Paylaş
Aslında bu, sanıyorum bu günlerde çoğumuzun aklındaki soru. Soruya sebep olan da elbette Ankara’nın Fırat Kalkanı operasyonundan sonra Musul’a yönelik söylemi. Akabinde de Bağdat hükümeti ve ABD’yle yükselen gerilim.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta basına yansıyan sözleri de bu soruyu iyice pekiştirdi. Erdoğan, Bakanlar Kurulu'nun açılışında şöyle demişti:
“Türkiye artık bu noktada kalamaz. Statüko (mevcut durum) bir şekilde değişecek. Ya ileri hamlelerle atılım yapıp kazanacağız. Ya da küçülmeye mahkum kalacağız. Ben ileri hamleler yapmaya kararlıyım.”
Peki Erdoğan’ın bundan kastı Musul’u almak mı? Ankara’nın Musul söyleminin sebebi bu mu?
KÜÇÜLMEMEK İÇİN İLERİ
Erdoğan’ın kastı Türkiye topraklarının genişlemesi değil. Aksine: Vurguladığı, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikelerden dolayı küçülme, toprak kaybetme riski. Bunu önlemenin tek yolunun da, ileri bir hamle yapmaktan geçtiğini söylüyor. Yani toprak bütünlüğünü koruyabilmek için, mevcut durumu bozan hamleler yapmaktan bahsediyor.
Bunun en canlı örneğini de geçtiğimiz 50 gün içinde kuzey Suriye’de yaşadık. Fırat Kalkanı operasyonu demek, aslında Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir PYD/YPG koridorunun kurulmasını engellemek demekti. Türkiye bu hamlesiyle şimdilik bunu gerçekleştirdi.
*
Irak’ta da Suriye’deki tehdit mevzubahis. Yani PKK varlığı. Eskiden sadece Kandil’de konuşlanmış olan PKK, şimdi Musul’un hemen batısındaki Sincar’da da yerleşik. Dahası, Musul operasyonuna PKK bağlantılı örgütlerin katılabileceği haberleri geliyor.
Tüm bunlar da, Irak’ta gittikçe güçlenen PKK varlığının kuzey Suriye’deki PYD/YPG hattıyla bağlanma ihtimalini ortaya çıkarıyor. İşte bunun önüne set çekmek için Ankara “Musul” diyor. Bu yüzden Erdoğan, “Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki mücadelesi bir tercih değil, hayati bir zorunluluktur” cümlesini sarfediyor.
Küçülmemek için yapılan bu hamle ise Türk askerinin değil, Ankara’nın Musul’a 12 km uzaklıktaki Başika kampında eğittiği Sünni güçlerin Musul’a girmesini kapsıyor.
NÜFUZLA BÜYÜMEK
Ankara’nın Musul’la ilgili 2.endişesi ise küçülmeyi engellemeye değil, büyümeye yönelik.
Türkiye, bir Sünni şehri olan Musul’a operasyon yapıldığında buraya sadece İran güdümündeki Irak ordusunun ve Şii milislerin girmesini istemiyor. Çünkü bunun -Irak’ta daha önce defalarca yaşanmış olan- bir Sünni katliamına sebep olmasından korkuyor.
Yine aynı şekilde bir Türkmen şehri olan, Musul’un hemen batısındaki Tel Afer’e de Şii milislerin girip Türkmen katliamı yapmasından, buranın da İran’ın nüfuzuna girmesinden endişe ediyor.
*
Yalnız Ankara’nın bu endişesi devletin bekasıyla ilgili değil. Bu; küçülmeyi engelleme değil, Musul üzerinden kurulan yeni Irak denkleminde sözsahibi olma çabası. Yani büyümeye yönelik bir hamle.
Ancak bundan kasıt Türkiye’nin sınırlarını değiştirmek, Musul’u ülke topraklarına katmak değil. Hedef, Türkiye’nin de Irak ve Suriye’nin şekillenmesinde söz sahibi olmasını sağlamak. Tıpkı ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İran’ın olduğu gibi.
Bunun arkasında da aslında rahmetli Turgut Özal’ın “Adriyatik'ten Çin Şeddi 'ne Türk devleti” anlayışının ta kendisi var. Amaç Türkiye’nin bahsedilen coğrafyada toprak değil, nüfuz sahibi olması. Yani fiziki değil; ticari, kültürel ve manevi bir büyüme.
SINIR ÖTESİ
Demokrat duruşuyla tanıdığımız siyaset bilimci Süleyman Seyfi Öğün, evvelsi gün köşesinde devletin bu etki alanına dikkat çekiyordu. “Ticaret kıstas alınırsa, siyasal-tarihsel haritalar anlamını kaybeder. Mesela İpek veya Baharat Yolu’nu odağa alsak, bizi çok başka bir harita bekler.
Kültürel coğrafyalar da -hangi değişkeni (etnik kökler, inanç grupları vs) kullanırsak kullanalım- siyasal coğrafyalardan yine büyük sapmalar gösterir.”
Bir diğer deyişle; devletler siyasi sınırlarının çok ötesinde –kültürle, ticaretle- varlık gösterebilirler.
Ancak bu varlığı Irak’ta gösterirken iki şeye dikkat etmeliyiz: Mezhepçi bir çizgiden ve görünümden tamamen uzak durmalıyız. Ve Bağdat ve ABD ile yaşanan gerilimi düşürecek bir dil ve diplomasiyi kullanarak, oradaki varlığımızı taraflarla koordinasyon içinde sürdürmeliyiz.
*
Öğün’ün dediği gibi: “Antep'ten, Urfa'dan, Antakya'dan kopmuş bir Halep; Halep'ten kopmuş bir Musul... Artık eskisi gibi parlak birer ticaret ve kültür şehirleri değil; olsa olsa kupkuru garnizon şehirler olarak; sönmüş yıldızlar misali varlıklarını devam ettireceklerdir.”
Mesele; birbirine kültürle, ticaretle, yaşanmışlıkla bağlanmış bu şehirleri, karşılıklı siyasi çizgileri gözeterek bağlı tutabilmekte. Aksi halde kopukluk daha da artacaktır. Hiç kolay değil. Ama mümkün.
Paylaş