Bu sadece ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminin akıllara kazınmış repliklerinden değildir. Gerçektir aynı zamanda. Günümüz toplumunda sevgi, sevilecek bir obje peşinde koşmak olarak anlaşılsa da, gerçek anlamda sevgi, verilen emekle ölçülür.
Düşünün bir, emek verdiğiniz sevgilinizi, kardeşinizi, dostunuzu, çiçeğinizi, hayvanınızı nasıl bir duygu ile görürsünüz. İşin içinde emek yoksa, o duyguya, en çok sahiplenme, sevilme arayışı gibi kavramlarla tanımlamalar yapabiliriz.
Amacım sevgi kuramı üzerine nasihat çekmek değil. Günümüz toplumunda kavramlarla konuşmanın zorluğunun farkındayım. Ancak, sevginin tanımını az da olsun yaparak, varmak istediğim yer, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı bir Sevgi Evi’nde yaşananlara dikkati çekebilmek.
***
Tokat’ın Turhal İlçesi’nde Cumhuriyet Çocuk Sevgi Evleri’nde yaşananlar, son yıllarda tanık olduğumuz toplumsal şiddet olaylarından sadece biri. Yaşları 4-12 arasında 26 çocuğa psikolojik ve fiziki şiddet uygulandığı ailelerden gelen şikayetler ve Turhal Kaymakamlığı’nın suç duyurusu ile ortaya çıkıyor. Kaymakama şükran borçluyuz. Dava, sanıkların tutuksuz olarak yargılanmasıyla devam ediyor.
Tek tek bu suçları işleyenleri işaret etmek değil amacım. Sistemin doğru kurulması gerekli. Dezavantajlı olarak, hayata tutunmaya çalışan minik yavrularımızı, sevgiye, yani emek verilmeye ihtiyaçları olduğu bir dönemde, bunu veremeyecek insanlarla karşı karşıya bırakıyoruz.
***
Son günlerde gelemeyen bahar da bunu göstermiyor mu? Mayısta nisanı, martta mayısı yaşar olduk. Denge kalmadı doğada. Yüksek karbon salımı atmosferi duman etti. Felaketler art arda ortaya çıkar oldu.
Yine Prof. Dr. Ali Demirsoy, daha vahim bir tablo ortaya koyarak, 2035’ten sonra dünyada kıyımların yaşanacağını söylemişti. Bilim insanları giderek yaklaştığımız dünyanın kara günlerine işaret edip, çözüm yollarını sıralıyor. Ancak karar vericiler ve tüketim histerisine kapılmış kalabalık çoğunluk, bunun çok da farkında değil. Ağır bedeller ödeteceğiz gelecek kuşaklara.
Batılı toplumlar nispeten duruma uyum sağlamanın arayışında. Öyle ki, tarım ve hayvancılığı bile gelmesi muhtemel iklim değişikliklerine göre planlamaya başladılar bile.
Geçen hafta bir proje için Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Koyuncu ile sohbet etme imkanı buldum. Mehmet Hoca’nın aktardıkları oldukça ilginçti. Sizinle de paylaşmak isterim.
DEVE VE KEÇİ...
Prof. Dr. Koyuncu, “Dünya tavuk üretimini de tartışmaya başladı. Tavuğun yediklerini insanlar da yiyor. Yani bizim besinimize ortak oluyor tavuk. Ama keçi öyle değil. Keçi, insanın yemediklerini yiyor. Genç ormanlara sokmazsanız keçiyi, bilinçli otlatırsanız sorun olmaz. Fransa’da orman köylüleri, keçi sürüleri kiralıyor. Orman tabanında beslendikleri için yangınların önlenmesinde de önemli etkileri oluyor.
Ayrıca, Avrupa’da deveye doğru da bir yönelim de var. Bağlı olduğumuz hayvan türlerini gözden geçirmemiz gerekir. Ekili dikili alanlar azalıyor. Az su tüketen, sıcaklıktan tuzluluktan etkilenmeyen türleri görmemiz gerekiyor. Deve ve keçi de bunlardan ikisi” diyerek çok da ilgilenmediğimiz bir noktaya dikkatimizi çekiyor.
Yönetimsel sorunların sahaya yansıdığı, tribünlerdeki kopuklukların şehre taştığı bir sezon; hatta...
Bir oyun felsefesini dahil olmadan, bireysel yeteneklere kendini bağladığı ve üretkenliğinin oyuncuların formuna göre değiştiği bir sezon.
Mali yapıdaki sorunlara daha değinmedik bile...
İşte böyle pek çok faktörün etkilediği bir Bursaspor, ligde kalma mücadelesi veriyor.
Antalyaspor karşısında alınan galibiyetin önemine baktığımızda; yeniden diriliş rüzgarlarının estiğini gördük.
Uzun bir süre hasret kalınan galibiyet, iyi bir oyun sonrası gelirken, bu kez daha derli toplu, ne oynadığını bilen ve sahanın her noktasını kullanabilen bir Bursaspor vardı sahada.
Elbette bu durumda Antalyasporlu oyuncuların, maçın başından itibaren topun arkasına geçerek oyunu kabullenmeleri ve orta alanda baskı yapmamalarının da payı var.
Herkes, en çok ihtiyacı olana göre elbette sıralamasını yapar. Ekonomi, belki kısa vade için ilk sırayı alabilir bugünlerde. Ardından demokrasi ve diğerleri gelebilir.
Peki biraz daha orta vadede düşünürsek. O zaman listenin ilk sırasına, iş dünyası için eğitim oturuyor. Yaklaşık bir yıldır, neredeyse tüm iş insanlarıyla görüşmelerimde eğitim öne çıkıyor.
Geçen hafta, üst üste birkaç iş insanı dernek ve oluşumuyla toplantılara katılma imkanım oldu. Orada da durum farklı değildi.
BUSİAD’ından BTSO’suna, BOSİAD’ından TÜGİAD’ına kadar, neredeyse tüm iş dünyası özellikle mesleki ve teknik eğitim olmak üzere eğitim alanına yönelmiş durumda.
BUSİAD, sanayiden paydaşlarıyla Hayri Terzioğlu Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde BUSİAD sınıfları oluşturuken, OİB ile Ar-Ge mühendisliği ve dijital dönüşüm mühendisliği programlarını uygulama çabasında. BOSİAD, rap şarkısıyla mesleki eğitime dikkat çekmeye çalışıyor. BEBKA, mesleki eğitime destek verecek proje arayışında.
Yani anlayacağınız, iş dünyası kalifiye eleman bulmakta zorlanıyor ve çözümlerini kendi üretmeye çalışıyor.
Dünya ve Türkiye, Endüstri 4.0’ı konuşurken mesleki eğitimde bırakın 4.0’ı temel sanayi alanlarında bile yetersiz kalıyoruz. Ayrıca meslek liselerini bitiren kalifiye durumu tartışmalı olan öğrencilerin de, kendi eğitim aldıkları alanlarda değil, hizmet sektöründe çalışmayı tercih etmeleri de ayrı bir sorun.
MEB’DEN DESTEK BEKLENİYOR...
Ne de güzel söylemiş. Sadece biyolojik olarak var olmak, insan olmak için yeterli değil Aristoteles’e göre. “İnsan, doğası gereği, bilmeyi anlamayı arzu eder. Önemli olan bir ruha ve akla sahip olmak değil, önemli olan ruh ve akılla etkin yaşamayı tercih etmektir. Özgür insan kendisine amaç koyabilendir. Hayat bir tasarım olarak ele alınmalı. Bu da insanın kendini gerçekleştirmesi anlamına gelir. Mutluluk insanın kendini gerçekleştirmesidir.” Aristotoles’in bu ifadelerini, BUSİAD’ın Felsefe Söyleşisi’nde Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan’dan dinlemiştim.
*
Geçenlerde bir araştırma için birkaç kütüphane gezince çok şaşırdım. Uzun zamandır kütüphaneye gitmeyince böyle oluyor sanırım. Kitap okumayan bir toplum olmaktan dem vururuz. Rakamlar karışık ama biraz dikkatli bakınca sanki durumu özetliyor.
*
2017 verilerine göre, 60 bin civarında farklı başlıkta kitap yayımlanıyor Türkiye’de -Bandrollü elbette-. Yeni kitap sayısında aynı dönem için Türkiye Yayıncılar Birliği verilerine göre Dünya 11.’siyiz. 1.5-2 milyar dolarlık bir pazar ile 16. sıradayız. Peki okumadığımızı düşündüren ne? Aynı dönemde, bandrollü 407 milyon 739 bin kitap basılıyor. Yani kişi başı yaklaşık 5 kitap. Milli Eğitim Bakanlığı gibi bandrolsüz basılan kitaplarla bu rakam, toplamda 626 milyona, kişi başına ise 7.8’lere yaklaşıyor. Bandrollü kitapların 210 milyon kadarı eğitim kitapları. 50 milyon kadarı inanç kitapları. 5 milyona yakın da akademik kitap. Akademik ve eğitim kitaplarını düşünce, kişi başına okunan kitap sayımız 2.5’i bile bulmuyor. Durum bu. İşte okumadığımızı düşündüren de bu.
DURUM BU...
Tekrar kütüphaneye dönelim. Niye çok şaşırdım peki? Çünkü Şehir Kütüphanesi de, İl Halk Kütüphanesi de, ağzına kadar gençle dolu. Hem de sıkı durun birkaç saat değil. Şehir Kütüphanesi gece 24’e kadar açık. İl Halk Kütüphanesi ise 24 saat açık. Bir çok ilçe belediyesinin de kütüphanesi var ve oralarda da durum çok farklı değil. Sadece 18 ile 21 arasındaki saatlerde kapanıyorlar. Nedir bu yoğunluğun nedeni diye sorunca, okuma alışkanlığımızla kütüphane kalabalığı, zihnimde yerli yerine oturuyor.
*
Hürriyet Bursa’nın yayına başlama hikayesini, büyük bir rakipte çalışan olarak takip etme imkanım olmuştu. Heyecanlı günlerdi.
Derken 2016 sonlarında yolumuz kesişti Hürriyet Ailesi ile. Türkiye medyasının amiral gemisinin adıdır Hürriyet. Kızanıyla, seveniyle bu gerçek kabul görmektedir.
Geçen 15 yılın, neredeyse 3 yıla yakın bir bölümünde yer aldığım Hürriyet Bursa’da gıdadan tarıma, turizmden kentleşmeye, ulaşımdan trafiğe, ekonomiden iyilik hikayelerine, eğitimden sanata kadar 100’den fazla yazı kaleme almışım. Gazeteye destek veren diğer arkadaşlarımla beraber fark yaratabildiğimizi umuyorum. Nice yıllara Hürriyet Bursa.
Günlük siyaset, ilgimi çekememiştir uzun yıllardır. Günlük siyasetin, ayrıştırıcı olduğuna inanırım. Daha çok programlar, hedefler temelinde düşünmeyi doğru bulurum. 20 yılı aşan gazetecilik mesleğimde, hem siyasilerden, hem de yakın çevremden, oy verdikleri, gönül verdikleri siyasi partileri değiştirenlere çok tanık olmuşumdur. Siyasi partiler elbette eleştirilir ancak bunu kutuplaştırmaya götürmek, kutbun iki tarafı için de sağlıklı olmaz ve bir bütün olmayı başaramaz toplumlar. Birinin ak dediğine, diğeri kara der ve bu böyle sürer gider. Ayrıca her siyasi görüşten insanla konuşabilmek de çok önemlidir.
*
O nedenle, güncel hayatın siyasi gelişmelerine biraz mesafeli olmayı tercih ederim. Kent gelişmeleri, dış politikada dünyanın gidişi, çevre ve turizm hep ilgimi çekmiştir. Aynı gemide olduğumuzu hissettirecek ortak noktalara tutunmayı romantikçe tercih ederim. Bilirim ki, dün A partisini destekleyen, yarın B partisini destekleyebilir. Eğer niyetinde samimi ise bence bir sıkıntı da yoktur. Bana yanlış gelmesi o kişiyle ilişkilerime helal getirmez (Irkçılık ve diğerine yaşam hakkı vermeyen şiddeti de içinde barındıran faşizm, kökten dincilik gibi marjinaller hariç).
*
Karamsarlık ve umutsuzluktan bir şey çıkmaz ama iyimserlik ve umutlu olmak hayatımızı değiştirebilir. Velhasıl, hala bu toplumun birleşebileceği çok şey olduğuna inanan romantiklerindenim. Yeter ki gönülden isteyelim.
Bir girizgah yapmaktı amacım. Asıl derdim, basitçe de olsa çevre konusunda siyasi düşünceleri bir kenara bırakıp, bu kentin tüm dinamiklerinin bir araya gelmesi. Hem de öyle yukarıdan değil, aşağıdan başlayarak. Yani, “fabrikalar kirletiyor, dereler şöyle kirli akıyordan” önce, yapılacak daha basit ve bizi bir adım öteye taşıyabilecek çalışmalar neden olmasın?
*
Tofaş’ın yenilenen akademi binasında, BUSİAD’ın Çekirge Toplantısı’nın konuğuydu.
Haliyle, Türk ve dünya otomotiv sanayinin bulunduğu yeri ve geleceğine ilişkin öngörülerini aktardı. Gazetelerde okumuşsunuzdur. Uygun fiyatlı otomobil satışlarının iyi gittiğini ‘tanzim satış’ benzetmesiyle dile getirdi. Türk otomotiv sektörünün iç pazarda gelişmesi gerektiğini ifade etti. Bunlar tamam.
Sektörün geleceğine ilişkin sözlerinden biraz bahsedelim. Malum otomotivde artık elektrikli ve otonom araçlar gündemde. Eroldu, burada biraz daha temkinli. İki noktaya dikkat çekiyor. İlki elektrikli otomobillerde kullanılacak elektriğin kaynağı. Eroldu, eğer elektrik üretimi temiz kaynaklardan, hidroelektrik santralleri, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklardan değilse, elektrikli araçların çevresel etkilerinin sınırlı olacağını ve buna genel elektrik üretimi açısından bakılması gerektiğini ifade ediyor. İkincisi ise bu alanda daha uzun vadeli çözümden yana. Eroldu, bugünden yarına elektrikli otomobile geçilmesi halinde, sektörde ciddi bir sorun yaşanabileceğini kaydediyor.
Eroldu, otomotivde dönüşüm sonrasında işlerin çok daha zor olacağını da belirterek, şunları söylüyor:
“Geleceğin otomobillerinde, radyatör, egzoz, belki direksiyon olmayacak. Yan sanayi bunları düşünmeli. Belli bir işgücü kaybı olacak. Bu politikalar iyi düşünülmeli. Belki fabrikaların kapanması anlamına gelecek. Bu süreçleri hızlandırmak da, bazı işkollarını ortadan kaldıracak.“
Eroldu’ya göre, sadece onlarda değil üstelik, servisler, oto sanayideki tamirhaneler de zarar görebilecek. Çok da haklı. Bu işlerin bir plan dahilinde olması gerkiyor. İçten yanmalı motorlu araçların yerine koyacağınız şeyin götürülerini de hesaba katmanız gerekiyor.
Gazetemiz de, bu sözlerin önemini gördüğü için manşete taşımıştı haberi. Evet, geleceğin otomobilini konuşurken bazı şeyleri pas geçmemeliyiz. Yeni ulaşım imkanı yaratırken, tam bir analiz yapılması gerekir. İç pazarı 2 milyona çıkartmadan atılacak adımlar ancak pastadan daha büyük pay alma mücadelesi olur. Amaç, pastayı büyütmek olmalı. Kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolar sınırının çok üstüne çıkması gerekiyor. Aksi halde hala 65 bin liralık otomobilleri konuşur olacağız. Zaten Eroldu’ya göre bu yıl iç pazar satış rakamının 360-420 bin bandında olması bekleniyor. Bunun acilen yukarı çıkarılması gerekli; çünkü otomotiv gerçekten çok fazla insana istihdam yaratma kapasitesi olan bir sektör.