Umut Fırat Eroğlu

Evrenin DNA’sı keşfedildi!

17 Kasım 2024
DNA deyince gözümüzün önüne gelen sarmala aşinayız. Şimdi yeni bir sarmalımız daha var. Uzayın da tıpkı insan kromozomlarındaki DNA sarmalları gibi yapısal bir geometriye sahip olduğu ortaya çıktı.

DNA kelimesi adeta helezon şekliyle eşanlamlıdır. DNA’yı düşününce aklımıza gelen sarmal formuysa aslında yalnızca bir metafor. DNA’nın bir sarmal olduğuna dair güçlü kanıtlar ve gözlemler mevcut ancak gözle görmek mümkün olmadığı için tam anlamıyla ispatı hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Varlığından bu kadar emin olduğumuz halde onu hiç göremeyecek olmayı ilham verici buluyorum; gözün görmediği realitelerin varlığını somutlaştırması yönüyle... DNA helezonlarının boyu 2 nanometre, yani metrenin milyarda ikisi kadar olduğu için ışığın görülebilir fayı içerisinde olmuyor. Işık değip yansıyamadığı için en güçlü mikroskoplarla bile görülemiyor. Şimdiyse biliminsanları, evrenin yani uzay-zaman bütünlüğünün kozmik kumaşı içinde, tıpkı insan kromozomlarındaki DNA sarmalı gibi yapısal bir geometri olduğunu keşfettiler.

Teori düzeyinde sunulan ve matematik formülleriyle kanıtsal ifadelere ulaşılan konsepte göre evrenin kumaşı sayılabilecek iki elektromanyetik güç, uzayda birbirleriyle sarmal haldeler. Sonsuzluğa uzanan sarmallar, birbirleriyle de sarmal şekilde birleşerek, tıpkı ipliklerin yünleri, yünlerin de kumaşı oluşturması gibi bir doku haline geliyorlar. Çalışmayı yürüten ekibin başında Madrid Saint Louis Üniversitesi’nden matematikçi Robert Monjo var.

Evrenin dokusundaki çift sarmal yapıyı keşfettiğine inanan Monjo “Yaptığımız çalışmalar Einstein’ın yerçekimi ve elektromanyetizma güçlerini aynı geometrik teoride ilişkilendirme çabasını tamamlıyor” diyor. Fizik ve moleküler biyoloji arasındaki ilişkiyi geometrik formlarda görmenin her zaman mümkün olduğunu vurgulayan matematikçiye göre evrenin güçleri arasındaki bağlantı, insan DNA’sıyla önemli bir benzerliğe sahip. Einstein’ın çözmek için 10 yılını harcadığı yerçekimi dalgalarının varlığı son yıllarda keşfedilmişti.

Evrenin dokusunu oluşturan, bir anlamda her şeyi yerli yerinde tutan yerçekimi dalgalarının yanı sıra elektromanyetik kuvvetlerin varlığı biliniyor. Elektromanyetik kuvvetse maddenin kendi alanına saçılan, aurası olarak düşünülebilecek enerji gücünü ifade ediyor. Bir anlamda her şeyden yayılan güç. Monjo’ya göre Einstein bileşim teoremiyle -unification- bu ikisinin ilişkisini ispatlamaya çalışmıştı. Görecelik teorisi de bu ilişkiyle bağlantılıydı. Robert Monjo ve akademisyen arkadaşları, bugüne kadar yapılan çalışmaları baz alarak karmaşık matematiksel formülleri yerlerine oturtmak suretiyle bu iki gücün sarmal halinde var olduklarını gösterebilmiş.

Hücrelerimizin milyonda biri kadar küçük olan yapıtaşımız DNA, varoluşumuzun kumaşını, bir anlamda o kumaşın ipliklerini oluşturuyor. Kendisinden sonsuz kat büyük olan evrenin dokusunda, akıl sır almayan iki kuvvetin aynı şekilde sarmalanması, evren için birliğin ve hareketin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hayatın dokusu böyle ilmek ilmek akıyorsa peki, dokuyan kim ya da kimler?

DNA sarmalını ‘uçuk profesör’ buldu

Gözümüzün çok aşina olduğu sarmal formunun hikâyesi ilginç. 1950’lerde psikoaktif maddelerin yeni keşfedilmesiyle, bilinç durumunu değiştiren bu maddeler doktorların ve biliminsanlarının dikkatini çekmişti. Mikro dozda kullanıldığında zihin kapasitesini arttıran ve daha geniş düşünebilmeyi sağlayan psikoaktif maddelerle çalışan isimlerden Francis Crick, Britanya’nın ünlü biliminsanlarından biri. Tüm canlılığı içinde barındıran bir moleküler yapı üzerinde çalışan Crick, alanında çok önemli başarı kaydetmişti. Liserjik asit maddesiyle bir ‘düşünme aracı’ olarak çalışan Crick, psikoaktif tesir altındayken DNA’nın sarmal formunu bir vizyon olarak görmüş ve çalışmadaki tüm taşlar yerine oturmuştu. Işık fayına giremeyecek kadar küçük olduğundan dolayı görmek mümkün olmayan tekli DNA’ların bir araya konulduğunda kendi aralarında sarmallar oluşturduğu ilerleyen yıllarda kristal X-ışını teknolojisiyle gözlenebildi.

Bilimin gizemli konusu: Yerçekimi

Yazının Devamını Oku

Teknoloji liderleri Başkan Trump’ı bağrına bastı

10 Kasım 2024
Başkanlık seçiminden Trump’ın başarıyla çıkması teknoloji şirketlerini sevindirdi. Yapay zekâyı kontrol altında tutmaya yarayan etik ve teknik sınırlamalar gevşetilecek mi? Önümüzdeki günlerde bu konunun parlamento gündemine geleceği düşünülüyor.

ABD’nin en sansasyonel seçimlerinden şaşırtıcı ama sürpriz olmayan bir sonuçla galip çıkan Donald J. Trump yeniden ABD’nin seçili başkanı olur olmaz Silikon Vadisi’nin liderleri tarafından tebrik yağmuruna tutuldu. Bilindiği üzere Trump’ın en büyük destekçisi Elon Musk seçim günü yanında olduğu yeni başkanla birlikte hükümet kabinesinde olacak siyasi bir isim artık.

Trump’ın teknoloji dünyasına yakın duruşu, Silikon Vadisi liderleri arasında itibar görmesini sağlamıştı. Seçili Başkan Trump’ı ilk tebrik edenlerden biri, son zamanlarda ilgi odağı olan yapay zekâ şirketi Perplexity AI’ın CEO’su Aravind Srinivas oldu. Seçim gününde Gemini ve ChatGPT gibi popüler yapay zekâlar sonuçlara ilişkin içeriklere kapalıydı. Perplexity AI ise risk alarak sonuçları yayımladı ve eyaletlerin seçim haritalarını başarılı bir şekilde yansıtarak gecenin kazananlarından biri oldu.

X hesabında Apple CEO’su Tim Cook “Başkan Trump, zaferinizi kutlarım” şeklinde başlayan mesajıyla heyecanını gizlemezken, kendileriyle çalışmayı dört gözle beklediklerini ifade etti. Google ve Alphabet’in CEO’su Sundar Pichai ise “Başkan Trump’a azimli zaferi için tebrikler” cümlesiyle başlayan mesajında Amerika’nın altın inovasyon çağında olduklarını ve herkese fayda sunmak için Trump yönetimiyle çalışmaya istekli ve kararlı olduklarını belirtti. Saygın bir teknoloji yatırımcısı olan, LinkedIn’in kurucusu Reid Hoffman ise demokrasiyle ilgili yaşanan endişeleri hatırlatarak daha parlak bir gelecek için hep birlikte çalışmanın önemini uzun bir mesajla vurguladı.

Open AI’ın CEO’su Sam Altman ise küçük harflerle yazdığı mesajında “Başkan Trump’a tebrikler. İşinde büyük başarılar dilerim” dedi ve ikinci mesajında “ABD’nin yapay zekâyı demokratik değerlerle geliştirme konusundaki liderliğini koruması kritik derecede önemlidir” sözlerini paylaştı. Yapay zekâ alanında ‘ipleri serbest’ bırakabileceği, icraatlarıyla spekülasyonlar yaratan Donald Trump’ın sıradışı fikirlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Elon Musk’ın danışmanlığıyla birlikte yapay zekâyı kontrol altında tutmaya yarayan etik ve teknik sınırlamaların gevşetilmesi, hatta kaldırılması parlamento gündemine gelecek konulardan biri. Trump yönetimi süresince yapay zekânın gelişimi önünde bir engel kalmayacağı ancak bunun insanlık için sonuçları olabileceği düşünülüyor.

KISA KISA 

Dünyanın en değerli şirketi haline geldi

Yıllar önce bilgisayarlar için ürettiği grafik ekran kartlarıyla tanınan başarılı bir şirket olan NVIDIA vaktiyle kendisinin büyük müşterileri olan tüm teknoloji şirketlerini geride bıraktı ve Microsoft ve Apple’ı da sollayarak dünyanın en değerli şirketi haline geldi. Dünyadaki en kıymetli ürünün bir bilgisayar çipi olduğunu resmen tescilleyen bu tarihi gelişme, çarşamba akşamı NVIDIA’nın piyasa değerinin 3,57 trilyon dolara ulaşmasıyla gerçekleşti. Son yıllarda yaşanan AI patlaması, yapay zekâ sunucuları için çip üreten NVIDIA’nın değerinin kısa sürede katlanmasına sebep olmuştu. Geçen yıl yüzde 218 büyüme kaydeden NVIDIA’nın değeri son 5 yılda yüzde 3.000 artış gösterdi.

Yazının Devamını Oku

Siber suçlara karşı uluslararası harekât başladı: Magnus Operasyonu

3 Kasım 2024
Bilgi hırsızlığının önüne geçmek için sonunda dünya çapında düğmeye basıldı. justice.gov sitesinde 29 Ekim’de yayımlanan resmi makaleye göre ABD Adalet Bakanlığı; Avrupa ülkeleri ve Europol ile işbirliği halinde, siber şebekeleri çökertmeyi ve bilgi hırsızlarını yakalamayı hedefleyen, ‘Operation Magnus’ adı verilen büyük bir harekâta başladı. Operasyonun kapsamını ve şebekelerin nasıl milyonlarca insanın bilgilerini ele geçirebildiğini inceleyelim.

Son günlerde sürekli karşımıza çıkan bilgi hırsızlığı olaylarının geçmişi internetin ilk günlerine uzanıyor ve her yıl katlanarak büyümeye devam ediyor. Tarihteki ilk siber hack’leme örneğiyse 1834’te Fransa’nın telgraf şebekesine sızarak bankaların finansal bilgilerini ele geçiren iki suçlu tarafından gerçekleştirilmiş.

Günümüzde bilgi hırsızlığı, uluslararası düzeyde işbirliği gerektiren, milyonlarca insanı etkilediği için önem derecesi terör olaylarına yaklaşan bir suç kavramı haline geldi. COVID-19 ve karantinalar döneminde internetten alışverişin yaşam normuna dönüşmesiyle birlikte bilgi hırsızlığı her geçen gün daha fazla siber suçlunun iştahını kabarttı ve tıpkı 70’lerde uyuşturucu kartellerinin ortaya çıkışı gibi organize şebekeler oluşmaya başladı.

Ancak bir farkla, dijital şebekelerin altyapısını, bilgisayarlara sızmaya ve dolandırıcılık şemaları kurmaya yarayan sunucular beslemeye başlamıştı. Malware adı verilen kötü niyetli yazılım sistemlerinin kullanılmasına imkân veren RedLine ve META adlı iki gelişmiş sistem, dünyadaki bilgi hırsızlığı suçlarının büyük oranına teknik altyapı sunuyordu. ‘Infostealer’ (bilgiçalan) adı verilen sistemlerin ilki olan RedLine, pandeminin başladığı 2020’de kuruldu. META ise 2022’de, RedLine’ın kaynak kodu üzerine geliştirilen bir alternatif olarak ortaya çıktı.

Nasıl çalıp satıyorlar?

Bilgiçalan sistemleri, kurbanların bilgisayarlarından hassas bilgileri çalmaya yarayan ve geniş ölçekte yayılabilen bir kötü yazılım türü olarak tanımlanıyor. Çalınmak istenen bilgiler arasında kullanıcı isimleri ve şifreler, finansal bilgiler, sistem bilgileri, kullanıcıyı taklit etmeye yarayan çerezler ve kripto para hesapları var.

Çalınan bilgilere ‘log’ (kayıt) dosyaları adı veriliyor ve bunlar siber suçluların forumlarında paylaşılıyor. Kayıt listeleri daha sonra dolandırıcılık ve farklı hack’leme işlemleri için kullanılıyor. ABD Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre RedLine, özellikle büyük kurumları ve şirketleri hedef alan suç girişimlerinde aktif. META ise daha düşük bütçeli ve daha az donanımlı hacker’lar tarafından tercih ediliyor. Ele geçirilen kayıt bilgileri, siber suçluların iki yönlü güvenlik sistemlerini alt etmesine de olanak sağlıyor.

Bilgiçalan sistemleri Malware-as-a-Service (MaaS-Malware Hizmetleri) şeklinde tanımlanan bir siber ekonomi modeli üzerinden satılıyor. Kripto teknolojisi gibi merkezi yapısı bulunmayan bu model, ileri düzey siber suçluların daha az donanımlı hacker’lara hizmet satması şeklinde ifade ediliyor. Hacker’lar, aylık 150 dolar veya ömür boyu 900 dolar karşılığında yazılımı lisanslayarak kendi hırsızlık kampanyalarını kurgulayabiliyorlar. Bilgiçalan yazılımları kurbanların bilgisayarlarına kandırıcı e-postalar, sahte uygulama indirimleri ve yan yüklemeler sayesinde yerleşiyor. Kötü niyetli malware yazılımlarını yükletmek için kullanılan şemaların arasında COVID-19 ve Windows güncellemeleri gibi insanların kayıtsız kalamayacağı konular var.

Malware yazılımlarının reklamları, siber forumlar ve hacker’ların merceğindeki müşteri destek hizmetleri ve yazılım güncelleme kanalları etrafında yapılıyor. Yüklendiği andan itibaren sinsice bilgi sızdırma esasına dayanan yazılımların bazıları işi biter bitmez kendini silerken, kimileri de uzun süre yüklü kalarak daha fazla bilgiye erişmeye çalışıyor.

Yazının Devamını Oku

‘Derin şüphe’ devri

27 Ekim 2024
İnternette karşınıza çıkan herhangi bir görsel veya video için “Gerçek mi bu” diye şüpheye kapıldıysanız, bingo. Derin şüphenin dipsiz boşluğuna ayağınızı uzattınız demektir. Derin şüphe tabirinde, yapay zekânın asli mekanizması ‘derin öğrenme’ye gönderme var. Biraz da derin devletten bildiğimiz kesif koku.

Yaşamı bir filozof gibi sorgulayarak anlamlandırmaya çalışmanın yolu durmaksızın şüphe duymaktan geçiyor. Şüphecilik, her şeyi irdeleyerek görünenin ardını keşfetmenin kadim felsefi yöntemlerinden biri. René Descartes “Düşünüyorum öyleyse varım (Cogito ergo sum)” cümlesiyle açılışını yaptığı yeniçağ felsefesini, her şeyden şüphe duyduğu bir hakikat arayışıyla temellendirmişti. Düşünen varlık bir insan olduğu için işler nispeten yolundaydı. Ta ki insan, yüz binlerce yıldır kendine has olan zekâyı makineye yüklemeye karar verinceye kadar...
Şimdi yapay zekâmız var ve hakkındaki en büyük sorun, ondan bir türlü emin olamıyoruz. Gerçeği ve sahte olanı giderek daha fazla karıştırmamıza sebep olan yapay zekâ, büyük bir belirsizliği, diğer yandaki onca nimetiyle birlikte hayatımıza getirdi. Yapay zekânın elbette bunu yaptığından haberi yok, çünkü şüphe ve belirsizlik, tam manasıyla ancak insanın anlamlandırabileceği bir kavram.

‘Derin Şüphe’ kavramıyla Wired dergisindeki bir makale sayesinde tanışıyorum (‘Derin Şüphe Çağına Hoşgeldiniz’, Benj Edwards). Geçen yıl gündeme gelen iddialardan biri, süper güçlerin deepfake (Mevcut bir görüntü veya videodaki bir kişinin, yapay sinir ağları kullanarak bir başka kişinin görüntüsüyle değiştirildiği bir medya türü) videolarıyla internet propagandaları hazırlayarak karşı ülkelerin sosyal stabilitesini bozma hazırlığında olduğuydu. The Intercept haber sitesi, Pentagon’un federal sözleşme belgelerini değerlendirerek bu yönde yapılanmalar olduğu iddiasını ortaya atmıştı.

Aradan geçen 1,5 yıllık sürede deepfake propagandaları tüm dünyada yaygın bir araç haline geldi. 2022’de Ukrayna’nın işgali sırasında başkan Vladimir Zelensky’nin askerlerine sözde silah bırakma çağrısı yaptığı videoysa fake propagandaların ilk güçlü örneklerinden biriydi. Çatışmaların giderek kızıştığı ve ‘düşük yoğunluklu’ 3. Dünya Savaşı’na maalesef girdiğimiz bu yıldan itibaren deepfake’in bir savaş taktiği olarak kullanımlarına şahit olacağız.

Yazının Devamını Oku

‘Rüyalarda buluşuruz!’

20 Ekim 2024
Uyumanın ve rüya görmenin temel ihtiyaçlar arasında yemek yemekten bile önce geldiğini biliyor muydunuz? Gün boyu sayısız girdiyi işleyen beynin harcadığı enerjiyi yeniden kazanabilmesi sağlıklı bir uykuya bağlı. REMSpace, önceki hafta tarihte ilk kez teknoloji aracılığıyla iki insanın rüyada iletişim kurmasını sağladı. Peki, bu ne işe yarayacak?

Vücutta pek çok fonksiyonun sağlıklı düzenlenebilmesi için hayati önem taşıyan uyku süreci
uzun süredir teknoloji dünyasının odağında. Sağlıklı uyku için pek çok uygulama olsa da rüyalara yoğunlaşan pek azı mevcut. REMSpace, rüyalarla ilgili teknoloji üreten sayılı firmadan biri. Özellikle ‘lusid’ yani bilinçli rüya görmeyi sağlayan bir teknoloji geliştiriyorlar. REMSpace önceki hafta tarihte ilk kez teknoloji aracılığıyla iki insanın rüyada iletişim kurmasını sağladığı iddiasıyla dünya gündemine geldi.

Lusid rüyalar, REM uykusu sırasında görülüyor ve kişi, rüya gördüğünü fark ederek kontrollü hareket edebiliyor. Bir fenomen olan lusid rüyaların fizyolojik rahatsızlıkları gidermekten yeni kabiliyetler öğrenmeye kadar pek çok faydası olabileceği düşünülüyor. Lusid rüyalar, aynı zamanda insanın sanal gerçekliğe benzeyen farklı bir boyutu deneyimlemesini sağlayarak, bilincinin genişlemesine ve tekâmülüne de katkı sunabiliyor. Lusid rüyaların, zihnin blokajlarını daha iyi anlamaya yaradığı ve bunları aşmayı sağladığı da biliniyor.

Bilinçli rüyayı kolaylaştıran içerikler ve metotlar sunan bir uygulaması da olan remspace.net sitesinde, yakında piyasaya sunulacak olan ‘LucidMe’ adlı bir uyku bandı tanıtılıyor. Firmanın CEO’su Michael Raduga rüyaların kişisel gelişimden çok daha geniş potansiyeli olduğu konusunda iddialı: “Dün, rüyalar aracılığıyla iletişim kurmak bilimkurgu gibi görünüyordu. Yarın, teknoloji o kadar yaygın hale gelecek ki hayatımızı onsuz hayal edemeyeceğiz. Sayısız ticari uygulamanın kapısını açıyor ve rüya âlemindeyken iletişim ve etkileşim anlayışımızı yeniden şekillendiriyor. Bu yüzden REM uykusu ve lusid rüyalar gibi fenomenlerin, AI’dan (yapay zekâ) sonraki büyük sektör haline geleceğine inanıyoruz.” İki insanı ilk kez rüyasında konuşturan deney, 24 Eylül’de Kaliforniya’da gerçekleşti. Deneyde görev alan iki lusid rüya uzmanı, evlerinde uyurken, beyin dalgalarını ve yüz hareketlerindeki verileri uzaktan takip eden özel geliştirilmiş bir cihaza ve programa bağlandı.

 

UYKU HALİNDE İLK SOHBET

Program birinci katılımcının rüya sırasında lusid bir deneyim yaşadığını tespit ettiğinde, rastgele bir ‘Remmyo’ kelimesi (uyku verilerine bağlı bir rüya dili) üretiyor ve bu kelimeyi kulaklıklar aracılığıyla uykudaki katılımcıya iletiyor. Lusid rüya gören katılımcı, bunu rüyasında tekrar ediyor ve yanıtı sunucuda kaydediliyor.

8 dakika sonra ikinci katılımcı lucid rüya boyutuna giriyor. İlk katılımcıdan gelen kaydedilmiş mesaj kendisine iletiliyor ve uyanır uyanmaz kelimeyi onaylıyor, böylece rüyalarda gerçekleştirilen ilk ‘sohbet’ kaydedilmiş oluyor. Aynı zamanda, ikisi de rüyaları aracılığıyla bir sunucuyla iletişim kurmayı başarmış oluyor.

Yazının Devamını Oku

Dünya’nın ‘hayati göstergeleri’ kritik

13 Ekim 2024
Biliminsanları Dünya’nın geleceği konusunda oldukça karamsar. Bir yanda ABD’de yaşanan görülmemiş büyüklükteki kasırgalar, bir yanda iklim değişiklikleri, hızla artan insan nüfusu ve tüketim... Önümüzdeki 10 yıl Dünya’nın geleceği açısından çok önemli. Önlem alınmazsa kimi toplumsal çöküşler yaşanabilir.

Yazıyı kaleme aldığım sırada, Florida eyaletinin üzerinden önceki akşam ilerlemeye başlayan Milton kasırgasını Windy uygulamasından canlı izliyorum. ABD’nin güneydoğusunda, denize uzanan koca eyaletin yarısını kaplayan amansız bir canavar. Radar görüntüsünde rüzgârlar hiç görmediğim bir hızda spiralin içine dalıyor. Kayıtlı tarihin en büyük kasırgası olabileceği söyleniyor. Sizler bu yazıyı okurken kasırganın geride bıraktıkları dünya gündeminde epeyce yer kaplıyor olmalı...

Haftanın ilk konusuysa kalabalık bir bilim komitesinin ‘Dünya’nın hayati göstergeleri’ üzerine yaptığı ve artık alarma geçmeyi gerektiren açıklamalar.

BioScience dergisinde yayımlanan rapora göre biliminsanları gezegenimizin sağlığını gösteren
35 işaretten (vital signs) 25’inin kritik veya tehlikeli eşikte olduğunu bildiriyor. Uluslararası bir komitenin değerlendirdiği ve 19 bin kişilik kolektifin desteklediği araştırma her yıl yapılan testleri kapsıyor.
Bu yılki verilerde rekorlar ardı ardına kırılıyor, daha önce görülmemiş değerler saptanıyor. En başta okyanusların yüzey sıcaklıkları... Denizlerimizde rekor seviyelere ulaşan sıcaklıklar ve artan asidite oranı kesintisiz biçimde yükselmeye devam ederse deniz canlılarının çok büyük oranda etkileneceği hatta söylemesi kolay değil fakat bazı iklim kuşaklarında kitlesel yok oluşlara kadar sürebileceği bir gerçek.

Ortalama deniz seviyelerinin yükselmesiyse bir başka hayati gösterge. O da yine rekor seviyede. Milton ve Helene gibi kasırgaların yarattığı 5 metreyi bulan deniz taşkınları, şimdiden sular basmış şehir görüntülerini vizyonlarımıza yerleştirmeye başladı. Tek farkla, buzulların erimesiyle okyanuslar yükselirse o sular geri çekilmeyecek. Tüm bu jeolojik aktivitelerin yüzde 90 oranında fosil yakıtlarla oluşan sera gazlarından etkilendiği artık genel kabul görüyor. Sürekli tüm dünya petrol yakıtlarını ve emisyonları azaltmaya çağrılıyor. Ancak aksine, göstergelerde 2023’e göre yüzde 1,5 artış gösteren yakıt emisyonları, şimdiye kadarki en yüksek seviyesini yakalamış. Yani üstüne üstüne gidiyoruz
küresel ısınmanın...

Diğer yandaysa insan nüfusu günde ortalama 200 bin kişi artıyor ve insanın ihtiyaç duyduğu hayvansal ve doğal gıda miktarı da aynı oranda artmaya devam ediyor. Öte yanda kaynaklar hızla tükeniyor ve gezegenimiz bize verdikleri için bir yıllık döngüyü tamamlamaya artık yetişemiyor. Rapora göre gaz emisyonlarını düşürmek adına verilen sözlerin tümünü yerine getirsek bile bu şekilde devam edilirse 2100 yılında ortalama sıcaklık artışı 2,7 dereceyi bulacak. Hamam gibi bir gezegende yaşayacak olanlarsa bizim torunlarımız ve onların çocukları...

Yazının Devamını Oku

Her şeyden önce ‘kod’ vardı!

6 Ekim 2024
Tanınmış fizik profesörü Melvin Vopson yine yeni bir teoriyle gündemde. Biliminsanı İncil’deki “Her şeyden önce söz vardı” ayetinden yola çıkarak yaratılışın ‘simülasyonu çalıştıran bir kod olabileceğini’ iddia ediyor.

Bir biliminsanının ilahi yaratılış hakkında teoriler üretmesi kulağa nasıl geliyor? Upuzun yıllar boyunca bilim ve inanç birbirlerine zıt görüldüler. Artık bilgi çağındayız. Kuantum âleminin keşfiyle, bilimin her şeyi açıklamasının mümkün olmayacağı anlaşıldıkça biliminsanları evreni idare eden insanın ötesinde bir akıl olduğu fikrine yönelebiliyor. Elbette yeni değil; Galileo, Newton, Einstein, Descartes, Tesla, Sagan ve daha nice isim pozitif bilimlere öncülük ederken her şeyden çok evrenin sırlı yanını keşfetme arzusu taşıyordu. Hayal güçleri kuvvetli ve merakları sonsuzdu.

Yakın zaman önce tanınmış bir fizik profesörü, Portsmouth Üniversitesi’nden Melvin Vopson, evrenin
üç boyutlu bir simülasyon olduğu teorisine yeni bir açılım getirdi. Geçen aylarda Vopson’ın farklı bir teorisi gündemdeydi. Bu kez de yaratılışın bir kodla başlamış olabileceğini öne sürüyor. Dayanağıysa İncil’de yer alan, “Her şeyden önce söz vardı, söz Tanrı ile birlikteydi ve
söz Tanrıydı” ayeti.

‘Evrenin dili...’

‘Söz’ün bir yazılım kodu olabileceğini düşünen Vopson bu kodun evreni idare eden bir tür yapay zekâyı yüklemiş olabileceğini dile getiriyor. “Simülasyonu çalıştıran kod, ilahi olandan ayrı değil fakat onun dahili bir parçası olmalı, muhtemelen bir yapay zekâ.”

Yuhanna İncil’indeki “Her şey onun tarafından yapıldı, ve onsuz hiçbir şey yapılmadı” ayetiyse Vopson’a göre evrenimizin bir simülasyon olduğuna dair önemli göstergeler arasında: “Kutsal metnin bu şekildeki yorumu, çağımızın olaylarıyla da tamamen uyumlu: Yapay zekânın gelişimi buna bir örnek ve ‘The Matrix’in yansıttığı fikirle de bire bir örtüşüyor.”

İncil’de yaratılışın başlangıcını ifade eden ve her şeyden önce ‘söz’ün olduğunu söyleyen ayetin derinliğine şüphe yok. Pekâlâ, neydi o söz? Yanıtı Kuran-ı Kerim’de saklı görünüyor: “O, göklerin ve yerin yoktan var eden yaratıcısıdır; bir şeyin olmasını dilediğinde ona ‘ol’ der, hemen oluverir.” (Bakara, 117)

Yazının Devamını Oku

Karışık duyguların da bir ilmi var!

29 Eylül 2024
Duyguların doğası üzerine yapılan bir araştırma insanın aynı anda farklı duygular hissedebileceğini söylüyor. Karmaşık duyguların yaşandığı anlar olgunlaşmaya ve hayatı daha iyi özümsemeye imkân veriyor.

En son ne zaman aynı anda iki duyguyu birden hissettiniz? Veya sürekli karışık duygularla yaşayan biri misiniz? Aynı anda hem sevinçli hem hüzünlü hissettiğimiz o dakikalar, belki de üzerinde en az düşündüğümüz ve fakat benliğimize en çok tesir eden anlardandır... Yaşadığımız bir duyguyu, aldığımız bir hissiyatı net bir şekilde düşünüp şu an ben ne hissediyorum diye sorguladığımızda, şuur alanımızda kendini fark eden bir idrak oluşur. Karışık bir duygu hissettiğimizdeyse algının kapıları iki yönden açılır ve benlik kendine dair ilginç bir şeyi keşfeder: Her zaman, aynı anda, tek bir şey olması gerekmediğini...

Duyguların doğası üzerine yeni bir araştırma, sevdiğim popüler bilim sitelerinden birinde karşıma geldiğinde, her hafta taşıdığım heyecan ve merak duygusuyla yüklüydüm. ‘Mutlu ve üzgün mü hissediyorsunuz? İşte beynimizin karışık duyguları nasıl yönettiği...’ başlığıyla ilgimi çeken makalenin kancasıysa gündeme atılmıştı.

Beyinde neler oluyor?

Şu sıralar tüm dünyada okullar açılıyor ya; küçük çocuklarını yeni yeni okula gönderen ebeveynlerin hissettikleri, karmaşık duyguların en iyi örneği. Duygu karmaşalarının doğası nasıl işliyor acaba? Science Alert blog’una The Conversation’dan aktarılan makalenin yazarı nörolog Anthony Gianni Vaccaro. Ona göre bilim dünyası, duyguları genelde insanı harekete geçiren bir etki, bir beyin durumu olarak yorumluyor. İnsanlar çoğunlukla duyguları olumlu veya olumsuz olarak nitelendiriyor.

Vaccaro’nun ifadesi bana yıllardır maneviyat ve kişisel gelişim eğitimlerimde kullandığım bir tasviri anımsatıyor. Beden ve bilinç arasındaki ilişkiyi teknolojik açıdan yorumlayacak olursak, duyguları yazılımlara ve bildirimlere benzetirim. Bir olay karşısında nasıl davranmamız gerektiğini bize bildiren sinyaller. Geçmişte yüklenmiş deneyimlerin verisini işleyerek benzer bir olay karşısında ‘en uygun’ nasıl davranmamız gerektiğini bildirirler. Bildirime sorgusuz sualsiz uyarsak, duygunun kendi gerçekliğimiz haline gelmesine izin veririz. Neticeleriyse daha az öngörülebilir olur; öfkeyle kalkanın zararla oturabildiği gibi. Heyecanla, şuursuz bir sevinçle bazı işlere kalkışanların da zararla oturduğu bir gerçektir. Duyguların kıskacında kalmak fayda etmiyorsa, bir de aynı anda iki duygu birden gelirse ne yapacağız?

Kısa yanıt; bir şey yapmamız gerekmiyor. Özenle, sevgiyle büyüttüğünüz ve sizden ayrı kalmaya pek alışık olmayan yavrunuz, hayata doğru ilk adımlarını atarken, sizin tam da hiçbir şey yapmadan öylece duracağınız an gelir. Orası, hayatın içindeki bir dönüşüm spotudur ve durup sadece izlemek en hayırlı şeylerden biridir. Duyguların birbirine karıştığı o an, aynı zamanda bilincin genişlemesine de yer açar.

Farklı duyguların tetiklendiği sırada beyinde neler olduğunu merak eden biliminsanları, bir grup insana MRI cihazına bağlı oldukları sırada tatlı-buruk bir kısa film izletmiş. Taramadan sonra denekler filmi tekrar izleyerek hangi sahnede hangi duyguları hissettiklerini işaretlemiş. Beyin dalgalarının yoğunlaştığı bölgelere bakılarak, ‘amigdala’ ve ‘insular korteks’ bölgelerinin olumlu ve olumsuz duyguları tek başlarına, özel olarak işledikleri görülmüş.

Karışık duyguların belirdiği anlarda beynin çatışma ve belirsizlik durumlarında aktif olan ‘anterior cingulate’ bölgesi ve kendi kendini düzenlemeyle karmaşık düşünme sürecinde önemi olan ‘prefrontal korkets’in aktif olduğu gözlenmiş.

Yazının Devamını Oku