DANIŞTAY, idarenin eylem ve işlemlerini denetlemekle görevli Anayasal bir kurumdur.
Kanunla gösterilen belli davalara ve ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.
Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nca gönderilen kanun tasarıları hakkında düşüncesini bildirmek, tüzük tasarılarını ve imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini incelemek, idari uyuşmazlıkları çözümlemek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.
Başbakan, türban kararı sonrasında Danıştay’a ’örtülü’ eleştiriler yapmıştı.
Danıştay ise, türban konusundaki açıklamaların Anayasa’ya uygun olmadığını bildirmişti.
Peki Danıştay’ı türban kararı nedeniyle eleştiren Başbakan’a siyaset yolunu kim açmıştı?
Danıştay...
Başbakan ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Danıştay’ın kararını kamuoyu önünde kınıyor.
Biraz gerilere gidersek.... Erdoğan’ın siyaset yapmasına, milletvekili seçilmesine ve Başbakan olmasına yol açan Danıştay değil mi?
Erdoğan hakkında ’siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan amaçla cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülün amacına yönelik cürüm işlemek’ eylemlerinden soruşturma yapılması için İçişleri Bakanlığı’nın verdiği soruşturma izni, Danıştay 2. Daire tarafından 11.12.2001’de iptal edilmişti.
Hakkındaki iddiaların bir kısmı ’Rahşan Affı’ kapsamına girmiş, bir kısmı zamanaşımına uğramış, bir kısmı için de yeterli delil olmadığına karar verilmişti.
Yani savcılıkların ve Ağır Ceza Mahkemeleri’nin görevini ihtisas alanı olmamasına rağmen, yüksek idari yargı organı Danıştay 2.Daire’nin üstlenmesi, bazı çevrelerde ’Danıştay yargılanmasına engel oldu" eleştirisine yol açmıştı.
Başbakan bugün "Hukuk bireyi değil, devleti koruyor" diyor.
Danıştay, o zaman ’bireyi’ korumuştu; yani Tayyip Erdoğan’ı...
Başbakan sırtına hukuk zırhını geçirdikten sonra iktidar olmuştu.
Erdoğan, Başbakanlık koltuğunda hangi Anayasal kurulun sayesinde oturduğunu bugün unutmuş görünüyor. Aynı zamanda kendisi hakkında karar veren 2. dairenin, bugün türban kararını da verdiğini...
Yargı işine gelen kararlar verirse iyi, işine gelmeyen karar verirse tu-kaka!..
Biraz ayıp olmuyor mu?
Güler Sabancı’nın dikkatine sunarım
SAYIN Güler Sabancı yaptığı son açıklamasında "Eğitim ve hukukta reform şart" diyerek demeç verdi. Ben rahmetli Sakıp Sabancı sağken, Demir Sabancı tarafından ABD’ye burslu öğrenci olarak gönderildim. Bir yıl bursum verildi. Sakıp Sabancı vefat etti. Demir Sabancı, Holding’den ayrılınca Güler Sabancı hiçbir neden yokken bursumu kesti. Florida Üniversitesi’nde Uluslararası Ticaret Hukuku okuyorum. ABD’de Hukuk Fakültesi’ne girmek çok zordur. Önce bir fakülte bitirilir, Hukuk Fakültesi’ne daha sonra sınavla girilir ve çok az öğrenci alınır. Ben de Kaliforniya Devlet Üniversitesi Ekonomi-İşletme’yi üstün başarı ile bitirip, sınavı kazanıp Hukuk Fakültesi’ne girdim. Sınıflarımı şeref öğrencisi olarak geçiyorum. Fransızca, İspanyolca ve İngilizce biliyorum. Hukuk reformu yapmak isteyen Sayın Güler Sabancı bir hukuk öğrencisinin bursunu kesti. Bursum yılda 10 bin dolardı. Çok güç durumda kaldım. Okulumun bitmesine 3 yıl kaldı. İlgililerin ve Sayın Güler Sabancı’nın dikkatine arz ederim.
F. Murat ERGİNÖZ muraterginoz@hotmail.com
'Kemal Abi' değil, 'El Tayyip'e bak
KADIKÖY'den bir grup CHP'li bir not göndermişler; ilginç..
"CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem'in dün için Nedim Şener'in 'Kemal Abi' kitabını dağıtılacağını yazmıştınız. Bugün (dün) TV haberlerinde CHP'lilerin kitap dağıtılımı üzülerek izledik. Çünkü bize bir başka şeyi hatırlattı.
CHP İstanbul eski İl Başkanı Mehmet Bölük, Büyükşehir'deki yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları üzerine Tayyip Erdoğan hakkında açılan soruşturma ve davaları 2002'de 'El Tayyip- Nasıl Umut oldu' adlı bir kitapta topladı. Ancak Öktem o zaman örgüte bu kitabın dağıtımını engelletti.
O günlerde hatırlıyoruz, bu kitap Deniz Baykal'a da gönderilmiş; hatta kendisine Bölük, İstanbul Belediyesi'ndeki iddialarla ilgili brifing de vermişti. 2002 kasım seçimi öncesinde Kanal D'de Uğur Dündar'ın yönettiği açık oturumda Baykal, Tayyip Erdoğan'a, Bölük'ün kitabındaki iddialardan hiç söz etmedi, bir soru bile yöneltmedi.
Bugün Kemal Unakıtan'la ilgili kitap dağıtılsa ne olur, hakkında gensoru verilse ne olur. Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçti."
Gümrüklerde bomba
GÜMRÜK Müsteşarlığı'na yeni atamalar bomba gibi düştü. Cihat Ancin 'kişisel nedenler'lerden ötürü hem asli kadrosu olan Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü'nden hem de vekaletle yürüttüğü Gümrük Müsteşar Vekilliği'nden ayrıldı. Yerine, daha önceki ataması Cumhurbaşkanınca onaylanmayan Mehmet Şahin getirildi. Türkiye'de 18 gümrük başmüdürlüğünden 15'i iki yıl aradan sonra yeniden değişti. İstanbul Gümrükler Başmüdürü Nadide Ünlü'nün yerine eski Gaziantep Başmüdürü ve müsteşarlıkta daire başkanı olan Selahattin Aldemir getirildi. Görevden alınanlar, yeni yasada yer alan 'müşavir' kadrosuna verildiler. Mersin, Habur ve Gürbulak Başmüdürleri yerinde kaldı. Bir gümrük yetkilisi "Üç yıl içinde üç müsteşar eskiten Kürşat Tüzmen, kendi kadrosunu getirdi" dedi.
GÜNÜN SÖZÜ
"Sayın Başbakan Kasımpaşalılığını kullanarak Kasımpaşa’yı küçültmemelidir."
(CHP İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek)
Çubukçu bunları bilmiyor mu?
DEVLET Bakanı Nimet Çubukçu, dünyada hiçbir ülkede anayasa ve yasalarda kota uygulaması olmadığını söylüyor. Acaba bunu hangi verilere dayanarak söylüyor. Dünyada 81 ülkede kota uygulanıyor; bu ülkelerden 16’sı kotayı Anayasa ile düzenliyor, 27’si ise seçim yasasıyla düzenliyor. 63 ülkede ise kota siyasi partilerin tüzüklerine koyulan hükümler çerçevesinde ve seçim adaylarını kapsayacak biçimde hayata geçiriliyor.
Kadından Sorumlu Devlet Bakanı’nın, kadınların karşısında değil, kadınlardan yana olması, Anayasa’nın 10.maddesine 2004 yılında eklenen fıkra doğrultusunda hareket etmesi dileğimizdir: "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür."
Seyhan EKŞİOĞLU KA.DER Genel Başkanı
Rumların azınlığı
RUMLAR ’zafer’ haberlerinden çok hoşlanıyor. Bu nedenle, geçtiğimiz günlerde Avustralya’nın Melbourne kentinde düzenlenen ’Açık Hava Tenis Turnuvası’nda ikinci gelen 20 yaşındaki Marcos Bagdadis’i adaya dönüşünde bir kahraman gibi karşılamışlar. Bagdadis’e Limasol kentinin altın anahtarı, kendisine ve ailesine maaş bağlanmış.
Ancak olayın bir de Türkleri rencide eden boyutu var. Avustralya’daki karşılaşmalar sırasında sergilenen Rum-Yunan şovenizmi vatandaşlar arasında tepki uyandırmış... ’Halkın Sesi’ gazetesinde Reşat Akar, karşılaşmaları TV’de izlerken, Kıbrıslı Rum ve Yunanlı seyircilerin sloganları ve pankartları ile işlenen düşmanlığı üç gün süreyle köşesinde gündeme getirmiş, "Türkiye’nin oradaki temsilcilerinin bu hakaret karşısında nasıl bir tavır sergilediğini merak ediyorum" diyor. Hakaretler arasında en hafif olanları; ’İstanbul, Ayasofya, 12 Adalar, Küçük Asya, İzmir ve Makedonya’nın Yunan olduğunun’ iddia edilmesi... "Onları şey (!)... yaptık" demeleriyle neyi kastediyorlar acaba?