

17 Ekim 2007
ALMANYA Başbakanı Angela Merkel dün elimi sıkarken, gözleri dostlukla parlıyor: "Sizi bu toplantıda görmekle çok sevindim. Biz Almanya olarak, Almanya’da yaşayan göçmenlerin ve bu arada Türklerin bizim toplumumuza uyumunu sağlamak için çok çaba harcıyoruz. Bu toplantıya çok önem veriyoruz. Yaptığımız çalışmaların Türkiye’nin de, dikkatini çekmekte olduğunu ümit ediyorum."

Dün öğle saatlerinde Berlin, Alman Dışişleri Bakanlığı binası. Yeni yapılmış önde bir bina, arkadaki bölüm 1930-40’larda Reichsbank, yani Hitler döneminin Merkez Bankası.

Bu binada dün ve bugün bir toplantı var. Konusu, 21. Yüzyılda Eğitim Yoluyla Uyum. Almanya’da yaşayan göçmenlerin Alman toplumuna nasıl uyum sağlayacaklarına ilişkin bir sempozyum.

Almanya Başbakanı Merkel ile, toplantı sonrasında kısa bir sohbet fırsatı buluyorum.

HÜRRİYET’E DAVET

İlk kez bir Alman Başbakanı, göçmenlerin uyum sorunlarıyla doğrudan ilgileniyor.

Bu arada ulusal bir plan hazırlanıyor. Bir de, yasa çıkartılıyor. Yasa, özellikle Türkler tarafından protestolara uğruyor, ayrımcılık yapıldığı görüşüyle. Yasaya göre, Almanya’da yaşayan bir göçmen Almanya dışından evlendiğinde, eşini Almanya’ya getirmek için, eşi Almanca öğrenmek zorunda. Aksi halde, eşine vize verilmiyor.

Yasa, AB ülkeleriyle, sekiz gelişmiş ülkeyi tek tek sayarak, bu kuralın dışında tutuyor. Diğerleri ve bu arada Türk göçmenler, yasa kapsamında. Türkler, yasayı ayrımcı ve ırkçı olarak niteliyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Alman Cumhurbaşkanı Köhler’e, yasanın durdurulması için, mektup yazıyor. Ancak, yasa iki ay önce yürürlüğe giriyor.

İşte, böyle bir ortamda, Berlin’de düzenlenen "Eğitim Yoluyla Uyum" toplantısına Merkel özel bir önem veriyor. Hürriyet’i toplantıya davet ediyor.

MERKEL İLK KEZ

Toplantıda yaptığı konuşma sonrasında, bir ara sohbet ettiğim Merkel:

- Sizin soyadınız da Doğan, Aydın Doğan Ailesiyle bir bağlantınız var mı?

- Hayır, sadece soyadı benzerliği.

- Biz uyum sorunlarına çok önem veriyoruz.

- Yasaya belli eleştiriler var.

- Toplantıda biraz önce söylediklerim geçerlidir. Türkiye ile ilişkilere ben çok önem veriyorum.

Bu arada önemli bir bilgi alıyorum. Önceki gece, Merkel ve İçişleri Bakanı Schaeuble, aralarında Türk sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu, ama dini örgütlerin ağır bastığı bir yemekte bir araya geliyor. İranlılar da var, Suudiler de, bizim Türk kuruluşlar da. Türkler yasayı hatırlattığında Merkel:

"Zaman zaman Recep Tayyip Erdoğan ile görüşüyorum. Bu yasanın uygulanmasını izliyoruz. Ortaya aksaklıklar, olumsuzluklar çıkarsa, yasayı yeniden gözden geçireceğiz."

Almanya’da yaşayan Türkler ve olayı izleyen Türk Hükümeti için, Merkel’in bu açıklaması hayati değerde. İlk kez, böyle bir açıklama yapıyor. Sorum üzerine, Merkel:

"Yasanın uygulanmasını izliyoruz."

Birkaç milyon insanı ve Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir cümle. Başka bir ayrıntıya girmiyor. Görüşlerinin Türkiye’ye yansımasından çok memnun.

İslam Bahçesi’nde yemek

İRANLILAR
, Suudi Arabistanlılar, Malezyalılar, Sudanlılar ve en ağırlıklı gurup olarak Türkler, önce akşam Berlin’de Başbakan Merkel ve İçişleri Bakanı Schaeuble ile yemekte buluşuyor.

Yemekte farklı sivil toplum kuruluşları da bulunmasına rağmen, ağırlık, davetlilerin dinsel örgütler olması. Davetin niteliği, davet yerine uygun düşüyor. Berlin’in eski Doğu Berlin tarafındaki İslam Bahçesinde. Davet nedeni, Şeker Bayramı’nı kutlamak. Yemekte Merkel çok içten:

"Ben iki yıl öncesine kadar, Ramazanda oruç tutulduğunu bilmiyordum. Müslümanlar, Alman toplumunun bir parçası. Ama, bazı Almanlar bunu anlamak istemiyor. Hatta, bir süre sonra, kendi toplumunda azınlığa düşeceğinden korkuyor. Politikacı olarak, benim bu hassasiyete dikkat etmem gerek."

Aynı yemeği Merkel’e çok yakın, bir üst düzey yönetici şöyle yorumluyor:

"Farklı dinsel inançlarda olan insanlar, aynı yerde, barış içinde nasıl birlikte yaşar? Biz bu sorunun yanıtını arıyoruz. Bunu tek taraflı değil, burada yaşayan her dinsel topluluğun görüşünü alarak, yapmaya çalışıyoruz. Din dersleri, dil zorunluğu, okul öncesi ve sırasındaki eğitim planlarını bunun için düzenliyoruz".

Göçmen sorunları, Alman iç politikasında, şu anda en önde gelen konulardan biri.

Tepeden değil birlikte çözüm

BERLİN’de dünkü sempozyumun açılışında Merkel bir konuşma yapıyor. Buraya Bill Gates Amerika’dan katılıyor. AB Komisyon Başkanı Barosso da, Berlin’e gelerek, AB’nin görüşlerini aktarıyor.

Konuşmasında Merkel, Almanya’da 200 ayrı ülkeden, 15 milyon göçmen yaşadığına dikkat çekerken, 60’lardaki Türk işçilerine değiniyor:

"Yaptıkları işlerle, Almanya’nın çehresini değiştirdiler. Türkler şu anda dördüncü kuşak. 66 bin Türk, Almanya’da halen 350 bin istihdam yaratıyor. Türkler dahil, her bir göçmenle tek tek ilgilenmemiz gerek. Onların topluma uyumu, sadece ulusal değil, uluslararası bir sorundur. Sorunu, tepeden konuşarak değil, birbirimizle konuşarak çözmeliyiz."

Gücü elinde tutan biri olarak, göçmenlere tepeden bakmak değil, eşit düzeyde diyalog. Merkel’in dün en çok hoşlandığım cümlelerinden biri bu.
Yazının Devamını Oku

Bahçeli kendini arıyor

16 Ekim 2007
SON vecizesi şu:"Bir takım çevreler, düşünürler, yazarlar, bazı TV programcıları sınır ötesi operasyonun sonuç vermeyeceğini söylüyor. Onlar Türkiye’nin aşama aşama bölünmesine dolaylı katkısı olan örtülü PKK yandaşlarıdır." Uzun bir süredir, bu uzun süre, seçimlerden önceki aylara uzanıyor, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kendini arıyor. Çünkü, Bahçeli uzun süredir kendini kaybetmiş bulunuyor.

Kaybetmenin, kamu oyuna yansıyan ilk işaretlerini seçim meydanlarında veriyor. Önündeki kağıttan okumadan üç cümle söylemekten aciz olan Bahçeli, seçim meydanlarında Tayyip Erdoğan’a şunları söylüyor.

KÜL YUTMAZ

"- Barzani ile nişanlandı, İmralı ile söz kesti, seçimden sonra hainlerle nikaha hazırlanıyor.

- Nereye gidersen git, istersen Bush amcanın yanına git, seni getirip hesap sormazsam, namerdim.

- Başbakanın aile fotoğrafında Barzani, Talabani, etnik bölücülük, Oferler, yeminli Türk düşmanları ve Ermeniler var."

Bu benzeri sözler üzerine, Erdoğan, Bahçeli aleyhine iki ayrı dava açıyor.

Seçim sonrasında ise, kırgınlıkları ortadan kaldırmak amacıyla, Erdoğan muhalefet liderlerini, bu arada Bahçeli’yi de telefonla arıyor. Bu nezakete Bahçeli farklı bir nezaket anlayışıyla karşılık veriyor, telefona çıkmıyor.

Öfff, o ne jest öyle! Hiç kül yutmuyor, mandepsiye basmıyor.

Parti dışındaki siyasal rakiplerine afra-tafra, parti içi rakiplerini partiden atma, aslında sıradan bir denklem.

1950’LERDE KALMIŞ

Sürekli kriz ve gerginlik yaratma uzmanı Bahçeli, gerçekte kendi partisi içinde de eleştirilmeye başlanıyor:

"Türkeş Bey bile danışırdı, Bahçeli kimseye danışmadan, kendi bildiğini okuyor, bu bize çok puan kaybettiriyor."

Parti içi, onun kendi sorunu. Ama, dışarıya dönük sözleri, zücaciye dükkanına giren fillerden farksız. Sürekli kırıp, dökmek üzerine.

Muhalefet anlayışı, 1950’leri anımsatıyor. Hiçbir öneri, hiçbir çözüm getirmeden, yalnızca aşırı sert sözlerle, rakiplerine saldırıyor. Bunu politika sanıyor. Zaten o nedenle, 2002’de baraj altında kalıyor.

Saldırı, sadece siyasal rakiplerine olsa iyi, kendisinden farklı düşünenlere de, aynı pervasızlık içinde. Son örnek, sınır ötesi harekatla ilgili sözleri.

TARTIŞMA KURALI

Ben sınır ötesine karşıyım. Nedenlerini pek çok kez dile getiriyorum.

Bahçeli sınır ötesini yerinde bulabilir. Kendine göre, makul gerekçeleri de olabilir. Oturulur, tartışılır, şu gerekçelerle evet, bu gerekçelerle hayır. Karar zaten siyasi.

Sınır ötesi harekatı savunanlara, kimse saldırmıyor. Tamam, onlar da öyle düşünebilir.

Bahçeli ise, harekata karşı çıkanları, "bölücülüğe katkıda bulunan, örtülü PKK yandaşları" olarak tanımlıyor.

Nezaket, hatta terbiye sınırlarını aşan sözler.

En sade tartışma kuralını, siyasal adabı, uzlaşma kültürünü unutan Bahçeli’ye, kendini bulma yolunda, bol şans diliyorum.

Tanrı, Türk’ü Bahçeli’den korusun!
Yazının Devamını Oku

Kızılderililerden beyaz adama kalan yedi öğreti

14 Ekim 2007
Beyaz adam bugün tarihine utanarak bakarken, Kızılderili geleneklerinden kendisine öğreti çıkartıyor. Onlardan beyaz adama yedi öğreti kalıyor: Dürüstlük, sevgi, cesaret, gerçek, bilgelik, alçakgönüllülük, saygı. Her bir öğretiyi bir hayvan temsil ediyor. Kötü ruhları siyah bulutlara bindirip bizim kabileden uzak tutmak. Bunun için, sıçrama dansı.

Hepimize sağlık, hepimize aş, kabilemize ve dünyaya kardeşlik ve barış. Bunun için, geyik derisi dansı.

Bebeklere nazar değmesin, bebeklerin şansı açık olsun. Kabilemizin ve bütün dünyanın bebekleri sağlıklı büyüsün. Bunun için, kızıl yeryüzü dansı.

Giydiğin elbise, sana hayat dersi veriyor. Elbisen, geçmişi ve yaratıcılığı anlatıyor. Sen, taşıdığın elbiseyle, sana hayat dersi veren insanların ruhunu taşıyorsun. Ayağındaki mokasen, seni o ruhlara götürüyor.

Sen, kabilenin sıradan bir üyesi olarak, ne zaman bilge kişi olabilirsin? Başkalarının kültürünü ve yaşam biçimini anladığında. O kültürü içine sindirdiğin, o kültürün köklerine ulaştığın zaman, halkının bel kemiği olursun. Sen o zaman bilge insan olursun. Sen o’hunkesni olursun.

Cheyenne, Apaçi, Siu, Mapuche, Maya, Hupa, Khapo, Onechua, Lacota ve daha başka kabileler. Ne Tom Miks, ne Çelik Bilek, ne de vahşi batı filmi. Oklar, mızraklar, tamtamlar, yüzü ve vücudu boyalı Kızılderililer.

Bunların hiçbiri değil. Her türlü mizansen yerinde. Burası ABD’nin başkenti Washington DC’deki Amerika Kızılderilileri Müzesi. Tam adıyla, National Museum of the American Indian.

AMERİKA ÖZÜR DİLİYOR

Dört katlı müze, özünde Amerika’nın Kızılderililerden tarih önünde özür dilemesini sergiliyor. Her katında sergilenen giysiler, fotoğraflar, çanak çömlekler, savaş aletleri, çadırlar, günlük yaşamın ayrıntıları ve sürekli oynatılan Kızılderili filmiyle, onların anıları önünde saygıyla eğiliyor. Büyük bir suçluluk duygusu içinde.

Hatta, adını bile koyuyor. Üçüncü katta, savaş filmiyle birlike, üç boyutlu ekranın altındaki yazı tarih önünde hesaplaşmanın itirafı:

"Kızılderililere istilalar. 1492-1650 arasında Meksika, Peru, Karayipler, Brezilya ve ABD’de her on Kızılderiliden dokuzu öldürüldü. On bin yılda görülmeyen soykırım yaşandı."

Hemen yanı başında, beyaz adamların kullandığı top ve tüfekler. Karşıda ok ve mızraklı, çıplak Kızılderililer. Yanındaki fotoğraflar, "Amerika Birleşik Devletleri Kızılderilileri nasıl aldattı" başlığı ile soykırımın öyküsünü anlatıyor.

ALTIN ANAHTAR

Beyaz adam bugün tarihine utanarak bakarken, Kızılderili geleneklerinden kendisine öğreti çıkartıyor. Onlardan beyaz adama yedi öğreti kalıyor: Dürüstlük, sevgi, cesaret, gerçek, bilgelik, alçakgönüllülük, saygı. Her bir öğretiyi bir hayvan temsil ediyor.

Onlardan beyaz adama düşen bir başka miras daha var. Birliğin, ülkede bütünlüğün anahtarı olmak üzere, farklılık ve çeşitlilik. Bu altın anahtarı, beyaz adam geç de olsa fark ediyor.

Ama, beyaz adamların sadece bazıları bunun farkında. Bazıları hálá kıyısında yüzüyor. Onların bilgelerinden Jorge Ochoa bunu sözcüklere döküyor: "Sağ-sol, karanlık-aydınlık, yeraltı-yerüstü, kadın-erkek, her zaman birlikte. Bu bir denge. O denge için, birinin diğerine her zaman ihtiyacı var."

En basit ve yalın anlatımla, bir felsefe oluşuyor. Ne kara kaplı kitaplara, ne anlaşılması güç teorilere gerek var. Sadece, zıtların birliği. Birliğin ürettiği zenginlik. Farklılık, beraberliği getiriyor.

Bunu vurgulamak üzere, hayranlıkla gezdiğim müzede bölümler "bizim dünyamız, bizim halklarımız, bizim hayatımız" başlığını taşıyor.

Müzeyi gezdikten sonra, uzun uzun düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku

Gülen’in Londra çıkartması

13 Ekim 2007
LORDLAR Kamarası, ayrıca dünyanın en ünlü ekonomi üniversitesi, London School of Economics ve University of London.

İkisi üniversite, diğeri İngiltere Parlamentosu’nun öteki kanadı. Bu üç yerde 25, 26 ve 27 Ekim tarihlerinde bir toplantı düzenleniyor. Toplantının adı şu:

İslam Dünyasındaki Değişime Gülen Hareketinin Katkısı.Toplantı ya da konferans, bunu düzenleyenler arasında bir kaç başka İngiliz üniversitesi ile Londra Orta Doğu Enstitüsü de var.

Konferansın ilanı Amerika’da yayınlanan bir dergide yer alıyor. Konferansın konularına genel olarak değinilen ilanda, laikliğin Fethullah Gülen tarafından yeniden yorumlanması ve Gülen hareketinin Avrupa ile İslamı kaynaştırmaya katkısı ön plana çıkıyor.

AVRUPA’YA KATKIİlan, Fethullah Gülen Cemaatini, Türkiye kaynaklı, uluslararası inanç ve eğitim hareketi olarak tanımlıyor.

Yazının Devamını Oku

Ben hep haklıyım hep ben haklıyım

12 Ekim 2007
UZLAŞMA derslerinde okutulan örnek bir olay. Tarihsel gerçeğe dayanıyor.<br><br>Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, İsrail Başbakanı Menahem Begin, 1978’de Camp David’de bir araya geliyor. Mısır, Sina Çölü’nün firavunlardan beri kendi topraklarına ait olduğunu söylüyor. O topraklar, Mısır egemenliğinde. Ama, İsrail’in işgali altında.

İsrail, o toprakları işgal ediyor, çünkü Mısır’ın Sina’da tuttuğu yürüttüğü tankları, kendisine tehdit olarak görüyor.

Biri, o topraklar benim, diyor, öteki, orası bana tehdit oluşturuyor, diyor. Bu durumda uzlaşma nerede ve nasıl?

HERKES MEMNUN

İsrail Mısır’a: O topraklar senin.

Mısır İsrail’e: O topraklar sana tehdit oluşturmayacak.

Böylece, Sina İsrail işgalinden kurtuluyor ve eskisi gibi, Mısır egemenliğine giriyor. Mısır’ın dediği oluyor.

Buna karşılık, Mısır aynı toprakları askerden arındırıyor, Sina, İsrail’e artık tehdit oluşturmuyor. İsrail’in de, dediği oluyor.

İki tarafı da memnun eden bir çözüm, tam bir uzlaşma. İki tarafın da, istediğini elde ettiği bir optimizasyon.

UZLAŞMA DALGASI

Dünyada şu sıralarda müthiş bir dalga var. Uzlaşma dalgası.

Koca koca devletler arasındaki anlaşmazlıklardan tutun da, bireysel anlaşmazlıklara kadar pek çok örnek olay gözden geçiriliyor. Bunlara, iki tarafı da memnun edecek çözümler aranıyor ve bulunuyor.

Bunun okulları var, dersleri var, öğrencileri var, ders veren hocaları var.

Geçenlerde bu okullarda okutulan bir kitap geçiyor elime. Getting To Yes, Uzlaşmaya Doğru, diye çevirmek mümkün. Türkiye’de, her düzeyde ve her platformda eksik olan uzlaşma kültüründen örnekler veriyor. Her olayda, tereddütsüz ilk tepki, ben haklıyım, şamatası. Bir dur, bir dinle, belki değilsin, hayır, ille ve mutlaka, ben haklıyım.

25 MİLYON MAHKEMELİK

Herkes, her olayda öyle haklı ki, Türkiye rekor kırıyor.

Türkiye’de 25 milyon insan birbiriyle mahkemelik. Türkiye’de, her üç kişiden birinin mahkemede işi var. Çok yüksek bir rakam.

Bu rakamın iki göstergesi var. İlki, toplum birbiriyle bu ölçüde kavgalıysa, orada ciddi toplumsal sorunlar birikiyor. İki, kavga yargıyı olağanüstü yoruyor. Yargıdaki yoğunluk, mahkemeleri içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bir dosyaya bakmak, ancak dört dakika. O dört dakikada adalet yerine gelecek. Uzlaşmanın iyice koptuğu yer. Bu durumda insanlar, kendi hakkını kendi elde etme peşine düşüyor, kavga yeni bir kavgayı ve zoru doğuruyor.

Bugün bayram. Uzlaşma üzerine düşünme, "belki haksız olan benim" diyebilme duygusunu taşıma günü. Bayramınız kutlu olsun.

Şaban Dişli iktidar olmayı öğretiyor

TERÖR ve Ermeni tasarısının ABD Dış İlişkiler Komisyonunda kabul edilme haberleriyle birlikte, dün en çarpıcı haber Vatan Gazetesi’nde.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’ye ait Tuzla’da bir arsa var. Arsa spor alanı. Şaban Bey geçen ocakta İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu’na başvurarak, arsanın imara açılmasını istiyor. Komisyon "uygun değil" kararı veriyor.

AKP ülkede iktidarda, İstanbul Belediyesinde iktidarda. Ve Şaban Bey o iktidarın genel başkan yardımcısı. Geri adım atması için neden yok, o da zaten yılmıyor ve başvurusunu tekrarlıyor.

On ay önce, uygun değil, diyen aynı belediye imar komisyonu, bu kez, aynı arsayı imara açıyor. Ve Şaban Bey, iki milyon dolarlık rant sahibi oluyor.

Bir süre önce, AKP’nin kendi iç toplantısında MKYK üyesi Ayşe Böhürler açıkça, "bizim iktidarımızda, bizden olanlar açıklanamayacak ölçüde zengileşti" diyor. Bu söz Tayyip Erdoğan’ı çok kızdırıyor.

Muhtemel ki, Tayyip Bey, şimdi de, Şaban Bey yerine, Vatan Gazetesi’ne kızacak. Yok eğer, seçim bildirgesinde ve partinin kuruluş amaçlarında yazdığı ve halka söz verdiği gibi, yolsuzlukla mücadele ediyorsa, o zaman Şaban Bey’e soracak.

Ne soracak, nasıl soracak? Örneğin, Şaban Bey’i genel başkan yardımcılığı görevinden alacak mı? İmar Komisyonu yeniden, uygun değildir, kararına dönecek mi? Yoksa, bunca dev gibi iç ve dış sorunla boğuşurken, bir de Şaban Bey derdiyle mi uğraşacak?

Helal olsun, Şaban Dişli tam dişli çıkıyor, iktidar olmak ne demek, cümle aleme öğretiyor.

İcabında, senin de bayramın kutlu olsun Şaban Bey.
Yazının Devamını Oku

Reform için en uygun zaman

11 Ekim 2007
ŞIRNAK’ta toprağa düşen onüç askerimizden ikisi Urfalı. Bir Kürt, diğeri Arap asıllı. Madem ki, onlar asker, gözü dönmüş terör örgütü için farketmiyor. Ama, Urfa’da halk sokaklarda PKK’ya karşı ayaklanıyor.

On üç askerimizin şehit edilmesi,pek çok açıdan dönüm noktası.

- Türkiye bugüne kadar teröristle mücadele ediyor, terörle değil. Artık terörle mücadele etmek gerektiği ortaya çıkıyor.

- Güneydoğu’da PKK’ya hak veren bir kesim, uzun süreden beri ilk kez PKK’yı suçluyor. Bu bulunmaz bir fırsat. Terörün tabanı daralıyor.

- Terörün tabanının zayıflaması, ekonomik ve hukuk reformları için en elverişli dönem. Bunlara şimdi yüklenmek zamanı.

- PKK, devletin kendilerini muhatap alması için azgınlaşıyor. Bu asla ve asla söz konusu değil. Pek çoğu AB üyesi olan, PKK’ya arka çıkan 28 ülke belki değil ama, uluslararası hukuk, B.M. kuralları şu anda bizden yana.

- Güneydoğu halkının yüzde doksan sekizi aşan bölümü, ayrılıkçı değil. Onlar devlete bakıyor. Kendilerine el uzatılmasını bekliyor.

DTP HAZİN DURUMDA

Son terörle birlikte, Güneydoğu’da önemli bir gelişme daha yaşanıyor. Halkın gözünde, DTP’nin konumu değişiyor.

DTP içinde bir bölüm, şaşkın. PKK’ya karşı çıksa, çıkamıyor, devleti eleştirse, eleştiremiyor. Bir bölümü de, teröre karşı artık kesin tavır alınmasından yana.

Bu onların içindeki görüş ayrılığını iyice arttırıyor.

Bundan daha önemli bir başka olgu var. DTP tabanından kopuyor, çünkü terör artık kendi çocuklarını vuruyor. Ve DTP sadece seyrediyor.

Devletin eli her açıdan güçlü. Şu anda çok yönlü harekete geçmek zamanı.

CHP ile MHP düştü

ÇOK uzun süreden beri ilk kez. Dört bir yanda, sivil toplum örgütleri, gençler, üniversiteler teröre karşı ayaklanıyor.

CHP ile MHP ne yapıyor? Onlar hálá, iktidarın terör politikasını eleştirmek üzerinden, siyasal rant avcılığında. Gençlerdeki bilincin zerresi Baykal ile Bahçeli’de olsa, zaten bu kadar zavallı muhalefet olmazlar.

Siyasal tepki tamam, ama o artık çok geride. Muhalefete düşen, yapıcı eleştiri ve alternatif öneri getirmek. Gün, tam o gün.

Onların terörü nasıl çözeceklerini kimse bilmiyor, çünkü kendileri de bilmiyor.

Sokakta insanlar zaten bağırıyor. Baykal ve Bahçeli boş boş bağırıp, bıktırıcı ezberi sürdürdükçe, ikisi de kürsüden düşüyor.

Çapları belli, Baykal ile Bahçeli işte ancak bu kadar.

Sorun dışarda değil

DAHA on gün önce, Irak’la imzalanan anlaşma ile, Türkiye sıcak takipten vazgeçiyor. Şimdi ise, sınır ötesi operasyon sesleri.

1- Ortada bir anlaşma var. Türkiye şimdi bu anlaşmayı çiğnemiş olmayacak mı? Çiğnerse, sınır ötesi harekat, uluslararası alanda Türkiye’yi zor durumda bırakmayacak mı?

2- Madem, sınır ötesi harekat düşüncesi var, o zaman Türkiye sıcak takipten vazgeçtiğini bir anlaşmayla dünyaya neden ilan ediyor? Kötü yönetim kendini burada olanca aczi ile gösteriyor.

3- Sınır ötesi harekatı her derde deva gibi göstermek, yanlış bir politika. Geçmişte, pek çok sıcak takip var ve sonuç ortada. Sınır ötesi harekat olacak, terör bitecek, gibi bir hava yaratmak, halkın morali ve güveni açısından sakıncalı.

4- Sorun dışarda değil, içerde. Dünyadaki bütün benzer örnekler, dış destekli teröre karşı, sıcak takibi değil, terörü besleyenlere, olayı yüz kez, bin kez anlatmayı ön plana alıyor.

Sıcak takip geçici bir önlem. Terörün kaynaklarını yok etmek, bir iç politika konusu. Asıl kanama içerde, çözüm onun için içerde.
Yazının Devamını Oku

Daha çok demokrasi ETA’yı korkuttu

10 Ekim 2007
ANAYASAL sistemi bize benzemiyor. Orada on yedi özerk bölge var. Ama, onun da derdi, üstelik yüz elli yılı aşkın süredir ETA terörü. Aynı derdin sahipleriyiz. O nedenle, İspanya’nın terörle mücadelesinden öğreneceğimiz çok şey var.

Ayrılıkçı, etnik terör İspanya’da 1838’de başlıyor. Bu tarih, terörle mücadelenin ne kadar amansız ve uzun süreye yayılabileceğinin göstergesi.

Sol eğilimli Cizvit papazlarının da desteğiyle kurulan ETA, İspanya’da üç bölgenin, Katalunya, Euskadi ve Galicia’nın bağımsızlığı için savaşan terör örgütü.

Franco diktatörlüğüne karşı, bir ara Katoliklerin mabedi Vatikan dahil, dünyanın sempatisini bile kazanıyor. Masum insanları öldürüyor, yine de Vatikan’ın desteğini alıyor. Terörle mücadelede, terörü tekrar tekrar dış dünyaya anlatmak vazgeçilmez bir uğraş.

FRANSA ETA YANINDA

Teröre destek açısından, bir ara Suriye, şimdi Kuzey Irak bizim için ne ise, İspanya için, Fransa aynı.

O kadar ki, ETA yöneticileri Fransa’da oturuyor. İspanya Başbakanı Gonzales onların adresini Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’a veriyor. Fransa, teröristlerin iadesini reddediyor.

O kadar ki, ETA’ya silah sağlayan fabrika Fransa’da. İspanya bastırıyor, ama Fransa fabrikayı kapatmıyor.

O kadar ki, tamamen Fransız vatandaşlarından oluşan, ETA’dan talimat alan bir ek terör örgütü bile kuruluyor.

Demokrasi aşığı geçinen, uygarlığı kimseye bırakmayan Fransa yaklaşık elli yıl ETA terörünü destekliyor. Sırf İspanya’yı zayıf düşürmek için.

KRAL JUAN CARLOS

Terörle mücadelenin anahtarı demokrasi. 80’li yıllardan itibaren, Kral Juan Carlos başta, İspanya dünyada eşi pek görülmeyen bir demokrasi denemesine girişiyor.

Ayrılıkçı olsa bile, şiddet ve şiddete övgü içermeyen ayrılıkçı söylemle, salt kanlı terör eylemini birbirinden ayırıyor.

Terörün kökünün kazınabilmesi için, ayrılıkçı olanlar dahil, teröre karşı olan herkes bir araya geliyor. Teröre karşı taban genişliyor.

Bunun müthiş bir siyasal sonucu var orada.

Eli kanla lekelenmemiş örgüt üyelerine siyaset yapma olanağı tanınıyor. Yani, seçimle İspanyol Parlamentosu’na girme hakkı.

Örgüt içinde, bu fırsattan yararlanacak olanların sayısı hiç de az değil. ETA o andan itibaren düşüşe geçiyor. Daha fazla demokrasi, terör örgütünün en çok korktuğu şey.

BÖLGE HALKI

Bu arada en önemli etken bölge halkını kazanmak. Nedir bunlar?

- Bölgeye yönelik kaba kuvvete dayalı önlemlerden kaçınmak.

- Bölge halkının temel hak ve özgürlüklerine tam saygı göstermek.

- Bölge halkına en geniş alamda siyaset hakkı tanımak.

- Bir zamanlar terörü desteklemiş, sonradan vazgeçmiş olanları topluma kazandırmak.

- Ulusal bütünlüğü cazip kılmak.

Terörle mücadelede bütün bunları yapabilmek, ön yargılardan uzak, çok geniş demokratik hoşgörü ve anlayış gerektiriyor.

Bu bilgileri emekli bir dış politika temsilcimiz Akın Özçer’in kitabından alıyorum. Özçer’in yazdığı Çoğul İspanya kitabını Türkiye’yi yöneten ve bu konularda düşünen herkesin okuması gerek. Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsam, Özçer’i çağırır, uzun uzun sohbet ederim. Hele de, teröre karşı ne yapılmasının arandığı bugünlerde.

Onların PNV’si bizim DTP’ye fark atar

İSPANYA’da devlet ve ETA ateşkeste anlaşıyor. Bir dizi siyasal hakla birlikte.

Bunun karşısında, İspanya Parlamentosunda temsil edilen partiler ayrılıkçılığı savunan Milliyetçi Bask Partisi PNV, ondan kopan EA, sosyalist PSOE ve merkez sağ parti PP ortak bir açıklama yapıyor.

- Terörle mücadeleyi hiç bir zaman partizan amaçlarla kullanmayacağız.

- Demokrasilerde şiddeti ve cinayeti haklı kılabilecek hiçbir hedef yoktur.

- Devlet güvenlik güçlerine, görevlerini daha iyi yerine getirebilmeleri için maddi olanaklarının genişletilmesini destekliyoruz.

- Terörü önleyecek her türlü yasal reformu destekliyoruz.

- Bölge halkını ve bütün halkımızı teröre mücadeleye çağırıyoruz. Özellikle gençlere çağrıda bulunarak, şiddete karşı isyan etmelerini istiyoruz.

- Eli kana bulanmamış, pişmanlık duyan teröristlerin kazandırılmaları gerektiğine inanıyoruz.


Teröre karşı işbirliği, muhalefet partilerinin bunu aptalca iç politika malzemesi olarak kullanmalarından çok uzak. ETA ile içli dışlı olmuş, hala ayrılıkçılığı savunan PNV bile, teröre karşı mücadelede toplum karşısında kendini bağlıyor. Ne yapacağı konusunda, PNV’nin gözü artık ETA’da değil.

CHP’si ve MHP’si ile bizimkilerde jeton düşer mi? DTP bundan ders alır, Mecliste olma şansını değerlendirir mi? Gözünü PKK dışına kaydırır mı?
Yazının Devamını Oku