Paylaş
Malum, felaketler durmak bilmez, dolayısıyla filmleri de… Sinema özel efekt ve bilgisayar destekli yeni anlatım biçimleriyle aynı sularda elbette yüzdü, hatta acıların çapını genişletti ama hiçbir zaman 70’ler gibi toplu bir reflekse rastlanmadı. Şimdi felaketlerle ara ara buluşuyoruz. Mesela zamanımızın korkutucu meteorolojik histerilerinden biri olan ‘Hortumlar’, en son 1996 yapımı ‘Twister’da karşımıza çıkmıştı. Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘Fırtınanın İçinde’ (‘Into the Storm’), Jan de Bont imzalı öncü filmi takip eder hüviyette. Ama hemen şöyle bir teşhiste bulunmak lazım, ‘Fırtınanın İçinde’ ‘YouTube kuşağının felaket filmi’ tadında…
70’ler boyu karşımıza çıkan yapımların formülü belliydi, öykü önce seyirciyi ana karakterlerle tanıtır ardından ana eksen belirir yani el atılan felaket o karakterlerden bazıları ekip alır, bazıları da birer kahramana dönüşürdü. ‘Fırtınanın İçinde’, bu formülü ‘Post-modernize’ ederek uyguluyor. Hikâye Silverton adlı küçük bir kasabada geçiyor, ana karakterlerin bir kısmı ‘Zaman kapsülü projesi’ dahilinde 25 yıl sonra kendi geçmişlerine göz atmak isteyen bir grup insan, diğer kısmı ise ‘Hortumlar’ üzerine belgesel hazırlamak için görüntü peşine düşen sinemacılar (tabii aralarında bir de ‘meteoroloji uzmanı’ var). ‘Kapsülcüler’ kendilerini kameraya tanıtırken bir anlamda seyirciye de varlıklarını hatırlatıyor ve filmi hafiften ‘The Blair Witch Project’in kulvarına çekiyor.
KÜÇÜCÜK KASABADA O UÇAKLARIN İŞİ NE?
James Cameron’ın ‘Titatic’ ve ‘Avatar’daki James yardımcı asistanlarından Steve Quale’nin yönettiği ‘Fırtınanın İçinde’, konu bakımından klişelerle yüklü. Öyle ki onca felaketin arasında iki oğluyla problemler yaşayan kasabadaki lisenin müdür yardımcısı Gary’yle belgeselci Pete’in ekibinde yer alan işkolik meteoroloji uzmanı Allison arasında f ilizlenen adın konulmamış bir aşka bile göz kırpan film, sürekli aile içi dayanışma ruhunu vurgu yapıyor. Lakin böyle filmlerin zaten öyküleri pek de önemli değildir, asıl mesele bize böylesi bir yapımın ne türden özel efektler sunacağı, imkânsızlıkların nasıl üstesinden geleceği ve doğaya ne denli kafa tutulacağının sınırlarını hangi ölçülerde çizeceğidir… ‘Fırtınanın İçinde’, bu bilinçle hareket etmiş ve klişe diyalogları ve akıl mantık sınırları dışında gelişen olaylar bütünü içinde birkaç etkileyici sahne sunuyor. Mesela bildiğim kadarıyla ne sinemada ne de gerçek hayatta daha önce ateş topuna dönen bir hortuma rastlanmamıştı, ‘Fırtınanın İçinde’ böylesi bir doğa olayına insanlığın hizmetine (!) sunuyor. Keza ‘Twister’da havada uçan traktörlere, ineklere tanık olmuştur, burada uçaklar hortumun etkisiyle pistten havalanıyor ve gökyüzünde başıboş halde dolaşıyor. Ara not: Yakında ‘Dünyanın en büyük havalimanı’na sahip olacak’ bir ülkenin eleştirmeni ve de vatandaşı olarak küçücük bir kasabada öyle bir havaalanı niye var, o kadar büyük kapasiteli uçaklar orada ne arıyor, bunu sormak da hakkım sanıyorum…
Oyunculuklara gelince Gary’de Peter Armitage’ı (ki kendisi ‘Hobbit’lerden Thorin’miş, sonra fark ettik), Allison’da Sarah Wayne Callies’i (ki o da ‘Walking Dead’in Lori Grimes’ıymış, diziyi izlemediğim için kendisini tanımıyordum), belgeselci Pete’de de Matt Walsh’u izliyoruz. Gerçi oyuncuların pek bir önemi yok, çünkü filmin asıl yıldızı envai çeşitteki hortumlar.
Sonuç? Yakın dönemde Katrina ve Sandy kasırgalarıyla çok sayıda can ve mal kaybına uğrayan toprakların sineması elbette bu tür felaket filmleri çeker. Lakin artık hortumlar, değişen iklim koşullarıyla birlikte bizim buralara da uğramaya başladılar (son olarak hatırlanacağı gibi Kasımpaşa’yı bile yokladılar). Tabii sinemamızın imkânları itibariyle perdeye bu konuların yansıması için vakit henüz erken. Dolayısıyla en azından görsel eğitimimizi Hollywood üzerinden almaya devam edelim derim!..
Paylaş