Paylaş
TFF Başkanı Yıldırım Demirören, “Maçlar gündüz oynansın, yoksa geceleri içki içiliyor, olay çıkıyor sonra” diyerek, günü kurtarma adına yapay bir polemiği sahaya sürse de sistemin bugünkü yürütücüsü ve uygulayıcısı konumundaki iktidarın derdi ‘şimdilik’ başka. Onlar “Futbol siyasileşmesin” istiyor. Daha doğrusu yasaklanmak istenen siyaset değil, muhalefet olma hali... Yoksa yakın geçmişte de defalarca gördük, transfer gösterilerinin baş konuğu bile siyasetçilerdi. Somut örnekler mi? Mesela zamanın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın başrolde olduğu 2007 tarihli bir haberi aktarıyorum: “İmza törenine katılan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Eskişehirspor’a yerli Alex’i aldığını belirterek (Sergen Yalçın kast ediliyor), Süper Lig’e çıkması durumunda Eskişehirspor’a Ronaldinho’yu da getirebileceğini kaydetti.”
‘BAŞBAKAN İSTEDİ, BİZ DE SATTIK’
UZAKLARA gitmeye gerek yok, Mersin İY’nin her transferinde Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ı görmedik mi? Yine basından alıntılıyorum, işte 16 Ocak 2013 tarihli bir haberin girişi: “Mersin İY Teknik Direktörü Giray Bulak’ın, Ozan İpek’i kadrosunda görmek istediği, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da Ozan’ın transferi için devreye girdiği öğrenildi.
Şener örneği
Çağlayan’ın, Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı’yı arayarak görüşme yaptığı ve Ozan’la ilgili ricada bulunduğu iddia edildi.” Ve son ve yakın tarihli en taze bomba eski Trabzonspor Başkanı Sadri Şener’den geldi...
Geçen hafta içinde Futbol Extra dergisine konuşan Şener, “Eren ile Sercan’ı neden Rize’ye sattınız?” sorusuna, “Başbakan rica etti. Biz de dedik, komşu il. İlişkilerimiz düzelir. Doğru da yaptım” cevabını verdi.
Sen sadece seyret!
Görülüyor ki futbolda siyaset siyasetçilere, özellikle de iktidara serbest (hoş zaman zaman muhalefet parti liderleri de gittikleri şehirlerde miting alanına çıktıklarında tıpkı Başbakan ya da bakanlar gibi yöre takımlarının atkılarını boyunlarına bağlayarak şirin görünme yarışına giriyorlar ama bu görüntüler futbol-siyaset bağlamının en masumane kadrajları olarak sineye çekilebilir). Amma velakin görüldüğü kadarıyla iş seyirciye gelince “Sen topunu oyna, daha doğrusu seyret bakalım”dan başka öneri yok ortada.
GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ STAT SÖYLETİYOR!
BU konuyu sürekli gündemde tutan şey ise Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın açıklamaları oluyor çoğu kez. Son olarak Kılıç, ‘Gezi olayları’nın yeni futbol sezonunda statlara taşınması durumunda futbolun biteceğini iddia ederken, temel argüman olarak şunları sundu: “Stadyumları şiddetin, siyasi gösterilerin merkezi haline getirenler hukuki bedelini öder.
Niye suç oluyor?
Futbol taraftarı arasına siyasi nifak sokanlar bedelini öder. Kanundaki karşılığı neyse. Stadyumlar siyaset yeri değil.”
Geçen hafta Radikal Gazetesi’nde “Ya ‘Stat istifa’ denirse” başlıklı yazımda da belirtmiştim: “Sen zaten stada hem de faal bir siyasetçinin ismini vererek futbola yeterince siyaset karıştırmışsın, seyirci karıştırınca niye suç oluyor? Daha da ötesi bırakın stadı, üniversiteye bile Recep Tayyip Erdoğan ismini vermişsin ama öğrenci siyasete karışınca o da suç oluyor...”
Mantığa aykırı
Bu görüşüme ilişkin bazı okurlar, “İyi de statlara Atatürk ya da İnönü ismi verilince sorun olmuyor mu?” şeklinde tepki vermişti. İlkesel olarak bence faal bir siyasetçinin isminin mesela bir stada verilmesi teamüllere uygun düşmüyor. Ancak benim asıl meselem stada siyasetçilerin isminin verilmesin değil! Verilsin ama o mekânı kullanana da, “Kardeşim siz bakmayın bizim ismi verdiğimize, o iş başka. Sen siyaset yapma, bu toplara hiç girme” denilmesin, çünkü böylesi bir yaklaşım bırakın demokratik yaklaşımı, en başta mantık kurallarına da aykırı.
‘HER YER İNÖNÜ HER YER BEŞİKTAŞ!’
NEYSE, kişisel görüşüm odur ki işin içine şiddet karıştırılmadıktan sonra kitleler kendisini dilediğinde ifade edebilmeli. Önemli olan bu ifade biçimleri arasına küfrü, ırkçılığı, nefret söylemini sokmamak, insan olmanın haysiyetini, gurur ve onuru çiğnememek ve de bu tavrı bütün tezahürat, pankart ya da sloganlarda gösterebilmek.
Ki iktidarın engelleyici çabaların odağında gözüken Çarşı, altını çizdiğim bu meseleler konusunda hassasiyet sahibi olduğu kadar hem dünya futbol kamuoyunda, hem de insanlık terazisinde çok kez sınıfı geçmiş bir oluşumdur. İşin yasaklama boyutuna gelince; merak etmeyin tribünlerin zekâsı gündelik siyasetin çok çok üzerindedir.
Sansür savaşı!
Nitekim son Beşiktaş-Çaykur Rizespor hazırlık maçında, Olimpiyat Stadı’dan uzayın boşluğuna yayılan “Her yer İnönü, her yer Beşiktaş” tezahüratı bile bu konuda çok şey söyledi bence. Bu açıdan tribünlerin dinamizmine, zekâsına, çözüm üretme biçimine benim güvenim tam, asıl problem bu maçların yayıncı kuruluşlarında kıyıya vuracak. Neyin siyasi, neyin ‘normal’ olduğunun ayırdına o anda nasıl varacaklar ve ‘sesi kısma’ metoduyla işi nereye kadar idare edecekler? Malum lig uzun bir maraton ve Süper Lig, Türkiye Kupası, Avrupa Kupaları derken ‘Üç cephede’ sansür savaşı vermek zor ve çok yorucu!..
Temel dert doping
Sayın Suat Kılıç’a ise naçizane şu hatırlatmada bulunmayı borç bilirim: Bugüne kadar onca darbeye karşın (şiddet, kulüpleri milyonlarca dolarlık borçlara sürükleyen yönetici modelleri, yanlış transferler, hâlâ sonuçlanmamış şike davası vs.) bitmeyen futbol, ‘hükümete muhalif tribünler’le de bitmez... Zaten sporumuzun günümüzdeki temel derdi siyasete meyilli seyirciler değil, doping belası (yağlı güreş, atletizm, halter ya da bisiklet; fark etmiyor), ırkçı söylemler (Rıza Kayaalp vakası) ve de şiddetle beslenen tribün gruplarıdır. Asıl bu konularda atılacak adımlar, bizi uluslararası spor ve insanlık standartlarına taşıyacaktır...
Paylaş