Çarşamba Ankara’da bir misafir vardı. Avrupa Komisyonu’nun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi. 51 yaşında Macar avukat ve diplomat. 2019’dan beri bu görevde. Bu ziyaret, seçimlerin ardından bir AB temsilcisi tarafından yapılan ilk resmi ziyaretti. Dışişleri, Ticaret, Aile ve Sosyal Hizmetler, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Sanayi ve Teknoloji Bakanları ile görüştü. TOBB Başkanı ve TOBB üyeleri ile yemekli toplantıda bir araya geldi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a nezaket ziyaretinde bulundu. Yoğun bir ziyaret programı yaşandı.
Almanya’da yaşayan gazeteci dostum Halit Çelikbudak ile dün telefonda sohbet ediyorduk. Konu dönüp dolaşıp AB-Türkiye ilişkilerine geldi. Ona Oliver Varhelyi’nin Türkiye ziyaretini hatırlattım. “Biliyorum, takip ediyorum” dedi.
“AB’nin yeni bir Türkiye politikasına ihtiyacı var. Kaçınılmaz. Ukrayna’daki savaş AB’yi darmadağın etti. AB’nin motoru iki ülke zorda. Alman ekonomisi bu yıl küçülüyor. Hatta Alman Şansölye ‘Durgunluktan halk da bıktı, ben de’ dedi. Fransa’yı Afrika’da istemiyorlar. Petrol fiyatı aldı başını gidiyor. Çin Devlet Başkanı G20’ye gitmiyor. BRICS genişliyor. Küresel güney ülkeleri kuzeye kafa tutuyor” diye ekledi.
Gazeteci dostum “AB’nin Türkiye politikasında er geç bir değişikliğe gitmek zorunda olduğunu” işaret ediyor. “Yılın daha ilk yarısında AB’ye yarım milyon ilticacı geldi. Yıl sonunda 1 milyonu geçmesi bekleniyor. Türkiye’de yaklaşık dört milyon Suriyeli mülteci yaşıyor. Afganların sayısı bilinmiyor. Ankara onları tuttuğu için Avrupa’ya gelmiyorlar. Asıl yükü Türkiye çekiyor. Bu önemli bir konu. Ayrıca Türkiye, Ukrayna savaşında önemli bir rol oynuyor. Gelecekte savaşan taraflar arasında olası bir müzakereci olabilir” diyor.
TÜRKİYE’YE DİKKAT
Dostum ekliyor: “Türkiye sadece AB için sadece önemli bir ticaret ortağı değil, şu an Tayvan sorunu nedeniyle Çin ve Uzak Doğu’ya alternatif bir üretim ülkesi olabilir. Avrupalı şirketler için cazip bir üretim lokasyonu olabilir. Asya ile Avrupa arasındaki köprü. Geleceğin yattığı yer. Türkiye’yi stratejik açıdan orta büyüklükte bir güç olarak görmek gerek. İster ekonomik ister siyasal olarak görülsün yüzünü tamamen Batı’ya dönmüş bir ülke. Rönesans yapabilecek genç bir topluma da sahip.”
Çelikbudak’la konuşmamı bitirdikten sonra düşündüm. Belki de, bu dönem Türkiye-AB arasında tarihi bir fırsat olabilir mi, yani ilişkileri başka bir yolla güçlendirmek yolunda yeni kapılar açılır mı?
Cumhurbaşkanı
Yerel seçimler öncesi bir laf vardır, kartlar yeniden karılıyor diye...
Kimler kimlerle beraber olacak, işbirliği yapacak!
Herkes birbirine kazık atıyor! Alevi kesim Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’den kopmasını istemiyor. Yani genel başkanlığını bırakmamasını savunuyorlar. “Biz bunu asırlardan beri bekliyoruz, bir önderimiz olsun diye” demeye getiriyorlar baskılarını...
Cumhurbaşkanlığı seçiminin yenilgisi CHP’nin ‘kardeş partileri’ tarafından abiye yüklenip duruyor. Peki siyasi etiği unuttuk mu diye soran var mı?
Parti içinden başlayarak koalisyon ortaklarına yüklenen yüklenene...
Avrupa şampiyonu olan kızlarımız, siyasi partilerin kulislerinden ve din tacirlerden uzak duruyor. Akıllı davranıyorlar.
Siyasetteki ‘tahminler’, ‘karaciğere zarar veren gıdalar’ın testi kadar önem kazanmaya başladı. Ama karaciğeri temizleyen gıdaların neler olduğu akla gelmiyor. Halbuki doğru siyaset yapılsa bu soruların cevabı gayet kolay. Yoksa tedavisi yok mu diyelim, yani CHP toparlanamaz mı denmek isteniyor. Karaciğer yağlanmasını bitirmenin etkili yolu yok mu?
Özet mi, hepimizin dengesi bozulmuş vaziyette.
Hükümetin emekliye ‘Cumhuriyet İkramiyesi’ verilmesi yönünde çalışma yürüttüğü dillendiriliyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ortak sürdürdüğü çalışmada ödenecek tutarın saptanacağı belirtiliyor.
Dini bayramlarda 2 bin lira bayram ikramiyesi alan 17 milyona yakın emekli, dul ve yetim, Cumhuriyet ikramiyesinin bu tutarın çok üzerinde olmasını talep ediyor. Zira 2 bin lira ile günümüz koşullarında temel gereksinimler karşılanamadığı gibi, torunlara harçlık bile verilemiyor. Komik düzeyde olan bayram ikramiyesinin telafisi adına ödeneceği savlanan Cumhuriyet ikramiyesi 5 bin liradan az olmamalı.
NEDEN 10 BİN TL OLMASIN
Cumhuriyet’in 100. yıla ulaşmasına emeği ile büyük katkı sağlayan gariban emeklinin 7.500 lira aylığa mahkûm edilmesi anlaşılır değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yetersiz bulduğu yüzde 25 zamdan ötürü büyük düş kırıklığı yaşayan dar ve sabit gelirli, ekimde yeni yasama dönemine başlayacak Meclis’ten ara zam kararı çıkmasını da umuyor.
Her yeri yakan hayat pahalılığı altında komik paralarla yılbaşına dek dayanamazlar. Sabır sabır da bir yere kadar. Neden varsıllardan fedakârlık istenmiyor da hep emekliden bekleniyor?
17 milyona ulaşan emekli ordusunun yerel seçimlerde oy potansiyeli olarak sonuçları etkileyeceği göz ardı edilmemeli. Şükrü KARAMAN
3 İSİMDEN 3 SÖZ
- Normal bir maçtan fazlası vardı salonda. Cumhuriyet’in kızları, çağdaşlığın sembolü takımımızı şampiyon yapmak için elinden gelen çabayı gösterdi.
- Brüksel’den meslektaşımız Erdinç Utku’nun, ‘Hepimiz Ebrar’ız, hepimiz voleybolcu’ yazısından alıntılıyoruz: “Türkiye” sesleri, Atatürklü tişörtler, Türkçe dövizler. Bir an kendimi Türkiye’de sandım. Milli takımımızın 7. oyuncusu olan seyirci muhteşemdi. İzmir’den Barselona’ya kadar tüm Avrupa’dan gelenlerden bir kadın elindeki pankartında “Sen ne güzelsin sultanım. Acı geçicidir, gurur sonsuza dek” yazıp yanına Vargas ve Ebrar adlarını eklemişti.
- Takımın liberolarından Gizem Özge, “Oynadığımız maçlarda zorlandığımız anlarda bile savaşmaktan vazgeçmedik. Milletimize kupayı ne kadar istediğimizi gösterdik” dedi.
- “NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Levent Gümrükçü’nün maçın son sayısında sevinçten havaya uçtuğunu fark ettim. Sanırım yanında da T.C. Brüksel Büyükelçisi Bekir Aysal yer alıyordu. Müthiş bir taraftar desteği ve muhteşem bir atmosfer vardı.”
- Türkiye final maçı biletleri karaborsaya düşmüştü, olağanüstü bir ilgi var ama bilet yok.
- YMCA şarkısı ile bazen Türkçe bir şarkı bazen de canlı davul-zurna eşliğinde Filenin Sultanları’nın yanında olan 7. oyuncuya sonsuz teşekkür, Tarkan’a da tabii ki...
VOLEYBOLCULARIN ÖĞRETTİĞİ: BİZE İMECE RUHU GEREK
Türkiye’ye bu zaferi getiren ekibin yakaladığı
Yeni bilirkişilik dönemi ile bilirkişilik temel işlevinden saptırılarak bir meslek haline getirilmiş ve TMMOB alandan tamamen dışlanmış, Bilirkişilik Danışma Kurulu’nda bir temsilci bulundurma dışında bir rol verilmemiştir.
Ülkemizin en önemli anayasal kuruluşlarından biri olan TMMOB ve bağlı odaları ülke kalkınmasında ve ekonomisinde yaşamsal işleve sahip meslekleri bünyesinde barındırmaktadır. Ancak 6754 sayılı yasa ile mesleki uzmanlık alanlarımızın, bilirkişilik hizmeti veren/verecek olan üyelerimizin mesleki yeterliliklerinin belirlenmesi ve sicillerinin tutulması gibi süreçlerdeki etkinliğimiz kısıtlanmış ve mümkün olan en doğru biçimde yerine getirilmesi yönündeki çabalarımızın önü kesilmiştir.
Hal böyleyken ve TMMOB olarak bilirkişilik heyetlerinde ancak ve ancak SPK lisanslı mühendis ve mimarların görevlendirilmesi gerektiğini savunurken, bu alanın bir de gayrimenkul değerleme şirketlerine açılması adalet terazisinin dengesini onarılmaz şekilde bozacaktır.
Bu değerlendirmelerimiz kapsamında bir kez daha tekrar ediyoruz; özel hukuk tüzel kişilerin yani şirketlerin bilirkişilik yapmasına olanak tanıyacak düzenlemelerden kaçınılması ve Bilirkişilik Kanunu’nun bu düzenlemelere cevaz veren hükümlerinin de acilen kaldırılması gerekmektedir. Emin KORAMAZ-TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
‘KARİA’NIN MOZAİKLERİ’ KONULU SEMPOZYUMDA 28 BİLDİRİ YAYINLANACAK
ARKEOLOGLAR MİLAS’TA BULUŞUYOR
Her yıl Milas’ta yapılan ve bu yıla kadar 15 farklı ülkeden en seçkin arkeoloji uzmanlarının katıldığı ‘Karia, Karialılar ve Mylasa Sempozyumu’nu 1-2 Eylül Cuma ve Cumartesi günleri Milas’ta yapılıyor. Bu yılki sempozyum, ABD’nin Kalifornia Üniversitesi’nden (Distinguished Professor/Ordinaryüs) Prof. Dr. Fikret Yegül ve İngiltere’den Oxford Üniversitesi’nden Afrodisias Kazısı Başkanı Prof. Dr. R.R.R. Smith’in onuruna düzenleniyor.
Sempozyumun bu yılki ana teması
Artarak devam eden iç göçe dış göçün de eklendiği şu günlerde sanayi kuruluşları da ekonomik kaygılarla ucuza kaçma eğilimine girebiliyor. Bu sanayi kuruluşlardan birkaç tanesi, zaten atık kaynakları ile çevrili şehrimizin kuzeyinde yaz aylarıyla birlikte dayanılmaz hale gelen bir kokuya neden olmaya başladı. Bölgemizdeki sanayi yerleşiminin en yoğun olduğu Çorlu-Çerkezköy yolu çevresindeki fabrikalar aynı bölgedeki yerleşim alanları ile de iç içe.
Edirne-İstanbul otoyolu bölgesinden doğarak Çerkezköy-Çorlu yolunun doğusundan güneye doğru inen dere bölgenin en kirli ‘atık kanallarından’ biri. Çorlu Mühendislik Fakültesi önünden geçerek Çorlu şehir yerleşimine ulaşan bu atık kanalı yaşam alanımızın da bir parçası ve ölüm kusuyor.
İşte bu derenin adını aldığı Velimeşe Mahallesi’ndeki Hacışeremet mevkiinde birkaç kilometrelik bölgede deşarj edilen kimyasal zehirler bu kokunun kaynağı. Yan yana dizilmiş birçok fabrikanın arka cephelerinin yakınından geçen bu atık kanalı büyük bir suç kanalına da dönüşmüş durumda. Evet, ‘suç kanalı’. Atıkları kanala deşarj etmek, Çevre Kanunu kapsamında bir suç ama bu kadarla da kalmıyor. Bu deşarj işlemi özellikle cuma ve cumartesi geceleri, 22.00 ve sonrasında yapılıyor ve salınan kimyasal zehir kuru dere yatağındaki posayı da reaksiyona sokarak Çorlu yönündeki akışını sürdürerek dere boyunca oluşmuş küçük su birikintilerinde çözülüyor.
HALK TEPKİLİ AMA...
Bu kanaldan yayılan pis koku ile birleşen kimyasal zehir, gece hafif şiddetteki rüzgâr ile Çorlu şehir merkezine ulaştı. Nemli havanın da etkisi ile çökerek cadde ve sokakları sabah gün ağarana kadar ölümcül bir zehir kaynağı olarak evlerin içlerine doluyor. Son iki hafta Çorlulluar isyan ettiler. Halkın tepkisi, Alo181, 112, 155, belediye, bakanlık, CİMER şikâyetleri ile geçen ve bölgenin tek gündemine dönüşen bu rezalete rağmen 25-26 Ağustos geceleri de yaşanan zehirli kimyasal deşarjının hedefinde (rüzgârın da etkisiyle) bu sefer Ergene ilçesinin kokuyla özdeşleşmiş olan mahalleleri: Cumhuriyet, Yeş iltepe ve Sağlık vardı.
DİLOVASI VE ÇAYIROVA GİBİ OLDUK
Çorlu Belediyesi’nin çağrısıyla bir çevre danışma toplantısı yapıldı. Oradaydık. Kim yaptı, yapanı nasıl buluruz, ne ceza uygulanacak, olmaması için ne yapmalı gibi sorulara cevap aramamız gerekiyordu...
Kesin olan şu ki bu tür sorunları denetlemek, önlemek, bulmak, ceza kesmek ve benzeri her türlü yaptırım Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetkisinde. Cumhurbaşkanı
İşte bunlardan biri daha. ‘Su sorununu gündemde tutmak lazım’ diye başlayan yazı şöyle:
“İklim modellerinde, Türkiye önümüzdeki yıllarda sıcaklık artışlarından ve yağış azalmasından en fazla etkilenecek bölgenin (Doğu Akdeniz) ortasında yer alıyor. Bu demektir ki önümüzdeki yıllarda kuraklık sorununu artan sıklıkta yaşayacağız. Derelerimiz kuruyacak, nehirlerimiz cılızlaşacak. Türkiye genelinde kentlerimizin su gereksinmesini planlarken yüzeysel su dışındaki kaynaklara da çok ciddi bir şekilde bakmamız lazım. Bunlar neler? En başta yeraltı suları ve deniz suyu. Günümüz teknolojileri ile az tuzlu yeraltı sularını ve özellikle Karadeniz suyunu, kullanma suyuna dönüştürecek tesislere yatırım yapmamız gerekli. Bugün kuraklık sorunu yaşayan ve denize kıyısı olan birçok kentte deniz suyunu tuzdan arındırma (İngilizcesi ile desalination) tesislerine muazzam yatırımlar yapılıyor. ABD’den Çin’e örnek çok ama en çarpıcısı İsrail’den...
Günde 624 bin metreküp (İstanbul’a günde verilen 3 milyon metreküp suyun yaklaşık yüzde 20’si) deniz suyu arıtma kapasiteli Sorek deniz suyu tuzsuzlaştırma tesisi Ekim 2013’ten bu yana işletmede. Dünyanın en büyüğü. Üstelik Akdeniz’in binde 30’un üzerindeki tuzlu sularını arıtıyor. Ben Karadeniz’in binde 18 civarındaki tuzlu suyunu arıtmaktan bahsediyorum. İstanbul’un su güvenliği için birkaç ayrı lokasyonda deniz suyu arıtma tesisi gerekli.
DEPREM DEPOLARI VE SIĞINAKLARI İNŞA EDELİM
Ağustos 2023’te yerbilimcilerin İstanbul için kritik uyarıları ‘sık-sık’ yer almaya başladı: Raflar proje dolu. Dünyada en fazla deprem hazırlık projesi yapan Türkiye’dir eminim.
Ben de yazılarımda projeler-çözümler için karantinaya alınsın demiştim, deprem manifestosu hazırlamıştım. Kimse dikkate bile almadı. İşte deprem manifestomdaki son önerim:
Kıyamet tohum depoları inşasından esinlenerek, ‘deprem depoları ve sığınakları ve deprem toplama alanları’ inşa edilebilir. Deprem büyüklüğüne dayanıklı sığınaklar inşa edilebilir. Sığınakları yerüstünde kalan tabliyeleri de deprem toplama alanlarına dönüştürülebilir. Sığınak tünellerin katlı olarak inşası olasıdır.
Veya... Deprem toplanma alanları çoğaltılmalı, asla imara açılmamalı. Açılanlar da kamulaştırılıp buradaki yapılar deprem sığınma evlerine dönüştürülmeli. Ayrıca her hastane, üniversite, büyük kamu ve de özel yapıları deprem toplanma alanları olmalı.
Prof. Dr. Tolga Yarman’ın önceki gün Aydınlık’ta yayınladığı yukarıdaki başlıklı yazısını gördük. 25.07.2014 yılında aynı konuda hocamızın sözünü ettiği bir projeydi.
Şimdi sorunu daha da açmış, gayet ilginç unsurlar taşıyordu. Sözü Sayın Yarman’ın yazısına bırakalım:
* Yıllar önce (1990), hazırlayıp İSKİ’ye sunduğum Terkos Gölü’müze, bunun önündeki Karadeniz’in berisindeki, Sazlıklı Dere’nin suyu ile karışınca daha da az tuzlu olacak Karadeniz suyunun basılmasına...
Keza, Darlık Barajı’mıza, zaten Şile Ovası’nın neredeyse bir karış altı, tatlı su olup sahildeki kumsalın altından alınınca, tuzluluk derecesi iyice düşecek, ayrıca bir nevi arıtılmış olacak, demek ki yine Karadeniz suyunun basılmasına...
DENİZE KAÇAN SULAR
Aynı bağlamda, Darlık Barajı’nı yalayarak Karadeniz’e kaçan Yeşilvadi Deresi gibi, baraj göllerimize katılmadan, denize kaçan sularımızın, bu göllerimize kazandırılmasına yönelik projem, daha o vakit gerçekleştirilmiş olup İstanbul’un, hani ‘vurgulamak’ üzere ‘hafiften abartarak’ söyleyecek olursak:
Karadeniz tükenmedikçe, su sorunu yoktur!
Anlattıklarımı 30 yıldan fazla bir süre önce, projeyi gerçekleştirmiş uygulayıcıların tarafıma yazdıkları ekli, vefa dolu,