Benim alkışım Benfica seyircisine...

Bir ligin daha sonu göründü. Üç ana aktörlü, uzun süredir dördüncü aktörün ön plana çıkamadığı, bir aktörün de bir sezonluk ‘Jönprömiye’ takıldığı bir coğrafyanın ‘Büyüklük’ tanımları genellikle yerel çizgilerin ötesine geçemedi.

Haberin Devamı

100 yılı geçkin futbol sevdamızın uluslararası sularda hâlâ tek ‘resmi’ ifadesi G.Saray’ın 2000’deki UEFA Kupası Şampiyonluğu. Dışarının büyükleri ise hem kendi sularında hem de açık denizlerde kendini ispatlamış ve derin izler bırakmış takımlardır.
Neyse ki bu sezonu, diğerlerinden farklı kılan bir özellik var. Nasıl ki Bundesliga’nın ve La Liga’nın ilk ikisi aynı zamanda Şampiyonlar Ligi’nin de yarı finalistleri olduysa, bu diyarın ilk ikisi G.Saray’la F.Bahçe (Sarı-Lacivertlilerin sezonu ikinci sırada tamamlayacağına olan inancımla bu tanımlamayı yapıyorum) de ülke futbolunun Avrupa arenasında en ileri düzeydeki temsilcileri olmayı başardı. Yani bu kaotik ortama, her türlü anlamsız çekişmeye, gereksizce gerilim yüklenmiş rekabete rağmen kendilerince doğru kurulmuş kadrolarıyla, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar ve tarihleri adına, 2012-13 sezonuna ‘özel’ kıldılar.

Haberin Devamı

‘Saldırmayalım yeter’

Aslında bu ‘özel’ meselesini, daha da ‘tarihi’ bir unvanla süsleme fırsatı var; o da şu geçen hafta da bu sayfalara taşıdığım F.Bahçe-G.Saray derbisinde ev sahibinin şampiyon olan ezeli rakibini maç öncesi alkışlaması konusu. Hoş, günlerdir yazılıp çizilen bu cephede şu ana kadar umut verici bir gelişme olmadı. Futbolumuzun kendi gerçekleri, ‘Neyimiz doğru ki’ mantığı, “Ama onlar da 2007’deki ‘sulu derbi’de aynısını yapabilirlerdi, yapmadılar” hatırlatmaları derken bir fırsat daha heba edilecek.
Bu noktada futbolun içinden gelenlerin ve hali hazırda bulunan aktörlerin tepkileri de önemli. Mesela dünkü Radikal’e bu konuda görüş bildiren Beşiktaş efsanesi Metin Tekin, “Alkışlamaya gerek yok, saldırmayalım yeter. Ülkemizde bu kadar sert geçiş şu an için mümkün görünmüyor” dedi. Aslında Fenerbahçe teknik direktörü Aykut Kocaman’ın İstanbul BB maçı sonrası aynı konudaki “Böyle bir milat için ortam uygun değil. Böyle bir şey en azından benim aklımda yok” ifadesi de Tekin’in görüşlerinin daha sert tonlarla kelimelere dökülmüş hali gibi. Oysa aynı Kocaman 1996’daki o ünlü 2-1’lık Avni Aker zaferi sonrası, ‘Öteki’yi kollayan, “Koca bir sezon uğraşıyorsunuz ama bütün emekleriniz tek maçla heba oluyor. Galibiyetimize seviniyorum ama Trabzonlu arkadaşlarım için de üzülüyorum” açıklamasıyla gönüllerde taht kurmuş bir isim.

Haberin Devamı

Ne zaman ne ortam önemli

Şimdi akıllara şu soru geliyor? “Peki 17 yıl önce bunları söyleyen Kocaman bu ifadelerinde samimi değil miydi?” O dönemki başkan Ali Şen’le aralarının açılmasına ve kulüpten ayrılmasına neden olan sürecin başlangıç ifadesi olan bu açıklama neden samimi olmasın? Samimiydi elbet. Asıl sorulması gereken sorular şunlar: “Sistem Kocaman’ı kendi çarkları altına mı aldı? Ya da bu ortamdan bezdi, yaşananlar fikrini mi değiştirdi?” Bilemiyorum. Ama bence Tekin’in ve Kocaman’ın açıklamalarında asıl sorun şurada. Evet, abartıyor olabilirim, örnekler fazla uçuk kaçabilir ama meseleyi şöyle somutlamak istiyorum: Devrimler için zaman, ortam, ‘O ne dedi, bu ne dedi’ önemli değildir. 1789’da halk 16. Louis’ye ne olacak diye düşünseydi bugün hem dünya tarihi, hem insanlık Fransız Devrimi diye bir kavramdan ve gerçekten yoksun kalacaktı.
Keza aynı şey 1917 Ekim Devrimi için de geçerliydi. Ya da meseleyi ‘yerelleştirelim’. ‘Kadınların seçme ve seçilme hakkı’ için 1930’larda o kadar da düşünülmedi, hemen uygulamaya geçildi (Hoş bu hak halen yaşadığımız çağda kadın cinayetlerini, töre cinayetlerini, kadına yönelik şiddetin önünü kesti mi, kesmedi ama bunu o haktan çok ‘Erkek egemen toplum’un arızalarında aramak gerekiyor elbet). Neyse ben bütün bu ‘Zamanı değil’, ‘Toplum alkışa hazır değil’, ‘Milat için ortam yok’ gerekçelerinin tek bir hareketle tarihi çöplüğüne atılabileceğini düşünüyorum. F.Bahçe tarafı çıkar sahaya, rakibi alkışlar, mesele biter. Naçizane fikrim budur.

Haberin Devamı

İnsanlık ölmemiş!

Ama benim için asıl alkış meselesi geçen perşembe Luz Stadı’nda oynanan Benfica-F.Bahçe maçında cereyan etti. Maçın ikinci yarısında sol tarafa ortalanan topta Gaitan’ın kontrolsüz tekmesi Gökhan Gönül’ün suratında patladı ve sonrası yürekleri hoplattı. Gökhan yere öyle bir düştü ki, daha önce futbol sahalarında tanık olduğumuz onca acı olayı bir kez daha yaşar mıyız hissine kapıldık. Hem sahada ve tribündekiler hem de televizyon maçında maçı izleyenler… Çok şükür ki korkulan olmadı, Gökhan vartayı birkaç dikişle atlattı. Ama beni o gece en çok etkileyen şey, Gökhan’ın sedyeye konulup saha dışına götürülürken deneyimli oyuncuyu alkışlayan bütün stattı. Benficalı taraftarlar maçın anlamı ne olursa olsun insanlıklarından taviz vermemişler, gerekeni yapmışlardı. O an yaşadığı travma sonucu baygın olarak sahayı terk eden Gökhan olayların farkında olmasa da…
İnsanlık buydu ve her koşulda, gösterilmesi gereken tavır tribünlerden yansımıştı. Bizdeki anlamsız ‘Vur kır parçala bu maçı kazan’ kültürü ise her hafta tribünlerde sakatlanan ya da başından bu tür olaylar geçen futbolculara bırakın alkışı, insanlık adına kaygılanmayı bile esirgiyor. Sonuçta F.Bahçe, G.Saray’ı alkışlar ya da alkışlamaz, ben Benfica seyircisini insanlığından dolayı çoktan alkışladım bile…

Haberin Devamı

Not: Futbolumuzun ‘Akil’ şahsiyetlerinden Mustafa Denizli, ‘Alkış’ konusunda yazdıklarıma yakın şeyler söylemiş. Kendime pay çıkarmak için söylemiyorum ama şöyle bir espri yapmamı hoşgörün lütfen: Ne de olsa ‘Akil’in yolu birdir!..

Yazarın Tüm Yazıları