Vefatların daha yüksek olduğunun bilgisi var. Önceki gün sadece 207 cenaze İstanbul’da vardı. Ankara’da 1 Nisan’da 8 cenaze varken, dün üçe katlandı. 22. İzmir’de vefat sayısı 10 iken, dün 32 oldu. Sağlık Bakanlığı verisine göre 13.800 vakanın olduğu gün İstanbul’da 207 cenaze vardı. İstanbul için ölüm oranı yüzde 1,5. Bu 60.000 vakada 900 cenaze demektir. İstanbul’da pandeminin başından beri görülen toplam vefat sayısı 23.893 (2020 yılı: 17.676, Ocak 2021: 1625, Şubat 2021: 730, Mart 2021: 1347, Nisan 2021 (şu ana kadar): 2515). İstanbul’da 15 milyon insanımız var. 83 milyona projeksiyon yaparsanız 132 bin, yani açıklananın tam üç katı. Bunların sadece test pozitif ölümler olduğunu da belirtmek isterim. En kötüsü de şu ki bu ölümleri kanıksadık. Doğal kabul ediyoruz. Bunlar doğal ölümler değil, önlenebilir ölümler ve dahi bunlar cinayet, faili belli cinayet.
VİRÜS FİNK ATIYOR
2 doz aşıyı yaptırıp hasta olanlar var, ölenler var, sorduk cevap gelmedi. Sağlık Bakanı’na sorduğum 34 pandemi önergesindeki 154 sorunun bir tanesine bile cevap gelmedi. 2. defa Covid’le karşılaşan çok sayıda insan var. Toplumsal teması engelleyemiyoruz. Virüs 2. turu atıyor.
Koronavirüs ülkemizde fink atıyor. Tamam ülkeyi yönetenler farkında değil ama üzülerek ifade edeyim ki dünya da farkında değil. Şu anda 4-5 mutasyon geçirmiş bir virüsün ilk haline karşı üretilmiş aşı ile ancak yüzde 10 aşılama sağladık. Bu aşılanmayı sene sonuna bitirebilsek bile artık bu aşının tanımadığı yepyeni bir virüs ortada olacak. Bu sadece Sinovac değil BioNTec için de öyle. Hatta şu anda yerli aşıda en torpilli önde giden Kayseri aşısı da. Yerli aşı üretime girdiği anda etkisi hiç olmayacak, bir mutant virüs ile hastalanıyor olacağız. Halbuki ülkemizde, en son görülen virüs formuna karşı bir aşıyı yeteri kadar 1 ayda üretebilecek bir alt yapıyı kurabiliriz.” Konuyu biraz daha açmasını söylüyoruz. “Yeni virüsler aşılar ve testlerden kaçabiliyorlar; şekil de değiştirebiliyorlar. Yani virüse karşı yapılan aşıların etkisi güçlü olur diyemeyeceğiz, yeni virüslere karşı yeni aşı üretilmesi gerekiyor” diyor.
GÜNÜN SÖZÜ
“İÇKİ diyorsanız, hem devlet kaybediyor, hem insanlar evlerinde kimyagerliği öğrenmek zorunda kalıyor.
Biliyor musunuz, tam kapamada alkol satanlar bana sitem ediyorlar, ben ne yapayım şimdi!”
TESK Başkanı
Adıgüzel “Üreticinin umutları da yeşerdi ve emeğinin hakkını alacağı günleri bekliyor. Azerbaycan ve Gürcistan’daki az miktardaki üretim de ancak kendi bölgesine yetecek kadar. Ülkemizde hem tozlaşma dönemindeki zarar hem ardından üst üste gelen zirai don yüzde 30-50 üretim azalmasına yol açacak. Bu nedenle TMO daha önce alım için 30 Nisan’a kadar belirlediği süreyi uzatmasını istedi. Ayrıca, fındığın fiyatının 25 TL’ye revize edilmesi gerekiyor” diye konuştu.
Milletvekili ayrıca, Türkiye’de bal üretiminde ikinci sırada olan Ordu’ya iktidarın yerli bal üretiminin teşvik edilmesini isteyerek “Arının olmadığı yerde tarım da olmaz. Vatandaş sahte balı anlayamaz. Devletin kontrol etmesi lazım. Arıya sinek gözüyle bakılmamalıdır” dedi.
GÜNÜN SÖZÜ
“HİÇBİR güç aziz Türk milletine soykırımcı iftirası atamaz. 24 Nisan günü, geçmişimizi soykırım yapmakla itham eden konuşmanızı size aynen iade ediyoruz. Gayet açıktır; yetkili bir mahkemenin ‘soykırım’ suçunun işlendiğine dair bir kararı yoksa soykırım da yoktur!”
Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı Prof. Dr. Tülin OYGÜR
KURAKLIĞI CİDDİYE ALMIYORUZ
CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer, kuraklık nedeniyle risk altında olan ürünleri ve yaşanacak rekolte kayıplarını Tarım ve Orman Bakanlığı’na yönelttiği soru önergesiyle TBMM gündemine taşıdı.
Gürer,
Sıkıntı, Emekli Sendikaları’nın 30 Nisan’da kapatılmak istenmesinden doğuyor. Neden mi? Yasalarda, “emekliler sendika kurabilir” hükmü yokmuş. Yalnız işverenler ve çalışanlar sendika kurabiliyormuş. Yasa yapmak sizin göreviniz değil mi? Çıkarın yasanızı o zaman.
Yasalarda, ‘emekliler sendika kuramaz’ hükmü de yok. Dört ayrı uluslararası sözleşmede imzanız var. ‘Herkes sendika kurabilir, sendikalara üye olabilir’ diye. Üstelik, Anayasa’nın 90. maddesi, anlaşmazlık durumunda, ‘uluslararası sözleşmeler geçerlidir’ diyor. 30 Nisan’da, Ankara İstinaf Mahkemesi’nde duruşma var. Daha, iki ay öncesinde bu mahkeme, oybirliği ile, “emekliler sendika kurabilir” kararı vermişti. Yargıtay bu kararı bozdu. Dosyayı yeniden İstinaf Mahkemesi’ne gönderdi. Şimdi, İstinaf Mahkemesi üyeleri, ya kararlarında direnecekler; ya da, Yargıtay’ın bu kararına boyun eğecekler.
Emeklilerin tepkisi şöyle: “Sorunlarımızla ancak örgütlü olursak baş edebiliriz. Emeklilere verilen yüzde 7-8’lik zam, bir ay içinde eridi. Tüketim zamları, yüzde 50’lerde seyrediyor. 65 yaş üzerine getirilen yasaklar, bizleri çileden çıkardı. 27 Nisan’da 115 şube ve temsilcilerimizle eşzamanlı olarak meydanlarda olacağız. Kapıdan kovsanız bacadan gireceğiz. Çünkü biz 13.5 milyon emekliyiz. Ardımızda, 5.5 milyon da EYT’li arkadaşlarımız var.”
En acısı da emekli olacakların tazminatlarının fona devrilecek olması!
GÜNÜN SÖZÜ
Biden suçludur
“ÖNCELİKLE bilinmelidir ki; soykırım, uluslararası hukukça suç olarak kabul edilen ve cezası (varlığı) Uluslararası Yargı Kararı ile hüküm altına alınan uluslararası hukuksal bir konudur. Biden! Türk halkına karşı insanlık suçu işlemiştir. Soykırım konusunda ancak yargı karar verir.”
Av. Sedat VURAL
CHP Antalya milletvekili Çetin Osman Budak’ın, ‘Blockchain teknolojisi’ne ilişkin daha önce verdiği bir önergeyi hatırladık. Budak bu önergeyi 27 Aralık 2019 tarihinde sunarak Meclis araştırması istemişti. Önergesinde şöyle diyordu:
Türkiye’nin Blockchain teknolojisinde riskleri görüp fırsatları yakalaması için proaktif bir tutum alması gerekir. Bu teknolojinin popüler yansıması olan kripto paralar, buzdağının görünen yüzüdür. Blokzincir teknolojisi dünyanın geleceğini şekillendirmeye doğru gidiyor. Bu yeni paradigma karşısında ülkemiz bu alanda geleceğe dönük kapsamlı çalışmalar yapmalı ve güçlü adımlar atmalıdır.
Kripto paralar, Blokzincirin bütünü dikkate alındığında popüler bir ayrıntıdan ibarettir. Şu anda bile bankacılık ve e-ticaret işlemlerine giren bu teknoloji; tapu devirleri, ödeme sistemleri, değerli taşlar, telif hakları, e-devlet sistemleri, sağlık hizmetleri, gümrükleme, e-oylama, yerel ve genel seçimler, deniz lojistiği dahil birçok alanda yeni bir güvenlik altyapısı oluşturma potansiyeline sahiptir.
Budak’a önergesini sorduk. Blockchain’deki kripto para miktarının, 19 ülke dışındaki tüm dünya ülkelerinin milli gelirlerini aştığını vurgulayan Budak şöyle diyor: “2018’deki zirve değerinde kripto para miktarı, dünya dolar rezervinin yüzde 7’si, Euro rezervinin yüzde 39’u ve altın rezervinin yüzde 10’u kadardır. Bütün bu etkisine karşın kripto para sistemi, Blokzincir sisteminin küçük bir parçasıdır. Global dünyanın yeni bir güvenlik mekanizması olarak gelişen bu teknoloji, dünyadaki ticaret sistemini yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir. Ama riskleri de beraberinde getirmektedir.
HUKUKİ ALTYAPI KURULMALI
Dünya ekonomisinde önemli yer tutan ülkeler bu gelişmeler karşısında harekete geçmiştir. Japonya’da yapılan G20 zirvesinde finansal liderler kripto para birimlerine ilişkin risklerin daha iyi incelenmesini ve gerekirse çok taraflı önlemler alınmasını kararlaştırmıştır. Vergi kaçakçılığı, kara para aklama, terörizmin finansmanı ve yatırımcıların korunması açısından hükümetler ve parlamentolar bu konuda proaktif tutum almalıdır.”
“Blokzincire dönük teknolojik ve hukuki altyapının geliştirilmesi, bu alanda insan kaynakları yönetiminin oluşturulması, araştırma-geliştirme altyapısının kurulması, fikri ve sınai haklar özelinde Blokzincir teknolojisinin kullanım alanlarının belirlenmesi, yazılım geliştirme başta olmak üzere fırsatlar ve risklerin ortaya çıkarılması, kamu, birlikler ve özel şirketlerin Blokzinciri stratejisine referans oluşturması, ulusal kurumlarımızın bu alanda küresel rekabete hazırlanması amacıyla bir Meclis Araştırması açılması gerekli görülmektedir.”
Budak,
Bilinen en eski meyvelerden biri olan muzun dünyada 135 ülkede üretildiği belirtilen raporda, üretim miktarı olarak buğday, mısır ve pirincin ardından 4’üncü sırada olduğu, meyveler arasında ise birinci sırada olduğu kaydedildi. Rapora göre, muz dünya bitkisel ürünler ticaretinde ilk sıralarda yer alırken, birçok ülkenin de temel ihraç ürünü. Dünya nüfusundaki artış, kişi başına düşen gelirin artışı, muzun B6, C vitamini, potasyum ve proteince zengin olması gibi nedenlerle muz ticaretinin sürekli artış eğiliminde olduğu belirtilen raporda, dünya muz üretiminin 2019 yılında 116.8 milyon tona ulaştığı, FAO’ya göre muz üretiminin 2029 yılında 132.6 milyon tona ulaşacağının öngörüldüğü kaydedildi. Rapora göre, Hindistan muz üretiminde 2019 yılında 30.5 milyon ton üretimle dünyada yüzde 26 payla ilk sırada yer alıyor ve muz ticaretinin ihracat değeri 13.5 milyar dolar. Dünyada muz ithalatı yapan ülkelerin başında ABD, Çin, Belçika ve Hollanda geliyor.
ÇORAKLAŞMA TEHLİKESİ
Raporda Türkiye’de muz üretimi ve ticaretinin durumu şöyle özetleniyor:
Türkiye’nin ekvatora en uzak muz üretilen ülke olduğu belirtilen raporda, Türkiye’de 111 bin 544 dekar alanda 728 bin ton muz üretildiği kaydedildi. Türkiye’de kişi başı muz tüketimi 7 kilo. Muz üretim alanı son 5 yılda yaklaşık 2 kat artarken, verim 0.4 kat ve üretim miktarı ise 2.5 kat arttı. Örtü altı muz üretimi ise 3.5 kat artış gösterdi.
Hatay, Manisa, Mersin’de de muz üretimi yapılmaya başlandı. Antalya’da 51 bin dekar alanda 297 bin ton muz üretildi. Örtü altı muz üretiminin yüzde 29’una sahip Antalya’da toplam tarım alanlarının yüzde 10’unda muz üretiliyor. Manavgat ise en yüksek muz yatırımının yapıldığı ilçe.”
CİDDİ UYARILAR
Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır ve Antalya Tarım ve Orman Müdürü Gökhan Karaca, yatırımcı ilgisi artan muzun geleceğiyle ilgili çalıştayda önemli tespit ve uyarılarda bulunulduğunu açıkladılar.
Türkiye’de muz üretim maliyeti diğer ülkelere kıyasla daha yüksektir. Muz yüksek gümrük vergi oranları ile korunmaktadır. Muzda koruma olmadığında üretim ithal muz ile rekabet edemeyecektir. İthalat yurtiçi üretimi olumsuz etkilemektedir. Muz üretiminde
- Türkiye Büyük Millet Meclisi ise millet olgusunun, ulusal varlığın göstergesidir. TBMM, ulus devletin çatısıdır ve emperyalizmin tarihteki ilk yenilgisinin abideleşmiş sonucudur.
Atatürk Devrimi ile ulaştığımız milli egemenlik; kişilere veya demokrasimizin önemli kurumları arasında yer alan siyasi partilere bırakılamayacak kadar değerlidir ve yaşamsal önemdedir. Bu nedenle; parlamenter demokratik sisteme dönülmesinin gereğinin altını bir kez daha çiziyoruz.
- Lozan ve Montrö gibi devletimizin tapusu olan anlaşmaların gereksiz yere tartışmaya açılması; laikliğe alenen saldırılar, laikliğin anayasadan çıkartılmasının talep edilmesi, milli egemenliğimizi tehdit eden karanlık girişimlerdir.
Milli egemenlik ve 23 Nisan 1920 tarihi; ulusal onurumuzun, kimlik ve kişiliklerimizin sigortasıdır.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
YERALTI SU KAYNAKLARI ALARM VERİYOR!
SU Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, kuraklık konusunda haklı uyarılarını yine gündeme getirmeye başladı. Geçen yaz başından beri onun ‘kuraklık’ konusunda söyledikleri bize de rehberlik teşkil etmişti. Bizim de sık sık bu konuyu gündeme getirmemiz, resmi makamlara ve yerel yönetimlere bir anlamda uyarı sayılmıştı. Yeterli olmasa da kar yağışının düşük oranda olmasına karşın barajlarda su birikintisinin ‘kuraklığı’ gidermekte önemli bir payı oldu gene de. Ama yıllardır yerine konulamayan su sarfiyatı, yeraltı su kaynaklarının büyük oranda düşmesine neden olmuştu. Başkan Dursun Yıldız’ın bu bakımdan “Yeraltı su kaynakları alarm veriyor” demesi dikkate alınması gereken bir uyarı sayılmalıdır.
Ne yapmamız gerekiyor: İklim değişikliğine karşı ne gibi tedbirler alacağız? Suyu daha verimli nasıl kullanacağız? Yüzey ve yeraltı sularının yönetimi konusunda ne gibi adımlar atabiliriz?
Belli ki salgın kısa sürede ortadan kalkmayacak. Virüs daha hızlı yayılıyor; özellikle de İngiliz mutantı süper bulaştırıcı. Bu sadece bize özgü değil. Avrupa’da ve dünyanın diğer ülkelerinde de böyle. Almanya’daki gazeteci dostumla görüşüyorum. 114 gündür aşı kampanyası yapan Almanya’da bugüne kadar 5.5 milyonu iki doz olmak üzere 21.3 milyon kişi aşılanmış. Ama virüs orada da hızla yayılıyor. Ölenlerin sayı 80 bin sınırına dayanmış. Virüs 3.15 milyon kişiye bulaşmış. Almanya haftalardır sıkı önlemler almak istiyor, alamıyor. Çünkü federatif sistemde her eyalet kendine göre hareket ediyor. Alınan önlemler yetersiz kalıyor. Açıklanan rakamlar eksik, deniyor. Dört yüzü aşkın il sağlık dairesinin çoğunun hâlâ faks ile veri toplamaya çalışması, buralarda askerlerin gönüllü çalıştırılması, hafta sonları yeterli test yapılmaması dolayısıyla gerçek rakamın çok yüksek olduğu öne sürülüyor. Şansölye Merkel’den günlerdir ‘masaya yumruk vurması’ isteniyor. Vuramıyor. Şimdi ‘Salgın Hastalıklar Yasası’nda değişiklik yapıp şansölyeye ‘Acil fren’ yetkisi verilecek. Şansölye mesela isterse tüm ülkede geçerli akşam sokağa çıkma yasağı getirebilecek. Eyaletler “Biz o saatlerde değil de şu saatlerde yapabiliriz” veya “Bu bizim eyalete uymaz” diyemeyecek.
Almanya’da salgın hastalıklar konusunda tek yetkili kurum Robert Koch Enstitüsü’dür. Başkanı veteriner hekim Dr. Lothar Wieler, geçen perşembe günü Sağlık Bakanı ile yaptığı toplantıda şöyle diyor: “Uçurumun kenarında hızla gidiyoruz. Yuvarlandıktan sonra acil frenin varmış, frenlerin sağlammış, hiç faydası yok.” Yani “herkes aklını başına toplasın”.
Koronadan etkilenen firmalara maddi destek veren yılların tecrübeli siyasetçisi Alman Ekonomi Bakanı Peter Altmaier de ülkenin pazar gazetesindeki demecinde “Durum dramatik. Vaka sayıları artıyor. Daha fazla insanın ölmesine göz yumamayız. Her yer açılsın diyorsanız alternatifi binlerce ölüm, sağlık sisteminin dayanma noktasını geçmesi. Bazı çalışmalar yaptık ama 3. dalga ve hızlı bulaşan virüs yüzünden bazı kararları geri almak zorunda kaldık. Aksi takdire salgının kontrolü tamamen elimizden çıkar gider. Akşamları örneğin saat 21.00’den sonra sokağa çıkma yasağı makul bir önlem. Ben de aşı oldum, ama kurallara sıkı sıkıya uyuyorum” diyordu.
GÜNÜN SÖZÜ
“Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.”
A.H.TANPINAR
DÜNYAYA NE CEVAP VERECEĞİZ (2)
ŞALOM
Partiler aday belirleme sürecine girdiler. Sosyal demokratlar şansölye adayını çoktan ilan etti. Şu anki büyük koalisyonda maliye bakanı olan Olaf Scholz için “adayımız” dediler. Seçmen bilir ki seçim sonucunda sosyal demokratlar tek başına veya koalisyon kurup iktidarda olursa şansölye de bay Scholz olacak. Yeşiller ise adaylarını bu hafta sonu açıklayacak. Muhafazakârların şansölye adayı ise henüz belli değil. Muhafazakâr kanat ‘Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU’ olarak anılır. Aralarındaki anlaşmayla büyük ortak CDU Bavyera haricinde tüm eyaletlerde, küçük ortak CSU ise yalnızca Bavyera Eyaleti’nde seçime katılır. Oylar tek partiymiş gibi toplanır. İki ortak parti şansölye adayını ortaklaşa belirler. 1980 ve 2002 hariç ortak aday, hep büyük ortak CDU’dan çıkmıştır.
Bu kez ilk kez işler karıştı. Büyük ortak CDU’nun lideri, yani Merkel’in selefi 60 yaşındaki Armin Laschet ile küçük ortak CSU’nun lideri 54 yaşındaki Markus Söder şansölye adaylığına talip. Ortakların arası limoni oldu. Her ikisi de şimdilik geri adım atmıyor. Bugün veya yarın bir araya gelip biri diğerine mecburen yol verecek. Almanya bu konuya kilitlenmiş vaziyette. Korona salgını, aşı bile ikinci plana itildi. Bu konu Avrupa’nın da gündeminde. Çünkü ikisinden biri şansölye olduğu takdirde bir ölçüde Avrupa siyasetini de etkileyecek.
KİM GÜVERCİN KİM ŞAHİN
Her ikisini de yakından tanıyan Almanya’daki gazeteci dostuma sordum. Biriyle beraber İstanbul’a gelmiş, hatta Aksaray yokuşunda karda patinaj yapan taksiden inip taksiyi beraber itmişti. Diğeriyle de Bira Festivali’nde buluşacak kadar yakın. “Benim için çok zor bir durum” diyor ama ekliyor: “Genel olarak Bay Laschet’i ‘Güvercin’, Bay Söder’i ise ‘Şahin’ olarak niteleyebilirim”.
Almanya’da ortak her iki parti doğal olarak kendi liderinin şansölye adayı olmasını arzu ediyor ama anketlere bakılırsa Markus Söder halkın gönlünde daha önde gözüküyor. Almanya bu konuya kilitlenmiş vaziyette.
GÜNÜN SÖZÜ
Ünlü ozanımız