Soru HÖH değil, HŞHP!

ÖNCEKİLERLE kıyasla 12 Mayıs seçimlerinde Bulgaristan’daki Türklerin çoğunluğu iki partiye oy verecek.

Haberin Devamı

Türklerin oyları 23 yıldır siyasi sahneden inmeyen Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi (HÖH) ile yeni kurulan Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) arasında dağılacak. HÖH’ün oy kaybetmesi beklenirken, meclise girip giremeyeceği sorusu gündemde değil. Ancak HŞHP’nin yüzde 4’lük barajı aşarak meclise adım atıp atamayacağı sorusu cevabını bekliyor. Seçimler öncesinde yapılan kamuoyu anketleri net bir istikamet ortaya koymuyor; bazıları HŞHP’nin barajı aşamayacağını gösterirken, bazı kamuoyu anketleri ise HŞHP’nin Ulusal İstikrar ve Kalkınma Hareketi Partisi (NDSV) ile koalisyona giderek meclise girme şansını arttırdığını savunuyor. Öğretim üyesi ve Bulgaristan Sosyologlar Birliği Başkanı Prof. Mihail Mirçev, asıl sürprizin büyük partilerde değil, küçük siyasi oluşumlardan geleceğini söylüyor. Mirçev, böyle bir sürprizi HŞHP’nin de yapmasını bekliyor. İki büyük parti GERB ve BSP’nin sabit seçmeninin bulunduğunu hatırlatan Mirçev, sandıktan kimin bir adım önde çıkacağının anlık gelişmelere göre değişebileceğini belirtiyor ve HŞHP’ye şans tanıyor. HŞHP’nin 12 Mayıs seçimlerinde sürpriz yapması beklenirken, 2009 yılındaki seçimlerde aldığı toplam 610 bin oyu bu seçimlerde 800 bine çıkaracağını vaat eden HÖH’ün önemli ölçüde oy kaybetmesi kaçınılmaz görünüyor. Yine önceki seçimlerle kıyaslandığında artık Türkiye’den kayıtsız şartsız destek alamayacağını göz önünde bulundurursak HÖH’ün oy kaybı pekişiyor. HÖH’ün oy kaybedip kaybetmeyeceği sorusunun cevabı çoktan verildi. Cevabı aranan soru ise HŞHP’nin meclise girip giremeyeceği. Sual, 12 Mayıs günü cevabını bulacak. O zamana kadar ise sağlıklı cevap verebilecek kimse yok.
Nahit DOĞU-Gazeteci-SOFYA

Haberin Devamı

Trakya insanı kandırılıyor

HAVAALANLARI, köprüler, kanallar yapmak üzere temel açıyoruz ama Ergene için verilen sözler unutuldu mu? Ergene Platformu bu sorunu sorguluyor:
2011 de açıklanan Ergene Havzası Koruma Eylem Planı üzerinden iki yıl geçti. Biz takipçi olacağız dedik. Trakya halkına 20 yıldır değişik yetkililer, siyasetçiler sözler ve vaatler veriyor. Hiçbir yetkilinin, hiçbir siyasetçinin açıklamalarını hiçbir zaman unutmadık. 2013 yılı sonunda nehir kirliliğinin % 50 azalacağını söyleyen, Ergene Nehri’nde ciddi iyileşme başladığını söyleyen, 2013 sonuna kadar nehirde balık tutulup yüzüleceğini söyleyen yetkililer de oldu.
Ancak yetkililerden 2012 yılında Ergene Nehri kirlilik ölçüm sonuçlarını yazılı olarak istediğimiz halde bizlere ve kamuoyuna kirlilik değerleri hâlâ açıklanmamıştır. Son beş yılın yaz ayları kirlilik ölçüm değerlerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı yasal bilgi edinme hakkımız çerçevesinde açıklamak zorundadır.
Bildirimsiz çeltik eken çiftçiye dönüm başına 72 TL ceza kesen Çeltik Ekim Komisyonları Ergene Nehri’ni kirletenlere karşı bir şey yapmış mıdır? Ergene Havzası’nda kirlilik nedeniyle sulu tarım yapılamayan onbinlerce dönüm tarlanın 20 yıldır süren ekonomik ve sosyal kayıplarının karşılanması için Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı hiçbir adım atmış mıdır?
Siyasi iktidar çiftçinin karagün dostu olduğunu söyleyen devlet kuruluşu Toprak Mahsulleri Ofisi’nin getireceği 100.000 ton ithal pirinçten gümrük vergisi alınmayacağını açıkladı. Çiftçiye üretme diyen bu kararı alabilen siyasi iktidar Ergene Nehri’ndeki kirliliğin derhal önlenmesi için neden 10 yıldır bekliyor? Açıklanan TRAKAB bölge planının üzerinden 4 yıl, Ergene Havzası koruma eylem planının üstünden iki yıl geçtiği halde Ergene’de neden ciddi iyileşme yok?”

Haberin Devamı

Balıkesir’deki lahit soruşturması ne oldu

TÜRKİYE’nin en önemli arkeoloji yazarı Özgen Acar, geçen yılın ‘Aktüel Arkeoloji dergisinin eylül-ekim sayısında ’Dubai bağlantılı’ ilginç bir tarihi eser kaçakçılığı öyküsünü anlatıyordu.
Buradaki bilgileri 9 Eylül 2012’deki köşemizde ‘Çakma tarihin perde arkası’ başlıklı yazıda anlatmıştık. Hem İngilizce, hem de Türkçe basılan dünyanın sayılı dergilerinden biri olan ‘Aktüel Arkeoloji dergisinin bu yazısı dünyada yankı uyandırırken, biz de bu olayı köşemizden aktarmıştık.Evet gündeme Balıkesir bağlantılı iki sahte lahit olayının içyüzü geliyordu. Ne Balıkesir Valisi, ne yargısı ve de ne Kültür ve Turizm Bakanlığı işin üzerinde hiç durmadılar. Bize bu konuda yurtdışından çok sorular soruldu. “Tarihi eser kaçakçılarının Türkiye’den yaptığı ‘soygunlar’a karşın Alman makamlarının yetersiz mücadelesi neden ciddiyetle sorgulanmıyor? Coğrafyamızdaki değerlerin kıymeti neden bilinmiyor?” Ne kadar acıdır ki; ne coğrafyamızın, ne ormanlarımızın, ne çayırlarımızın, ne sahillerimizin kıymetini biliyoruz. Bu ülke ‘yağma’ ve ‘dolandırıcı’ ülkesi olamaz.

Haberin Devamı

Biliyor musunuz

17 NİSAN 2009’den beri Ergenekon’dan Silivri’de tutuklu bulunan eski İnönü Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun ağır hastalığı nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesi için change.org.tr sitesindeki imza kampanyası hazırlandığını... TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın, 3. havalimanı ihalesinin iptali için, 22 Nisan 2013 tarihinde halkın görüşüne açılan ÇED Raporu’nun, 10 işgünü boyunca görüşlere açık tutulması, gelen görüşlerin ardından nihai hale getirilmesi, 10 işgünü süresi dolmadan ihalenin 3 Mayıs’ta yapılması gereği üzerine ‘Oda’ olarak iptal davası açacaklarını belirttiklerini... MERSİN’de barış süreci kenar mahallelere yaradığını, Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Taş atılıyor’ diye yaklaşık 1 yıldır iptal ettiği Tozkoparan Mahallesi, Siteler, Çay Mahallesi’ndeki otobüs seferlerinin ‘barış süreciyle’ birlikte yeniden başlatıldığını...

Haberin Devamı

OKUYUNUZ

Atatürk, Başkanlık rejimine karşıydı

MALTEPE Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, araştırmalarında Atatürk’ün başkanlık rejimine karşıydı görüşüne varmış.
Çekiş’in araştırmasında özetle şöyle deniliyor:
„Türkiye Cumhuriyeti 3. Dönem seçimlere hazırlanıyordu. Öte yandan ülke de çok zor günler geçiriyordu. Yüzyılların ihmali sonucu, devletin önemli bir ihraç kalemi yoktu. Hangi sanayi ürünü, batılı sanayi ülkelerine nazaran daha kaliteli üretilip daha ucuza satılacaktı da, elde edilecek gelirlerle bu yatırımların finansmanı sağlanacaktı?
Buna rağmen hükümet çok önemli yatırımlara girişiyor, demiryolları projesi büyük bir hızla sürüyor, gereken finansmanı sağlamak için ise, halkın sırtına takatinin üzerinde vergi yükleniyordu. Adeta en büyük yatırımlar, bir neslin sırtından çıkarılmaya çalışılıyordu, çiftçi perişandı. Henüz hiçbir ülkeden uygun kredi de alınmamıştı. Kendi yağımızla kavrulmak zorundaydık. İyi ama kavrulmak için gerekli olan yağ bile yoktu ki ortada! İsmet Paşa ve hükümetinin işi gerçekten zordu.
Halk mutsuzdu.
Bütün bu gerçekleri bilmesine rağmen, Paris’ten her gelişinde Fethi (Okyar) Bey’in en büyük eleştirileri de, hükümetin izlediği bu ekonomik politikalar üzerine olmaktaydı. Atatürk sonunda da Fethi Bey’den kendisinin gelip bir muhalefet partisi kurmasını rica etmiş, her desteği sağlayacağına da söz vermişti. İşte Serbest Fırka böyle kurulmuştu.
Bu esnada ülkedeki hakim görüş iki noktada toplanıyordu: (1). Vergiler ödeme gücünün üstündeydi. Bazı teşebbüsler zamansız ve yersizdi. Bunların finansı tek bir nesilden çıkartılmaya çalışılmamalıydı. (2). Hükümet ve taşradaki yöneticiler halka karşı sert davranıyorlardı. Özgürlükler kısıtlanıyordu. Halk genel olarak mutsuzdu.
Çözüm olarak varılan ortak görüşe gelince, en iyisi Atatürk fiilen işin başına geçmeliydi. Hükümeti fiilen o yönetmeliydi. Oysa ekonomi yönetimi farklı bir şeydi. Buna rağmen Gazi’ye o kadar güveniyorlardı ki, onun her sorunu çözeceğinden emindiler. Üstelik bu tartışmalar basında bile yer alıyordu. Bunları elbette İsmet Paşa da okuyordu. Şimdi de karşısına Fethi Bey çıkarılmıştı. Bütün bunlar İsmet Paşa’yı geriyordu.

Atatürk “başkanlık” önerisini reddediyor.
Aynı günlerde gazetelerde doğrudan Atatürk’e yönelik bir takım yazılar görülmeye başlandı. Bu gazetelerden biri, güya Fethi Bey’in Atatürk’e “yaşam boyu” cumhurbaşkanlığı önerdiğini yazmıştı. Tamamen uydurma olduğu anlaşılan bu haber derhal tekzip edilmiş, fakat yankıları sürmüştü. Gazetelerin Ankara temsilcileri bu vesileyle ve kamuoyunu aydınlatmak için Atatürk’ü ziyaret ettiler. Sordukları soru şuydu:
“Farz edelim ki size böyle bir teklif yapıldı. Yanıtınız ne olurdu? ”
Atatürk şu yanıtı vermişti:
“Bana öteden beri bu ve buna mümasil tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve efkârı umumiye bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hakimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk Milleti, benden daha iyi takdir eder.”
Atatürk bu ifadesiyle, kendisine hilafet hatta saltanat hakkında yapılan önerileri nasıl şiddetle reddettiğini anımsatmak istiyordu. Kurduğu partinin ölünceye kadar başkanı olması yolunda yapılan teklifi de aynı düşünceyle reddetmişti. (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Cilt.2, s.435, Yapı Kredi Yayını, 1973).
27 Nisan 1931’de Atatürk 3.kez Cumhurbaşkanı seçilmiş; hükümeti kurmakla İsmet İnönü’yü görevlendirmişti. Atatürk’ün israrı üzerine hükümeti kurmakla İnönü’yü görevlendirdi Atatürk… Bir önceki hükümetten 4 bakan değişmişti. Bu vesile ile, Akşam gazetesi başyazarına demeç verirken, sözün arasında, “ …Eğer İsmet Paşa hükümeti kurmayı kabulden kesin olarak çekinmiş olsaydı, başvekilliği bizzat üzerime almaktan başka çare kalmazdı: Ya ben, ya İsmet Paşa.” demişti. Bu demeç basında derhal, “acaba bizde de ABD’ndeki gibi başkanlık sistemi mi kurulacak?” şeklinde yorumlara yol açtı. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa, Fethi Bey, Serbest Fırka’nın Genel Sekreteri Nuri Conker ve bazı milletvekillerini Köşk’e davet ederek, onlara şu açıklamayı yapmak gereğini duymuştu:
“Arkadaşlarımız içinde başvekillik yapacak zevat çoktur; fakat bütün bu arkadaşlarım da dahil olduğu halde, milletin umumi temayülü (eğilimi), benim şu veya bu zaruret karşısında Başvekil olmamı icap ettirirse, bu vazifeyi kemalî tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda Reisicumhurluğu üzerimde bulundurmamın elbette kanunî imkânı yoktur. Benim alacağım bu yeni vaziyeti muhtelif tarz ve manalarda kötüye yorumlamak…hiç de makul ve mantıkî değildir.
Amerika sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, Reisicumhurlukla Başvekâleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malûmdur zannederim. Bugünkü şartlar içinde, bir hükümetin millet ve memleket menfaati için takviyesine maruf herhangi sözümü, bin türlü malayanilerle istismar etmeye kalkışmak isteyenler, çok bedbaht adamlardır. Akşam gazetesi başmuharririne söylediğim sözler, benim ağzımdan çıkmıştır ve icabında daima tekrar olunacak sözlerdir.”

Tek çıkar yolun, Devlet Başkanının aynı zamanda fiilen Başbakanlık görevlerini de üzerine almasından geçtiğine ilişkin yazıları Atatürk görmezden geliyordu ama bir gün Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak da bu konuyu açtı ve görüşünü sordu.
Soyak’a döndü ve bu tür “tek adam” yönetimlerini katiyen onaylamadığını, bunun kadar budalaca bir düşünce olamayacağını söyledi. Sonra da devam etti:
“Şaşarım, o efendilerin aklı perişanına. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsî idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri de budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir.
“Hadi diyelim ki ben de bu gaflete düştüm. Vekâletlerin yürütmekte oldukları işlerin büyük kısmı bilgi ve ihtisas isteyen konular olduğuna göre, ben Hariciye ve Milli Müdafaa Vekâletlerinden başka yerde nasıl faydalı olabilirim? Bu iki vekâlette, yüksek dış seyahatimizin idaresi ile, yurdun müdafaası esbabını hazırlamak işlerinde zaten sorumluluk mevkiindeki arkadaşlarla daimi temas halindeyiz. Bu arkadaşlara aklımın erdiği kadar yardım etmeye, faydalı olmaya çalışıyorum.
Diğer sahalarda pek açık olan ihtiyaçlara, durmadan ilgililerin dikkatini çekiyorum. Meselâ umumi kültürü yükseltmek, bir taraftan memlekette ziraat işlerini yeni vasıta ve usullere göre düzenlemek, verimi arttırmak, diğer yandan da ölçülü bir programla muhtaç olduğumuz sanayi kurmak lâzımdır diyorum.
Bunları imkân nispetinde süratle tahakkuk ettirmek, tamamen mesuliyet ve ihtisas sahiplerinin işidir; oralarda benim ortaya atacağım yanlış mütalâalar vazife sahibini şaşırtabilir, tereddüde düşürür. Bu suretle mutlaka aksi tesir yaparak, memlekete fayda yerine zarar getirir.“ (Soyak,a.g.e, s. 407).
Başkan olması önerilen Atatürk’ün, bunu reddederken ileri sürdüğü gerekçeye bir bakar mısınız? “Ya memlekete fayda yerine zarar getirirsem?...”
Ne Atatürk’müş ama!...

Yazarın Tüm Yazıları