Paylaş
"Ailem Galatasaraylıydı ve ben de kendimi öyle sanıyordum. İlçemin bağlı olduğu şehrin takımı Bursaspor da kaptanları Sedat III’le (Özden) en iyi kadrolarından birine sahipti. Derken 12 Eylül Cuma günü bütün bir ülkenin üzerini bir örtü kapladı: Darbe... Sokaklar artık bir bir boşalıyordu. Çocuk değildim, olan bitene aklım eriyordu. Gözlemlediğim de şuydu; adeta bir nesil etraftan çekilmişti. Sanki İnegöl’ü terk edip gitmişlerdi. İlçe çocuklara ve yaşlılara kalmıştı. Bu kez merak ettiğimse bizi terk eden abilerimizin nereye gittikleriydi.
Bir dönem sonra yolum İstanbul’a düştü. Hayatımda ilk defa bir futbol maçını İnönü Stadı’nda izleme şansına sahip oldum. Lakin anlamadığım bir şekilde tribündeki herkes sırtını sahaya dönmüştü. Benim bir şeyden haberim yoktu elbet ama sonradan anladım: Kupada Lüleburgazspor’a elenmişti takım, taraftarlar da bu durumu protesto ediyordu. Ancak ben ilk kez bir maçı statta seyrediyordum ve böylesi bir lükse sahip olmadığımı düşündüm. Sırtımı sahaya dönmek istemiyordum. Bilakis sahada neler olup bittiğini bilmek, görmek derdindeydim. Bu isteğim işe de yaradı; sahada olup biteni etrafımdakilere aktarmaya başladım. Fakat sahadakilerden kim kimdir, tanımıyordum. Hazırlıksız bir spiker edasıyla futbolcuların sırtlarına bakıp işi çözdüm: ‘5 numara 7 numaraya pas verdi, 9 numara topu ıskaladı vs.’
İkinci yarıda da sürdü protesto. Ama bu kez işin içine tezahürat girmişti. Birden bu tezahüratlardan bazılarının bildik şeyler olduğunu fark ettim. ‘12 Eylül öncesi’ İnegöl’de duyduğum ve sonradan ortadan kaybolan abilerimizin sloganlarıydı bunlar. Birden zihnimde bir ışık parladı, anlamıştım durumu: İnegöl’de gündelik hayatı çocuklara ve ihtiyarlara bırakıp giden abilerimiz o gün o maçta o tribünlerdeydiler!. Hepsi Beşiktaş maçına gelmişlerdi. Bu duygular beni Beşiktaşlı olmaya itti, o gün bu gün de Siyah-Beyazlı renklerin sevdalısıyım..."
Bir çocukluk hastalığı
BU topraklarda bir takımı tutma nedeni genellikle ailevi bağlardır. Babanıza, abinize, etrafınızdaki rol modellerinden birine sorar, yanıta göre takımınızı belirlersiniz.
Bazen evdeki baskın figüre itiraz da takım tutma nedeniniz olabilir; babanıza, abinize, dayınıza, amcanıza kızar, karşı takımdaki yerinizi alırsınız. Bir çocukluk hastalığıdır belli renklere bağlanmak. Tedavisi genellikle yoktur. Üstelik belli bir yaştan sonra farklı bir takıma gönül vermek kendi çocukluğuna ihanet etmek gibi gelir insana...
Yukarıdaki taraftarlık öyküsü ise bence her türlü detayıyla çok güzel, çok özel. Bu anının sahibi eski Beşiktaş yöneticisi Mesut Urgancılar. Geçen hafta Kenan Başaran-Burak Kuru ikilisinin Lig Radyo’da sundukları ‘Paslaşmalar’ programına konuk oldu Urgancılar ve taraftarlık macerasını nakletti. ‘Söz uçar, yazı kalır’ diyerek ben de bu anıları köşeme taşıdım. Futbolu özel ve güzel kılan bu yan öyküleri değil midir?
Zamanlama ‘usta’sı...
YARGITAY’ın ‘Şike soruşturması’na ilişkin nihai kararını açıklamasına ilişkin Başbakan Erdoğan, son günlerin o ünlü tanımlaması ‘Zamanlama manidar’a vurgu yaparak “Niye bugüne kadar böyle bir karar açıklanmadı? Seçim arifesinde niçin böyle bir karar açıklanır? Bunu 30 Mart sonrasında da yapabilirdin. Bütün bunlar zihin bulandırmaktan başka bir şey değil. Şu ana kadar yargıdaki o paralel yapının ince hesaplar suretiyle böyle bir adım attığına inanıyorum” yorumunda bulundu. Bu ifadelerden çok net anlaşılıyor ki AKP iktidarı ‘Şike soruşturması’nı cemaatin üstüne yıkacak ve “Bakın bizim bu işlerde dahlimiz yok” diyecek.
Öte yandan aynı ifadeleri şöyle okumak da mümkün: “Bakın biz şike soruşturması için startı 3 Temmuz’da verdik. Oysa lig bittikten hemen sonra, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden önce verebilirdik. Ama ‘Zamanlama’ konusu önemli ve biz buna dikkat ediyoruz...”
Paylaş