Turizm ise pandemi nedeniyle 2020’de adeta entübe olmuş ardından da geçen yıl yoğun bakıma alınmıştı. Bu yıl artık eski performansına kavuşmasını beklediğimiz turizmin önüne bu kez Rusya’nın Ukrayna’yı işgali engel olarak çıktı.
İlk gelen rakamlar savaş başlamadan önceye işaret ettiği için yeterli veri oluşturmuyor elbette. Türkiye’ye Ocak-Şubat 20222’de 2 milyon 823 bin turist gelmiş. 2021’de bu rakam bir milyon 47 bin, 2020’de pandemi henüz dünyayı sarmadan önce ise 3 milyon 520 binmiş. Yani pandemiden sıyrılıyoruz ama henüz pandemi öncesi rakamlar ulaşamamışız.
Savaş 24 Şubat’ta çıktığı için Rusya ve Ukrayna’dan gelen turist sayısı artışını bu dönem için sürdürmüş. Türkiye için asıl belirleyici olan yaz rakamlarında ilk 10’da yer alan Rusya ve Ukrayna’nın durumu yıl sonu için belirleyici olacak.
2019’da rekor kırdığımız 51 milyon 747 bin rakamına ulaşmamız zor görünüyor. Savaş hanemize ciddi anlamda eksi yazarken, pandeminin ardından gelen rahatlama ve dövizdeki hareket nedeniyle ucuz bir ülke haline gelmemiz ise görece olumlu yönler.
Dövize ihtiyacımız olduğu açık, ülkenin turizmini yönetenlerin kayıpları telafi edecek açılımlara kafa yorduğunu umalım.
Yıl sonu geldiğinde 2019 rakamını yakalayamasak da, hiç olmazsa geçen yılın 30 milyon turist rakamını geçmiş olalım.
Körfez ülkeleriyle iyileşen ilişkilerimiz, Avrupa’ya daha iyi pazarlama yapılmasıyla Ukrayna ve Rusya’dan oluşacak kaybı umarım karşılarız.
TÜİK verilerine göre geçen yıl Temmuz-Aralık döneminde sanayide, 1 kWh elektrik için ödenen ücret, bir önceki yılın aynı dönemine göre göre yüzde 68,9 artarak ortalama 96,8 kuruş oldu.
*
Doğalgazda durum daha vahim. Sanayide 2021 yılı II. dönem doğal gaz fiyatlarına bakıldığında, tüketicilerin 1 m3 doğal gaz için ödediği tutar, bir önceki yılın aynı dönemine göre ise yüzde 92,6 artarak ortalama 338,1 kuruş oldu.
Hal böyle olunca buradaki artışın tüm tüketimlerimize yansıyacağı da aşikar. Enflasyon mart ayında yüzde 61.14. Gıdadaki artış ise yüzde 70.33. Yani toplam enflasyonun üstünde. Hep ‘tarladan mahsül toplanınca fiyatlar ucuzlar’ deriz. Nitekim uzun yıllar temmuz ve ağustosta eksi enflasyon görmemizin nedeni de bu olmuştur. Ancak bir süredir bunu yaşayamıyoruz. Hal böyle olunca soframızda pahalı gıdanın sürmesi de şaşırtıcı olmaz.
Aslında bu durumu tersine çevirebilecek gücümüz var. Türkiye, çok küçük müdahalelerle gıdada kendine yetebilecek bir ülke. Rakamlara bakalım. Önce meyvelerden başlayalım. Fındıkta yeterlilik oranımız yüzde 552, incirde yüzde 501, kayısı yüzde 397, greyfurt yüzde 329 böyle gidiyor. Sebzede rakam yazmaya bile gerek yok sarımsak dışında tüm ürünlerimiz yüzde yüzün üzerinde ihtiyacımızı karşılıyor. Sorunumuz tahıl ve et-sütte.
Tahıl ve tarla ürünlerinde, nohut, buğday patates gibi ürünlerde fena değiliz. Ancak, arpa, yulaf, mısır, kuru fasulye, mercimek, ayçiçeği ve pirinçte durum iyi değil. Yeşil mercimek yüzde 58, ayçiçeği yüzde 62, kırmızı mercimek yüzde 72, pirinç yüzde 81 gibi oranlarla ihtiyacımızın tamamını karşılamıyor. Döviz artışı, enerji maliyeti, işçilik maliyeti toplanınca haliyle sofralar yangın yerine dönüyor.
*
Bazen, kuraklıkla bazen de böyle savaş ortamlarında tarımın önemi geçici süreyle hatırlanır. Ancak, tarım yaşamsaldır. Katı ve siyasi gerekçelerle ya da rant uğruna vazgeçilmeyecek kuralları olması gerekir. Türkiye’nin arazileri tarım açısından oldukça elverişlidir. Ancak insan potansiyeli ve toprağın dağınıklığı tarımın bir sektör olarak görülmesini engellemektedir. Tarımla köylülük aynı görülür/dü. Son yıllarda bu bakış kısmen değişmeye başladı. Artık, bilimsel yöntemler kullanan çiftçilere tanık oluyoruz. Ancak onlar da ağırlıklı olarak hayvancılık ve meyvecilikte. İkisinin de yatırım maliyeti yüksek olduğu için bu alanlarda bilimin ve ekonominin kuralları daha iyi işliyor. Sebze, tahıl ve hububatta işler o kadar da iyi gitmiyor tabi. Yıllardır, o yıl para kazandıran ürün ertesi yıl daha fazla ekilir ve çiftçi istediğini alamaz bir sonraki yıl da ekmez. Bu kısır döngü devam edip durur.
*
Bu yıl da ayçiçeği konusunda benzer bir durumun yaşanması bekleniyor. Ama yine de ihtiyacımız olan rekolteye ulaşacağımız büyük bir muamma. Buğdayda da, ayçiçeğinde de gübre ve ilaç pahalılığı yüzünden yeterince kullanım olmayacağı ve rekoltelerde düşme olacağı ziraat mühendisleri ve ilaç, gübre satan arkadaşlarım tarafından yüksek sesle dile getiriliyor.
*
Türkiye, bölgesinde etkili, güçlü bir ülke. Dünyanın içine girdiği yeni dalgalanmada güvenli bir liman olmak ve kendi gemisini de o güvenli limanda en az hasarla korumak telaşında. O nedenle buğday ithalatımızın yüzde 90’ını, ham ayçiçeği ithalatımızın yüzde 80’ini gerçekleştirdiğimiz Ukrayna ve Rusya arasında sorun çözmeye çalışan, taraf tutmayan tavrımız, bir yandan dünya ülkelerinde algımızı olumlu yönde etkilerken, diğer yanda tarımsal ithalat konusunda da bir kısım kolaylık sağlayabilir. Elbette özellikle Ukrayna’da tarımsal faaliyetler gerçekleşebilirse.
*
Bu yeni durum bir kez daha göstermiştir ki tarımsal üretim için gerekli, toprak, insan, alet, makine, teknoloji, gübre, ilaç ve tohum konusunda kendimize yetmeliyiz.
Yaşlılar Haftası nedeniyle Türkiye İstatistik Kurumu bir rapor yayınladı. 5 yıl içinde yaşlı sayımız yüzde 24 artmış durumda. 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2016 yılında 6 milyon 651 bin 503 kişi iken, son beş yılda yüzde 24,0 artarak, 2021 yılında 8 milyon 245 bin 124 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı da 2016 yılında yüzde 8,3 iken, 2021 yılında yüzde 9,7’ye yükselmiş. Tırmanışın sürmesi bekleniyor. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2025 yılında yüzde 11,0, 2040 yılında yüzde 16,3 ve 2080 yılında yüzde 25,6 olması öngörülüyor.
Ortanca yaşımız da 2016 yılında 31,4 iken 2021 yılında 33,1 oldu. Ortanca yaşın 2080 yılında 45,0 olması da öngörülüyor.
Bu yazıyı yazma sebebi ise şimdi yazacağım rakamlarda saklı. Çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden yaşlı bağımlılık oranı, 2016 yılında yüzde 12,3 iken bu oran 2021 yılında yüzde 14,3’e yükseldi. Bu rakam 2080 yılında yüzde 43,6 olarak hesaplanıyor.
Halen, en az bir yaşlı fert bulunan 6 milyon 112 bin 760 hanenin, 1 milyon 561 bin 398’ini tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu.
Yani yaşlanıyoruz ve yaşlanırken yaşlı bakımı konusunda sıkıntılarımız var.
Bakın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, bakın ne açıklama yaptı geçen hafta:
“Eylül 2021 itibarıyla Bakanlığımıza bağlı 16 bin 509 kapasiteli 163 huzurevinde yaklaşık 14 bin kişiye hizmet sunuluyor. Ayrıca 17 bin 508 kapasiteli özel 267 huzurevinde 11 bine yakın, 3 bin kapasiteli diğer kamu kurumlarına ait 21 huzurevinde 2 bin 400 yaşlının bakımı gerçekleştiriliyor. Bu kapsamda, halihazırda Bakanlığımıza bağlı ve özel toplam 451 huzurevinde 27 bin 113 kişi kalıyor.”
Yani yalnız yaşayan yaşlıların sadece yüzde 2’si huzurevlerinde. Halbuki akranlarıyla daha sosyal bir yaşam sürmek daha insani değil mi? Hele gelecekte bu rakamların daha da yukarı çıkacağını düşününce bu alanlara daha çok el atmamız gerekiyor sanırım.
Ukrayna’ya saldırının hemen ardından hiç görmediğimiz ölçekte, saldıran tarafa yaptırım paketleri açıklanmaya başladı. ABD’nin son 30 yıldaki savaşları aklıma geldi. Birinci Körfez Savaşı, İkinci Körfez Savaşı, Somali, Afganistan, Libya’ya atılan füzeler ve Suriye. Ayrıca örtülü operasyonlarını da saymıyoruz. Milyonlarca insanın ölümüne neden olan ABD’nin başını çektiği batı bloğu, Rusya’yı durdurmak için attığı adımların şiddetiyle adeta gerçek yüzünü de gösterdi.
Irkçılığın en nadide örneklerini sergileyen batı dünyası göçmenler konusundan Rus kültürü ve sporuna kadar baskı uygulamakta tereddüt göstermedi.
Savaş kötüdür evet. Ancak adaletsizlik ondan da kötü değil mi? ABD’ye bahsettiğim 30 yılda gerçekleştirdiği operasyonlarda gösterilmeyen tepki Rusya’ya gösterilince insan şaşırıp kalıyor.
Yapılanların bir kaçına bakalım. Sondan başlayalım. Alman medyasında çıkan haberlere göre, Münih’teki Latros Kliniği, çalışanlarına gönderdiği bir yazıda, Rus ve Belarusluların hasta olarak kabul edilmeyeceğini duyurmuş. Yazıda, Rus ve Belaruslu vatandaşların planlanan ameliyatları varsa ertelenmesi istenmiş. Ah
Hipokrat...
Hastane yoğun eleştiriler karşısında geri adım atarak özür dilemiş.
Çok kişiyi derinden etkileyen haber ise kuşkusuz Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonunu kınamayı reddeden ünlü Rus orkestra şefi Valeri Gergiev’in, Münih Filarmoni Orkestrasındaki görevinden atılması oldu. İşte batının iki yüzlülüğünün net kanıtı.
Kapitalizm artık metaversle yeni bir eşiği aşmış gibi görünüyor. Bense hala temel ihtiyaçlardaki metanın çok daha önemli olduğuna inanıyorum. Evet iletişim imkanlarını çeşitlendiren, bilgiye ulaşmayı kolaylaştıran teknolojik gelişmeler, hayatımıza renk katıyor, kolaylaştırıyor. Ama hayat zor anlarda neyin değerli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk basamağını fizyolojik ihtiyaçlar oluşturur. Nefes almak, yemek, içmek gibi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlaması, emtia fiyatlarındaki tırmanışın daha uzun bir süre devam edeceğini de gösterdi.
*
Türkiye için Rusya özel bir ortak. Enerji, tarım ve turizm konusunda çok sıkı bir ilişki durumumuz var. Tarımsal ihracat rakamımız 2021 sonu itibarıyla 29 milyar 737 milyon dolar. Bunun 6 milyar 993 milyon doları ağaç ve orman ürünlerinden. Geri kalanın 3 milyar 400 milyon doları hayvansal ürünlerden ve 19 milyar 343 milyon doları da bitkisel ürünlerden. Tahıl ve baklagillerde sıkıntılarımız var. Kendi kendimize yetemiyoruz ve ithalata gidiyoruz. İthalatımızın da buğdayda iki önemli ortağı Rusya ve Ukrayna. Rusya’ya sadece yaş sebze ve meyve satarak 1 milyar doların üstünde döviz kazanmışız Toplam ihracatımız da 5 milyar 275 milyon dolar. Ukrayna’ya ihracatımız da 2 milyar 500 milyon dolar.
*
Metaverse’den girip Rusya ve Ukrayna’ya ihracata nasıl geldik değil mi? Dedim ya zor zamanlar sanalın değil yakıcı somut ihtiyaçların önemini ortaya koyuyor.
Pandemi sonrası arz sıkıntısına bir de içinde en kötü senaryoları da barındıran bir işgali getirince, tarımda kendi kendine yetmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlayalım istedim.
Ülkelerin iç işlerine, ‘demokrasi getiriyoruz’ bahanesiyle karışmayı tercih etti. Kendisi ve müttefikleri için başta Orta Doğu olmak üzere pek çok yere askeri müdahalelerde bulundu. Sanırım bu dönemde, dünyada en sevilmeyen ülkelerden biri haline de geldi. Ancak geçen 30 yılı aşkın süreyi, ABD ve batı değerlendiremezken, Çin ve Rusya toparlanmaya ve yeniden önemli birer aktör olmaya başladılar.
*
Irak’ta, eski Yugoslavya’da ve Libya’da sessiz kalan Rusya, Suriye ve ardından Ukrayna’da kendisini göstermeye başladı. Çin, Pasifik’te ve Tayvan konusunda, ABD ile karşı karşıya gelmeye başladı bile. Artık tek kutuplu sistemin bittiği aşikar. Hatta ekonomik olarak ABD’nin dünya liderliğini kaybetmesine de birkaç yıl var.
Hal böyle olunca, sıkışan kapitalist sistem, küresel ısınma ve pandeminin su yüzüne çıkardığı ekonomik sorunlar da eklenince, sorunlar bin yıllardır en iyi bilinen ama en acımasız olan yöntemle çözülmeye doğru gidiyor; savaş.
*
ABD’nin AB ile birlikte gaz verdiği Ukrayna, dev Rusya karşısında yalnız kalmış durumda. Rusya, gelecekte koşullarını belirleyemediği bir savaş yerine, bugün kendisinin sınırlarını çizeceği bir çatışmayı kabullenmiş görünüyor.
ABD’nin Afgabnistan, Irak, Libya, Suriye, Sırbistan gibi askeri operasyonlarını düşününce, Rusya’nın dibinde bir kendisine bir sorun yaratmak istememesini anlıyorsunuz. Ama elbette ki her savaş, yitirilen canlar, kaybedilen birikimler demek.
*
Çıkarken de aslında ne kadar da güzel bir niyetle çıktı. İnsan aslında umudun ete kemiğe bürünmüş halidir derim hep. Umudumuzu diri tutmak için kıvrak neşeli bir şarkı yapmış Tarkan. Ama gelin görün ki kutuplaşma Tarkan’ın bu isteğine gölge ediyor gibi.
*
Tarkan, klibini Youtube üzerinden yayınlanmadan önce, aynı mecrada şu açıklamayı yaptı:
“Bundan bir yıl kadar önce ruh halimin hiç de iyi olmadığı bir dönemden geçtim. Dünyada olup biten üzücü olaylar, insanlığın endişe verici gidişatı, doğanın yok edilişi, pandemi gibi şeyler beni çok olumsuz etkiliyordu. O anlarda içimde bir melodi ve söz yankılandı. Hepimize çok iyi gelecek bir şarkı yazmak istedim. Kim bilir belki biraz teselli eder, moral verir, umut olur dedim. Dilerim ki hepimize iyi gelir Geççek.”
Ancak şarkı, daha sığ ve uzlaşmanın pek de mümkün olmadığı bir alanda, yeni tartışmalara neden oldu. Muhalefet bunu bir seçim şarkısı gibi görmeye başladı ve iktidarın gidişinin müjdesi olarak neşelendi. İktidara yakın çevrelerden ise Tarkan’a salvolar geldi bile.
*
Oysa Tarkan’ın açıklamasında böyle bir ifade ya da yaklaşım var mı? Aksine, Tarkan’ın açıklamasından (Hepimize çok iyi gelecek bir şarkı yazmak istedim), hem iktidar hem de muhalefete oy veren tüm vatandaşların yüzünü güldürmek istediğini anlamı çıkmıyor mu?