Paylaş
Son 40 yıldır çektiği fotoğraflarla “Ne oldu sana balık!” adlı belgesel nitelikte bir kitap hazırlığının içinde olduğunu belirterek “Balıkçılar zannetmesinler ki balıkçılığı yalnız kendileri biliyorlar” diyor Can...
Bugün 1 Eylül (Ayrıca esas Dünya Barış Günü)... Balık yasağının kalktığı gün; ‘Rastgele’ deniyordu eskiden... Onurlu bir balıkçılık yapılıyordu; çevreye ve denize hiçbir zararı olmadan ‘balık katliamı’ yapılmadan...
Ve gayrimüslimleri bir kenara bırakalım; özellikle de Ermenileri...
1971’de, 1380 sayılı Su Ürünleri Sirküleri yayınlandı bir gün... Balıkçılık sektörüne büyük imtiyazlar tanındı; gümrük muafiyetinden krediye, naylon ağlardan son sistem radarlara kadar filoları güçlendirildi. Doğru bir şeydi...
Bugünkü güçlü ‘donamını’ gördükçe buna ‘elektronik balıkçılık’ demek gerekiyor.
LÜFER VE PALAMUT
Kadir Can, denizcilik ve balıkçılık üzerine 40 yılın bir özetini yapıyor:
“Denizlerimiz 1970’li yıllara kadar bakirdi. Birçok balık türü (böcek, ıstakoz, karides gibi) Boğazlar ve Marmara, Karadeniz’e üremek için gelen balıkların geçiş güzergâhıydı. Lüfer ve palamut gibi ekonomik değeri yüksek gezginci balık türleri her yıl yaptıkları periyodik seyirlerinde Karadeniz’e çıkıp yumurta döktükten sonra geri dönüyorlar. Yerli balıkların yanı sıra gezginci olarak nitelenen bu balıklar geçiş yaptıkları süreler içinde ilkel usullerle avlanırken, 1970’lerden sonra balık sürüleri saldırıya uğramaya başladı. Devlet desteğiyle sağlanan teknolojik imkânlarla ‘tecavüz’ başladı; buna katliam, yağma ve kırım da denilebilir.
- Balıkçılara tüm olanaklar sağlanırken denizlerimizle ilgili hiçbir araştırma, canlı türü ve stok belirleme çalışması yapılmadığı gibi avlanmaya karşı bir sınırlama da getirilmedi, hele teknenin boyu, motorunun gücü, ağ derinliği vs. ulusal kurallara hiç uyulmadı. 1970’lerde İstanbul’un nüfusu 10 milyon bile değilken, sınırsız şekilde tutulan avcılıkta fiyat dengesi oluşmadığından kasalarla denize döküldü tonlarca balık ve hatta kamyonlarla çöplüklere taşındı. Kılıç, uskumru, kolyoz, kalkan, mersin ve orkinos gibi balık türleri yok edildi bu avcılıkla... Denizlere ve balıklara karşı aşırı avlanma yani ‘tecavüz’ sürüp gitti. Sarıyerli balıkçı arkadaşların dedelerinin zamanındaki kofanadan iki alt kümeye, çinakopa kadar düştük. Arz ve talep dengesi hiç dikkate alınmadı.
İTHAL VE ÇİFTLİK BALIĞI
- ‘Balık çiftlikleri’ ve son yıllarda da ‘ithal balık’ gelmeye başlayınca balıkçılar ‘ucuz mazot’ diye bağırmaya başladılar. Aslında kendilerine “Artık yeter, dur” denilmesi gerekirken aksine ödüllendirildiler.
Çiftçiye böyle bir olanak sağlanmadı. O mazotu gerçek fiyattan aldı; balıkçı ise ÖTV’siz yarı fiyata (yaklaşık 1.5 TL)...
- Türk toplumu nedense balığı seçmedi. Devlet desteği ile denizler tahribata uğratıldı, balık türleri yok edildi. Ne yazık ki, bu durumdan bihaber olan bazı STÖ’ler ‘Seninki kaç santim’ ve ‘Bakana kalem’ gibi kampanyalar düzenlediler; ‘lüfer’in yok olmasına karşı... Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin balıkçılık bakanı yok olduğuna göre soruna Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak Mehdi Eker müdahil olmak durumunda kalıyor. (Eker, veteriner olduğundan hayvancılığı iyi bilir; sizin çok yazdığınız anguslar gibi...) Ama bir tespit yapmak gerekiyor. Eker, STÖ’lerin isteği olan 25 santim olsun isteğine en az bir ‘balıkçı reisi’ kadar direnmiş, 18 mi, 19 mu derken, 20 cm’yi kabul etmiştir. Ama bundan sonra 20 cm’den küçük lüfer avlanamayacak; bununla da balıkçılığımızda 40 yıldır süren bilinçsizlik, keşkemeş ve vurdumduymazlık anlayışı hüküm sürecektir.
GÜNÜN SÖZÜ
“Neyimiz varsa, eğer bağımsız bir devlet olmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak; yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve düşüncemizi Arapların pençesinden kurtarmışsak; şu denizlere bizim diyor bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.” Falih Rıfkı ATAY
Çinakopçular farkında değil
KADİR Can devam ediyor:
“Bakan Eker resmi AA’ya bir demeç vermiş; “Çinakop olarak da adlandırılan küçük boydaki balıkların avlanmasının engelleneceği ve bu balıkların biraz daha büyüyüp ekonomik boya geldiklerinde avlanmasının balık varlığının daha iyi değerlendirilmesini sağlayacağını” söylüyor. Bu sözlere, çinakop kampanyası yürütenlerden bir tepki geldi mi? Eker’e “Sayın Bakan, çinakop biraz büyüdüğü zaman ekonomik boya gelmez, sarıkanat olur. Bırakın çinakopu, sarıkanatı da yasaklamış oldunuz” demek kimsenin aklına gelmiyor. Çünkü, onlar da hâlâ olayın farkında değiller!
ÇİNAKOPTAN KOFANAYA
Defneyaprağı, çinakop, sarıkanat, lüfer, kaba lüfer ve kofana aynı balık türünün küçükten büyüğe doğru olan isimleridir. Yeni düzenlemeye göre bu balıklardan defneyaprağı, çinakop ve sarıkanatın avlanması yasaklanmıştır ancak Bakan Eker’in çinakoptan ‘Küçük boydaki balık’ tanımlamasıyla ‘Balık baştan kokmuştur’ ve bundan sonra yaşanacak keşmekeşin habercisidir.”
Papandreu Batı Trakya’daki mülkler için ne düşünüyor
TÜRKİYE, gayrimüslim azınlıkların vakıf mallarının iade edilmesi konusunda ‘tarihi bir adım’ attı.
Lozan Barış Antlaşması ile güvenceye alınan cemaat vakıflarının yaşadıkları problemler karşısında hükümet, çözüm odaklı inisiyatif kullandı.
Buna karşılık yine Lozan ile vakıf malları güvence altına alınan Batı Trakya Türk azınlığının vakıflar konusunda yaşadığı problemler (Yunan) hükümetiniz tarafından ısrarla görmezden geliniyor. Hükümet, vakıflar konusunda yaşanan problemleri çözmek amacı ile 2008 yılında bir yasa çıkardı. Ancak bu yasa çözüm üretmekten ziyade mevcut sorunu daha da karmaşık bir hale soktu. Hükümet, Türk hükümetinin bu tarihi kararından yola çıkarak Batı Trakya Türk azınlığının vakıf mallarını iade etmek için adım atmalı... Azınlık’ın taleplerine daha fazla kulak tıkamamalı. Ancak bu şekilde dürüst ve samimi bir azınlık politikasından bahsetmek mümkün olacaktır.
Halit Habipoğlu (Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu Başkanı)
DÜZELTME: Arnavutların, Türk mezar taşlarıyla ilgili yazıda adı geçen Debre kentinin Kosova değil, Makedonya Cumhuriyeti sınırları içinde olduğunu bildiririz. Düzeltir, özür dileriz.
Paylaş