Paylaş
EVET, sektörde kiminle konuşursanız bunu söylüyor. Peki neden? Biri siyasi biri de ekonomik iki nedenle. Bugün işin siyasi nedenlerini anlatacağız.
Türkiye için ekonomik açıdan olduğu gibi sosyal açıdan da giderek büyük önem taşıyan turizmin ağır bir krize girmesinde siyasi nedenlerin başında ülkeyi bataklığa sürükleyen AKP’nin Suriye politikası geliyor.
‘Turizm Bakanı’ sıfatını taşıyıp kamu adına sektörden sorumlu makamda oturan Ömer Çelik sektörde fırtınalar koparken turizmcilerle tek bir kez bile görüşmedi. Ama o, dönemin başbakanı Erdoğan’ın Suriye ile ilgili toplantılarına, o zaman Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu yerine girecek kadar Suriye politikasının içindeydi. Zira Ömer Çelik, AKP’nin ‘Yeni Osmanlıcılık’ politikasının ideoloğu olmakla övünüyor.
Öyle ki Ömer Çelik’in sektördeki sıfatı ‘Suriye’den Sorumlu Turizm Bakanı’dır. Turizm Bakanı sıfatını taşırken Ömer Çelik’in mimarı olmakla övündüğü Suriye politikası yüzünden dünyadaki imajımız bozuldu. Turizm ülkesi Türkiye ‘terörle’ anılmaya başladı.
İngiltere ile başlayan ‘Türkiye’ye gitmeyin’ haberleri diğer ülkelerde de gazete ve televizyonlarda artık sıkça yer alıyor.
Kamu yönetiminin ülke genelinde olduğu gibi sektör ile de daha çok ilgilenmesi gerekirken siyasal alanda meydana gelen boşluk hâlâ devam ediyor.
Turizm ülkesi Türkiye’nin uluslararası alanda terörle
anılan ülke haline gelmesinin sorumlusu kamu yönetimi
ve izlediği politikalardır.
O politikalar ki, Türkiye’yi iki milyon göçmene ev sahipliği yapması ile değil teröristlerle işbirliği yapan ülke olarak anılması ve böyle bir algının oluşmasına neden oldu.
Buna sektörden sorumlu bakanın ‘turizm’ dışında her şey ile ilgilenmesi, bakanın bu tutumu, bakanlığın yurtdışı ve yurtiçindeki bürokrasine yansıdı. Kimse ‘turizmi’ yok sayamaz; yarın o beğenilmeyen Rusları, hatta İranlıları çok ararız. Katar’ın bol parası var diye; 1970’lerin başında oluşturulmaya başlanan bu yapı karıştırılmamalıdır. Bu, turizmde sözün bittiği yer noktasına gelen sürecin siyasi boyutudur. Konunun ekonomik boyutuna da yarın bakacağız.
Günün sözü
“Seni affedecek kadar olgunum ama tekrar güvenecek kadar aptal değilim.”
(W. Golding)
‘İmar dosyası’ gelince kimse İstanbul’u düşünmüyor
İBB meclisinde yine rekor kırıldı
İBB genel kuruluna, geçen temmuz ayında, ağustos tatilinden önce imar komisyonu ile ilgili olarak 65 rapor gelmişti; ama temmuzun toplamı 148 idi.
Bu yılın temmuz ayına gelirsek... Önceki gün tam 500 sayfa ile 148 rapor geldi. Bu ikinci rekordu. Temmuzun toplamını alırsak; yine bir günde 100’e yakın imar ve bayındırlık komisyonu raporu geldi. Aylardır bekleyen sorunlu dosyalar AKP grubunda tartışma yarattı; ancak yine de ‘temizlendi’, aklandı ve
paklandı.
Bayram’dan önce herkes ‘kısmetini’ aldı; dersler çıkarılmadı.
Kamuoyundaki eleştirilere karşın AKP ağırlıklı Meclis’ten rapor hiçbir engellemeye uğramadan geçti. Sonuçta İstanbul önceki yılki ‘Kara Cuma‘ gibi bu kez de ‘Kara Çarşamba’yı yaşadı; İstanbul biraz daha betonlaştırıldı ve yoğunlaştırıldı.
CHP 27 rapora ret oyu kullandı ama sayısı nedeniyle engellemeye her zamanki gibi yetmedi. 300 kişilik İBB’de AKP ve CHP’den 80 kişinin bulunması dikkati çekti. AKP grubunda bu kadar çok plan değişikliğinin vermiş olduğu rahatsızlık bazı üyelerin yüzlerinden okundu. Hatta bazı AKP’liler “Bugün tuttuğumuz oruçlar boşa gitti” diye konuştu; bazıları da Meclis’e katılmayarak “Oy verip İstanbul’un katline ortak olmak istemediklerini” ifade ettiler.
Bu kadar imar dosyasının geçirilmesinin bir başka nedeni de; ya erken seçim olursa endişesine bağlandı.
Sağ, İBB’de hızlı başladı
HÜSEYİN Sağ, burnundaki sargıları çıkardıktan sonra İBB çalışmalarına hızlı başladı; “Kafa dinlemedim, hırsızlık ve yolsuzlukla ilgili dosyalar üzerinde çalıştım” dedi ve bir grup CHP’li meclis üyesiyle Kadir Topbaş’a, Reza Zarrab’ın kaçak yalısı, Maltepe Üniversitesi’in kampusu, Emirgan Sütiş’in kaçak terası ile Naciye Sultan Korusu’nun kaçak havuzu ve otoparkı için ne gibi işlem yapıldığını sordu ve “Boğaziçi İmar Müdürü İstanbul’a niye sahip çıkmıyor” diye sordu.
Nafile turları atmayın
ATATÜRK’ün ölümünden sonra Türkiye’nin DNA’ları ile oynamaya çalışan birçok grup ortaya çıktı. 2. Dünya Savaşı sırasında Cumhuriyetimizin üzerinde faşizan rüzgârlar estirmeye çalıştılar, tutmadı. 60’lı 70’li yıllar, bu kez sahneye Marksist ve Leninistler çıktı, tutmadı. 80 darbesinden sonra isyancılar, İkinci Cumhuriyetçiler ve bölücüler işbirliği yaptı, onlar da tutturamadı. Bütün bu gruplar şanslarını denediler ve algı yönetimine geçtiler.
“Demokratikleşiyoruz diyerek askeri vesayet altında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldırdılar. Sonuçta yaptıkları ayak oyunları, hilebazlıklar, sahtekârlıklar hepsi ortaya saçıldı. Bütün bunlar gösteriyor ki; Türkiye Cumhuriyeti devletinin DNA’ları ile oynamak kimsenin harcı değil.
Türkiye’de halk toplumsal direniş gösterdi. Gezi olaylarında, Soma’da, Artvin’de. Bunların hiçbirisi mevcut hükümeti yıkma teşebbüsü değildi. Sadece iktidara ayağını denk al mesajı idi.
En büyük direnişler aslında spor salonlarında ve futbol sahalarında oldu. Futbol maçlarını seven yöneticiler maçlara bile gidemez oldu. Rabia işareti yapanlar Artvin’de Rabia Ana’ya çarpıldılar. Takdiriilâhi.
Müslüman gençlik yaratma hedefi kursaklarında kaldı. Dershaneler ellerinde patladı, Avrupa Birliği ve çözüm Süreci eski bir masala döndü. Dün seçime girdiler, yaklaşık 2.5 milyon oy kaybettiler. Yarın da emin olabilirsiniz ki ondan daha fazla oy kaybederler.
Atatürk’ün gençliğe olan mesajının her satırını, her kelimesini dönüp dönüp bir daha okuyun. Türkiye Cumhuriyeti devletini sınamayın. Türkiye Cumhuriyeti devleti şaka yapmaz, son toplamda kendisi ile de oynatmaz. ‘Ya devlet başa ya kuzgun leşe’ prensibi işler ve bütün gruplara pardonu çeker. Bu Cumhuriyet’i içeride ve dışarıda yıkacak güç yoktur. Boşuna nafile turları atmayın, kendinizi de rezil rüsva etmeyin. Bunları anlamayanlar varsa, fazla uzak değil yakında anlarlar.
Abidin AYDOĞDU
Paylaş