Yalçın Bayer

Sebze ve meyvede ucuzluk hayaldir

24 Şubat 2021
Son günlerde medyada sürekli “Sebze ve meyve fiyatları neden ucuzlamaz?” haberleri yer alıyor. Genelde de döviz kurlarında olan gerilemeye bağlı bir beklenti var. Tabii ki bu haberleri yapan basın mensupları, dövizin sebze fiyatlarını ne kadar etkilediğini bilmedikleri için halkı da beklentiye sokuyorlar. Sorunu anlatalım:

Turfanda üretim, tesis kurulduktan sonra toprak işleme ile başlar. Bu işlem traktörlerle yapılır. Daha sonra toprakta kalıntı bırakmayan kimyasallar da kullanılarak toprak dezenfekte edilir. Bu işlemde kullanılan mazot, traktör ve kimyasal fiyatlarında düşüş oldu mu? Hayır!

Toprak hazırlandıktan sonra tohum veya fidan dikim işlemleri yapılır. Daha sonra da sulama, gübreleme ve ilaçlama işlemleri gerçekleşir. Fide, fideleri sulama için gereken elektrik, zirai ilaç ve gübre fiyatlarında düşüş oldu mu? Hayır!

Sert kış günlerinde ürünlerimizi dondan korumak için seralarımızı ısıtmamız gerekir. Yakıt olarak kullanılan mazot, fueloil, doğalgaz ve kömür fiyatlarında indirim oldu mu? Hayır!

Sebze üretimini yaptıktan sonra ürünlerimizi toptancı hallerine götürürüz. Buraya götürürken nakliye, hallerin çiftçilerden aldığı vergiler, paketleme giderleri, devletin hallerden aldığı vergilerde indirim oldu mu? Hayır!

Hallerden metropollere ürün nakliyesi yapan lojistik firmaları vardır. Gerek mazot gerekse de firma giderleri için bir vergi indirimi veya teşvik ödemesi oldu mu? Metropollerdeki hallerde uygulanan bir vergi indirimi veya teşvik oldu mu? Tabii ki de hayır, hayır, hayır...

Gazipaşa’da en çok turfandası yapılan ürün salatalıktır. Üretim maliyeti 2.5. TL/kg civarındadır. Çiftçi eğer 2.5 TL’den aşağıya satarsa zarar eder. Üretim aşamasından sonraki giderler hep aynıdır. Paketleme giderleri, lojistik giderleri, vergi giderleri çok büyük bir devalüasyon olmadıkça aynıdır.

Tüketiciye ulaşana kadar sebze ve meyve fiyatlarındaki artışta dövizin etkisi o kadar fazla değildir. Eğer halkımıza ucuz sebze-meyve yedirmek istiyorsak üreticilerimize, paketleme ve lojistik firmalarına destek verilmelidir. Bu destek, çiftçilerimize üretim girdileri için vergi indirimi olabilir. Paketleme tesisleri için destekleme ve enerji indirimi olabilir. Lojistik firmaları için de ucuz mazot, köprü ve otoyolların bedava veya ucuz kullanımı olabilir.

Yani sırf döviz fiyatları gerilediği için sebze-meyve fiyatlarında düşüş beklemek hayalciliktir.

Yazının Devamını Oku

İmtiyazlı ortaklık hikâyesi

23 Şubat 2021
Ülkemizin AB’ye üyelik konusunda imtiyazlı ortaklık görüşü, çok eskilerde, Helmut Kohl’un başbakanlık döneminde başlar. 1989’da AB Karma Parlamento Komisyon Eşbaşkanlığı’nı yürüttüğüm dönemde bu konu ilk defa Hıristiyan Demokrat Partili bir milletvekili (Merkel’in partisi) tarafından dile getirilmişti.

Merkel, başbakan olarak 2000’li yılların başında Türkiye’ye ilk geldiğinde yaptığı toplantıda imtiyazı ortaklık önerisini tekrarlamıştı. “İmtiyazlı ortaklığın ne olduğunu anlamamız için elinizde bize sunabileceğiniz bir rapor var mı?” soruma, yardımcısına danışarak “Şu anda elimizde değil ama 2 hafta içerisinde size ulaştırırız” cevabını verdi.

Bir ay sonra, o toplantıda da bulunmuş olan Ankara’daki Alman büyükelçisine bir yazıyla Şansölyeden herhangi bir cevap almadığımı belirttim. Kısaca “Talebiniz Bonn’a iletildi” dendi. Daha sonra başbakanlığa gönderdiğim mektuplar cevapsız kaldı. İşin özeti şudur: Almanya başta olmak üzere Türkiye’ye tam üyelik dışında ne sunabilecekleri hususunda AB’nin kendisinde ve diğer hiçbir AB ülkesinde veya bir AB kurumunda, üniversitesinde taslak halinde dahi bir rapora veya ön çalışmaya rastlamadım. Varsa da erişemedim.

Sayın Merkel’in imtiyazlı ortaklık teklifinin iyi niyete dayandığına kesinlikle inanıyorum. Ama ne yazık ki altı boş bir öneri. 5 yıldır 4 milyon Suriyeliye en insani koşul ve olanakları sağlayan Türkiye’nin kıymetini bilmeyen, Birleşmiş Milletler’in 4 ayrı kararına imza atarak Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul eden ülkelerin “Türkler Ermenistan topraklarını işgal ediyor” diye çığlık attıkları, 25 yıllık Gümrük Birliği’nin yenilenmesini dahi gündeme almayan bir AB’de basit bir raporu dahi olmayan imtiyazlı ortaklık önerisi havanda su dövmekten öteye gitmez.

Bülent AKARCALI-Eski milletvekili ve bakan

OTOYOL ÜCRETLERİ VE MÜCBİR SEBEP

BİRÇOK kamu tesisi, özel şirketlere yaptırılıyor ve bunlara para kazanma garantisi veriliyor.

Otoyol köprüler ve tünellerde ‘araç geçiş’, havalimanı gibi ulaşım yerlerinde ‘yolcu garantisi’, hastanelerde ‘hasta’ garantisi gibi... Geçsen de geçmesen de hasta olsan da olmasan da bu paraları ödüyorsun. Üstelik bu yerlerin ücretleri çok yüksek. Örneğin İstanbul’dan Osmangazi Köprüsü’nden İzmir otoyol geçişi 367 lira, uçakla gitsen daha ucuz. Bir diğer şaşırtıcı gerçek: Garantili kazanç sağlayan bu yerlerin yapım ücreti, uzay yolculuğundan bile daha pahalı. Mars’a gidişin maliyeti 2.8 milyar dolar iken, İzmir Otoyolu’nun maliyeti 11 milyar dolar. Yani özel şirketlere İzmir’e otoyol yaptırana kadar, Mars’a 4 kere gidip gelebilirsin.

Yetmedi, mücbir sebep, yani beklenmeyen, olağanüstü hal durumlarında bu ücretlerde hiçbir ayarlama yapılmıyor. Salgın hastalık çıksa, geçiş ve kullanım yasakları gelse, bu hizmetler kullanılmasa bile yüksek ödemeleri yapıyorsun.

Yazının Devamını Oku

Yeraltı barajlarını ihmal etmeyelim

19 Şubat 2021
Yeraltı barajları yerüstü barajlarındakine benzer şekilde suyu yeraltında biriktiren su yapılarıdır. Bir diğer deyişle, yeraltında geçirimsiz bölgeler üzerindeki gözenekli jeolojik ortamlarda suyu depolamak veya depolanmış su miktarını arttırmak amacıyla inşa edilen mühendislik yapılarıdır.

Bu barajların yerleri için genellikle yeraltında su tutan tabakanın sığ olduğu dar vadi bölgeleri tercih edilir.

AVANTAJLARI NELERDİR?

Yeraltı barajlarında tesislerin hemen hemen tamamının yeraltında olması nedeniyle yerüstü rezervuarlarındaki gibi çok uzun süren kamulaştırma çalışmaları yapılması, kamulaştırma bedeli ödenmesi söz konusu değildir. Bunun yanı sıra suyun depolanması tamamen yeraltında olduğundan yeraltı barajları yüzeysel kirleticilere karşı güvenlidir. Biriken suyun buharlaşma kaybı olmaz. Ayrıca toprak örtüsü ve altındaki tabaka yeraltı barajına süzülen sular için doğal arıtma işlevi görür.

Ancak yeraltı barajlarında özellikle akış yukarısında tarımsal faaliyet bulunan projelerden gelen nitrat kirliliği, yeraltı baraj suyunun kalitesini düşürebilir. Barajın akış aşağısına su geçmediği için orada da sorunlar yaşanabilir.

Türkiye’de bu konudaki ilk çalışmalar DSİ tarafından 1990’lı yıllarda Çeşme ve Sivas’ta içme suyu amaçlı başlatılmış ancak asıl inşaata geçiş 2003’te Kırıkkale ve Çorum’da gerçekleştirilmiştir. Son 10 yılda bu inşaatlar artmış ve İskilip ve Baskil, Elmadağ, Yahşihan, Kalecik, Malıboğazı projeleri yapılmıştır. Ülkemizde yapılan yeraltı barajları daha çok yerel tarımsal sulama amaçlı gerçekleştirilmiştir.

KURAK DÖNEMLERDE KURTARICI

Bu barajlar daha çok yerel ölçekte içme suyu ve sulama suyu ihtiyacı için kullanılabilirler. Orta Anadolu başta olmak üzere Türkiye’nin birçok bölgesinde bu barajlar kuraklıkla mücadelede su yönetimi araçlarından biri olabilir. Ancak Türkiye’nin yeraltı suyunu koruma ve kullanma ile ilgili eksiklerini hızla tamamlaması gerekir.

Dursun YILDIZ-İnşaat mühendisi, su politikaları uzmanı, Su Politikaları Derneği Başkanı

Yazının Devamını Oku

AB, Türkiye’ye ne yapacak?

18 Şubat 2021
Tavak Vakfı Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen, AB zirvesi öncesi önerilerini şöyle özetliyor: Türkiye 2021 yılına AB’ye ağırlık vererek başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk olarak AB büyükelçilerine Ankara’da yaptığı konuşmadan sonra, Ankara’ya gelen Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’la bir görüşme oldu. Bu toplantılarda özel statü Türkiye tarafından dile getirilmedi. Bu çok büyük bir hata. Türkiye’nin 23 Mart’ta yapılacak AB Zirvesi’nde bu sefer ciddi bir sonuç alması lazım. Artık yaptırımlar konusu tamamıyla gündemden düşmeli. Tersine, “AB, Türkiye için neler yapabilir?” görüşü ağırlık kazanmalı.

Öncelikle Schengen bölgesinin Türklere açılmayacağı ortaya çıktı. Buna karşılık AB’de özel statü çerçevesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nde yer almamız, ikinci ayak olarak Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi ve Türkiye’nin taraf olmasıyla birlikte kararlarda imzası olması gerekli. 20 Ocak’ta işbaşına gelen Biden, önemli bir adım olarak Transatlantik Paktı’nı tartışmaya açacak ve gerçekleştirecek. Dolayısıyla Gümrük Birliği’nin yenilenmesiyle bizde bu paktın içinde olabiliriz. Üçüncü olarak, özel statü ayağını ise AB bütçesine katkı vermek ve katkı almak oluşturmalı. Bu üç adım, Türkiye’nin AB’ye giden yolunda şu anda alacağı en büyük mesafe olacak.

AB’ye tam üyeliğin diğer iki ayağı olan politik katılım ve serbest dolaşım hakkı, şu an için fazla gerçekçi görünmüyor. Politik katılım, önemli bir diğer ayak olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda da AB ülkeleri büyüklük açısından Almanya’yla aynı düzeyde olan 83 milyonluk Türkiye’nin 76 parlamenter ve 29 oy hakkı ile AB Konseyi’nde yer almasını istemiyor. Bunlar ilk 3 ayaktan sonra tartışılacak konulardır.

TAVAK Vakfı olarak ‘AB ile Türkiye arasında imtiyazlı ortaklık’ meselesini önemli buluyoruz. Bu konuda 2000’li yılların başında Almanya Başbakanı Merkel’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin ortaya attığı imtiyazlı ortaklık statüsü, Türkiye’nin önünü açacak ve Avrupa’nın da yararına olacak bir konudur. Son günlerde bunu TAVAK Vakfı olarak gündeme getirmekteyiz ve Türkiye’de de kamuoyunun bu konuyu gündeme almasında da büyük yararlar görmekteyiz.

GÜNÜN SÖZÜ
“MÜKEMMEL insan olmayın, iyi insan olun.” Doğan CÜCELOĞLUTÜİK’TEN ‘DOSDOĞRU’ VERİLER BEKLENİYOR

AÇIKLADIĞI enflasyon ve işsizlik rakamlarıyla kamuoyunun tepkisini çeken TÜİK Başkanı’ndan siyasi irade de hoşnut olmadı ki değiştirildi.

Mutfakta yangına yol açan, dar gelirli milyonlarca insanın pahalı fiyatından ötürü yanına bile yaklaşamadığı temel tüketim maddeleri ile çarşı-pazar enflasyonunun yüzde 40’a dayandığı ortamda TÜİK, 2020 yılı enflasyonunu akıllara ziyan bir şekilde yüzde 14.6 olarak açıklamıştı. Ucuz kış sebzeleri pırasa ve karnabaharın bile kilosu 10 liradan satılıyor. Nasıl oluyor da enflasyon yüzde 14 çıkıyor? Anlamak olası değil. Düşük açıklanan enflasyon rakamından memur ve emekli maaşlarına cüce zam yapılıyor, kaybeden sabit gelirli oluyor.

Yazının Devamını Oku

Eşkıyaya ordu kurmak olmuyor

17 Şubat 2021
Gara bölgesinde konuşlanan terör unsurlarına yapılan harekât sonucu, arka planda kalan büyük bir trajedi ortaya çıktı. Buraya düzenlenen hava harekâtı olmasa, muhtemelen uzun zaman bilgi edinmek, mümkün olmayacaktı. Yüzlerce uçak ve yaptıkları sayısız sortilerden bahsediliyor.

Meclis’te yapılacak genel görüşmede bu konuların açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Terörle mücadelede, muhalifi-muvafığı herkes, sonuna kadar iktidara destek oluyor.

İktidar ise ABD Dışişleri Bakanlık Sözcüsü bir zibidinin açıklamasını muhatap alıyor, muhalefete sataşıyor.

Suriye’nin kuzeydoğusunda, binlerce TIR’lık lojistik destekle eşkıyaya ordu kuranların kaçırılan insanların akıbetini dert etmesini beklemek, Trump’tan okeye dördüncü olmasını beklemeye benziyor.

Biz kendimize bakalım.

TSK, FETÖ illeti ile enfekte edilmesine rağmen bugün ahlak ve moral kapasitesinin, fiziksel kapasitesinin çok üstünde olan dünya çapında bir güç.

Libya, Suriye, Azerbaycan/Karabağ; her yerde bayrak gösteriyor. Uğradığı Ergenekon zilletine rağmen vatan mevzubahis ise ateşin üzerine yürüyor.

Kandil’e bayrak dikmekten bahsedenler, gün bugündür. 

Yazının Devamını Oku

Özgürlük olmayınca yaratıcılık olmaz

16 Şubat 2021
Matematik bilgini Prof. Dr. Ali Nesin’in 2014’te anlattıklarını, bugün hâlâ değerini koruduğu için yayınlıyoruz.

“Hemen hemen her eğitim sistemi başarıya çok odaklı. Öğrenciler illa başaracak. Başarmak üzerine, ana-baba, mahalle baskısı var. Çocukların başarısızlıktan ödü patlıyor. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede yaratıcılık da olmaz ve Türk eğitim sistemi hiçbir şekilde özgür değil. Militarist bir eğitim sistemimiz var. Okul binalarına bak, resmen hapishane. Demokratik bir ülkede eğitim bakanlığı, MEB bile değil, hükümetlerden, ideolojilerden bağımsız olmalı.

Bir üniversitede matematik, felsefe, sanat mutlaka olmalı. Çünkü bunlar meslek değildir. Bir varoluş ve düşünme biçimidir. Belli bir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramadığı için her şeye yarayan dallardır bunlar. Ama toplumda prim yapmazlar, para kazandırmazlar, bunlar meslek değillerdir.

Bunların desteklenmesi gerekir. Temel bilim olmadan teknolojik gelişme olmaz. Türkiye bir mühendisler ülkesi. TÜBİTAK’ı da maalesef mühendisler ele geçirmiş. Bilimsel gelişmeyi teknolojik gelişme olarak algılıyorlar. Tek amaçları elektrikli araba yapmak. En sonunda yapacağım bir tane elektrikli araba, önlerine koyacağım. Toplum çok değişti. Sürekli internet, televizyon, cep telefonu... Hep bir dış etken var. Çocuklar hiç yalnız kalamıyor. Oysa düşünmek demek yalnız kalmak demektir. Temel bilimlerde iyi olmak için zeki doğman gerekmiyor, yoğunlaşabilmen gerekiyor. Temel bilimlerde, mantıkta, matematikte iyi olmak bu konuda çalışmaktan değil yazmaktan ve okumaktan geçer. Bana anne-babalar ‘Ne yapalım çocuğun matematikte gelişmesi için’ dediklerinde; bol bol kitap okusun, spor yapsın, sıkılıncaya kadar tek başına kalsın derim. İnsanın kendi zihninden zevk almayı öğrenmesi lazım.”

GÜNÜN SÖZÜ“MEMLEKETİN yarısı düşünmekten uyuyamıyor, diğer yarısı da uyumaktan düşünemiyor.” Ersoy ÖNGÜNCHP’de ince taktikler hoş karşılanmıyor‘MEZHEPSEL DARBE’

CHP’de, partiye yakışmayan şeyler oluyor. Yine rollerde İmamoğlu ve Kaftancıoğlu yer alıyor.

Anlatılanlara göre, Ekrem İmamoğlu kendisine yakınlığı ile bilinen ve babasını kaybeden Sultanbeyli İlçe Başkanı Hayati Bozkaya’ya beş gün önce taziye ziyaretinde bulunuyor. Bu arada “Bizi niye çağırmadınız” diye Bozkaya’ya tepki gösteren 9 ilçe yönetim kurulu üyesi istifalarını veriyor. Toplu istifa nedeniyle yönetim düşmüş oluyor. Bu arada duruma müdahil olan il başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun istifaları hemen kabul etmesi dikkat çekiyor. İstifaların hiç olmazsa bir gün sümen altı edilmemesi krize sebep oluyor. Birçok üye ‘ince taktiklerin’ partiye yakışmadığını söylüyorlar. İlçenin düşmesi nedeniyle tepkili olan ilçe başkanı Hayati Bozkaya, sosyal medyadan yaptığı açıklamada “Sultanbeyli’de yakalamış olduğumuz siyasi ivmeyi bu arkadaşlar çıkarları ve menfaatleri uğruna aşağı doğru çekmişlerdir” diyor.

CHP, Sultanbeyli’de ilk defa meclis üyesi çıkarmıştı. Bunun yanı sıra istifacılardan 5’inin de Ataşehir Belediyesi’nde çalıştığı gündeme getirilmişti.

Sultanbeyli, Kars, Ardahan ve Iğdır Derneği de bir açıklama yaparak istifaları “

Yazının Devamını Oku

Yeni anayasa ve 1921 Anayasası ruhu

12 Şubat 2021
Cumhurbaşkanı uzay yolculuğuna paralel olarak yeni anayasa konusunda da ısrarlı görünüyor.

Dünkü grup toplantısında, herkesi ‘işbirliğine’ davet etti. Onlar-bunlar diye diye bugünlere geldi ama bugün, ‘toplumsal sözleşme’ için kimseyi dışlamıyor, en azından görüntü öyle.

Ortak noktaların varlığından bahsediyor, farklı düşünceler için de bir uzlaşma süreci öneriyor.

Cumhur ittifakı üzerinden bütün Türkiye’ye ayar vermekten vazgeçmiş bir hali yok ama anayasa konusunda paydaş görünenlere çiçek atıyor, tatlı sos olarak da Cumhuriyet’in yüzüncü yılına vurgu yapıyor.

Özetle, muhalefete “Zamanının en modern devlet projesi olan Cumhuriyet, muhtelif denemelere rağmen şöyle dört başı mamur bir anayasa yapmayı beceremedi, biz cumhur ittifakı olarak bu işe sıvandık, bir el atın” demeye getiriyor.

Sanırsınız, ‘aküsü boşalmış bir araba’ koca Cumhuriyet, elbirliği ile yokuş aşağı vurdurulup çalıştırılacak.

Adalet Bakanı, “1921 Anayasası’nın ruhu ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız; her inancın, her anlayışın yansıtıldığı bir toplumsal sözleşme” müjdesini vermiş!

Tarih konusunda bir yanılgı var gibi, neden 1924 (Cumhuriyet sonrası) Anayasası değil de Cumhuriyet öncesi 1921 Anayasası referans alınıyor net değil, ayrıca madde içerikleri bakımından, hedeflenen uzlaşma ve bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hiç alakası yok.

- İcra kudreti ve teşri selahiyeti; milletin yegane ve hakiki mümessili olan TBMM’de tecelli ve temerküz eder. (m. 2)

Yazının Devamını Oku

TÜİK’in verileri umutsuzluğu arttırıyor... İş aramayan işsizler!

11 Şubat 2021
Toplumun temel sorunu, gençleri pençesi altında kıvrandıran işsizlik, TÜİK’e göre azalıyormuş. Enflasyona ilişkin yayınladığı verilerle yoğun şekilde eleştirilen Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre işsiz sayısı 2020 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 303 bin kişi azalarak 4 milyon 5 bin kişi oldu.

İşsizlik oranı 0.4 puanlık azalışla yüzde 12.9 düzeyinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı da bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 103 bin kişi azaldı. İş bulma umudu olmayanların sayısı ise 1 milyon 674 bine çıktı.

TÜİK’in rakamlarına baktığınızda “Oh ne güzel, işsizlik azalıyor” diyebilirsiniz. Ancak enflasyonda olduğu gibi işsizlik verilerinin de günlük yaşamdaki gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi yok!

Bu nasıl azalmadır ki hâlâ üniversite mezunu her üç gençten biri iş kapıları yüzlerine kapandığından umutsuzca evde oturuyor... Hâlâ işsizler ordusu İŞKUR’un önünde başvuru kuyruğu azalmıyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ salgından ötürü kapanan işyerlerinde işlerine son verilenlerin sayısı çığ gibi büyüyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ işlerini yitirenlere ödenen kısa çalışma ve ücretsiz izin ödeneği alanların sayısı yükseliyor... Belediyelerin önü iş arayanlarla dolu...

Resmi verilerin dışında gerçek işsiz sayısı salgınla birlikte 10 milyonu aştı. Milyonlarca işsiz çaldığı kapıların kapanmasından ötürü umudunu tüketerek İŞKUR’a artık başvurmuyor. Yani TÜİK’in aksine gerçek işsiz sayısı büyümeye ve ürkütmeye devam ediyor. Toplumda o kadar geliri azalan ve işsiz sayısı var ki, her akşam TV ekranlarından izliyoruz. TÜİK’in verileri inandırmıyor, tebessüm ettiriyor. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da verilerin gerçek tabloyu yansıtmadığı, işsizliğin daha da derinleştiğini söyledi.

Şükrü KARAMAN

GÜNÜN SÖZÜ“DÜŞÜNCEYE düşünceyle karşı çıkılır, cezayla değil.” İoanna KUÇURADİ

BELTUR’A BİG CHEFS’TEN GENEL MÜDÜR

İBB

Yazının Devamını Oku