TÜRBAN konusunun nereden geldiğini ben de iyi hatırlıyorum ve bunu sizinle paylaşmak istedim.
1985 civarında bölüm başkanlığı yapıyordum, şu andaki bölümümde. Sıkmabaş sorunu ufak ufak başlıyordu. YÖK Başkanı Prof. İhsan Doğramacı idi. Sayın Doğramacı’yı ben iki birbirine zıt yüzü olan biri olarak tanıdım yıllar içinde. Biri Türk eğitim dünyasına iki üniversite (Hacettepe ve Bilkent) kazandırmış olması. Diğeri ise bu amaçlarına varabilmek için her türlü tavizi verebiliyor olmasıydı. YÖK Başkanı olarak ODTÜ gibi üniversitelerin en az gelişmiş üniversitelerle aynı torbaya sokulmasına, bütçe sisteminin özgürlüğünü yitirmesi ve buna bağlı olarak personel erozyonuna ve bir dizi ayak bağlarına dolanmasına yol açarken, Bilkent’e butün bunları sağlıyor ve üstüne üstlük Bilkent’i ODTÜ’lülerden kurabiliyordu. ODTÜ’den esirgediği ya da aldığı her şeyi Bilkent’e veriyordu böylece. YÖK Başkanı olarak ilk özel üniversite olan Bilkent’e devlet yardımı alabilsin diye dini vakıfların eğitim kurumu kurmalarında da ve devlet yardımı almalarına olanak sağladığını gazetelerden okuyorduk.
DEMİREL VE ERBAKAN
Bunların palazlanmasına da göz yumuyordu. Bu arada YÖK Başkanı olarak Sn. Doğramacı üniversitelerde takılabilecek türbanın tanımını da bir resim eşliğinde yolladı bizlere. "Mevhibe İnönü’nün turbanı" gibi olabilecekti yasal olarak kabul edilen türban... Onden (alından) ve arkadan (enseden) birer tutam saç görünmelidi. Bu taviz daha sonra yaşadıklarımızın bir yerde açılış noktasını oluşturuyordu.
Tabii ki buna da uyulmadı ve sıkmabaş özellikle politikacıların desteğiyle (ki ben burada Sn. Demirel’i de, en az Erbakan kadar sorumlu tutuyorum) açılan delik genişletildi ve bu güne gelindi. Onun için Sn. Doğramacı’nın sorumluluğu çok yüksek boyuttadır.
ERDOĞAN’IN KONUŞMASI
İkinci bir konu ise Başbakan’ın konuşma şekli... Rektörlere tepki gösteriyor. Eğitimle ilgili tabii ki konuşacaklar. Onlar konuşmasın da kim konuşsun? "Kim oluyorsun, haddini bil, sen isine bak, vb. " diye hakarete varan bir tavirla nasıl konusabilir Başbakan?
Özal’dan beri bir ’atanmışlar ve seçilmişler’ ayrımı çıkardılar, atananlar (bizler) hor görülüyoruz. Para kazanıp politikaya atılanlar, ya da tersi, politikaya atılıp para kazananlar onca yıl eğitim görenlere göre üstün tutuluyor. Bir profesörün yetişmesi için en az 32 yıl eğitim görmek gerek. Bir Başbakan olmak için ise lise mezunluğu yani 12 yıl eğitim almak yeterli. Tabii ki başka özellikler de gerekiyor ama insaf, bir rektor de kolay yetişmiyor.
Bu sözüm tarikat rotalarından profesör olup sonradan unvanları geri alınan kolay profesörler için geçerli değil tabii. Yargıya da, politikacılara da ’bunlar’ diye hitap edebiliyor başbakan.
Bu kadar yüksek göreve gelen kişi bir Başbakan tarafından aşağılanmamalı.
Çok tehlikeli bir durum; ne istersen yaparım hali. Ben bunları bir vatandaş olarak hazmedemiyorum ve bunu halk olarak da hak etmediğimizi düşünüyorum.
Vasıf HASIRCI-
ODTÜ öğretim üyesi
GAZETECİ-yazar Uğur Mumcu, 15 yıl önce 24 Ocak 1993 günü, bir suikast sonucu şehit oldu.
Saygı ile anıyoruz.
DigitürkPlus maceram
SİZE, pek çok mecrada reklamlarla boy gösteren ’DigitürkPlus’ maceramı kısaca anlatmak istiyorum.
6 yılı aşkın süredir Digitürk üyesiyim. 6 Ocak’ta DigitürkPlus satın almaya karar verdim.
Ankara Digitürk, 5 dakika sonra bana dönerek kurulum yapabileceğini bildirdi. Yeni cihaz, 899 YTL ve ayrıca aylık 10 YTL’de kayıt bedeli alınacağı bildirildi. 6 yılı aşkın süredir üye olduğum için de belli miktarda indirim yapıldı.
Digitürk ekibi, 18.00 civarında evime geldi. Önce, bir başka kutu getirerek eski kutunun yerine takmak istediler. Kendilerine "bu nedir?" diye sorduğumda, "yeni kutu" diyerek işlerine devam etmeye çalıştılar. Uyararak, "ben yeni kutu istemiyorum, eski kutudan şikayetim yok.DigitürkPlus almak istiyorum" dedim. Bu kez, "yanlış anlamışız" diyerek gidip başka bir kutu getirdi. Ben, bunun da yanlış olduğunu ifade ettim. Bu kez aşağıdaki arkadaşıyla konuşarak, "Bu eve DigitürkPlus takılması gerekiyormuş" dedi ve diğer arkadaşıyla birlikte bir süre sonra geldiler.
Yani, iki kişilik ekip, 3. defada eve ne kurulacağını anlayabildi.
Kablo bağlantılarını yaptıktan sonra, HD yayın farkını görme heyecanıyla beklemeye başladık. Bu arada, Digitürk ekibi İstanbul’daki teknik servisi benim telefonumdan defalarca aradı, bir türlü sağlıklı anlaşma sağlanamadı. Bir süre sonra, irtibat kuruldu ve benim cihaza sinyal verildiği söylendi.
OLMUYOR, OLMUYOR
Ancak ellerinde kumanda ile kurcalayıp durdular; yayın gelmedi. Ben bu kez İstanbul’daki Müşteri Hizmetlerini arayınca bana "TRT 1’i açın, hiç dokunmadan 30 dakika bekleyin" dedi. Ben de telefonu Digitürk ekibine verdim. Müşteri temsilcisi, bunların suratına telefonu kapattı.
21.25 dolaylarında evden ayrıldılar. Hala yayın gelmemişti.
Gerisini kısa kesmek istiyorum; çünkü ayrıntısı sizleri sıkacaktır.
’Yayın’dan ne anlarsınız? Süreklilik. Tabii ki öyle bir şey yok.
Aradığım Müşteri Hizmetleri bin türlü mazeret uyduruyor. Yazılım eskiymiş filan. Zaten sistemi satın alalı 12 gün olmuş. Ne zaman eskidi bu yazılım? Üstelik, kullanma kılavuzunda "Yazılım yenilemelerinin otomatik yüklenmesi için cihazınızı standby konumunda bırakın" deniliyor ve ben sürekli standby konumunda bırakıyorum.
Sonunda karşımdaki kişi bir de ukalaca "bu satın alma işlemini iptal edebiliriz belki" gibi bir ifade kullanmaz mı? Sanki ben bir hata yapmışım gibi. Sinirlerim yıprandı. saatlerce telefonla konuşmak zorunda kaldım. Cihazla yapmak istediğim hiçbir şeyi de yapamadım.
Cihazın gerçekten doğa üstü güçleri varmış. Beni kısa sürede çileden çıkardılar.