Aslında aynı Rudi Garcia, 2018’de Marsilya’nın başındayken Luiz Gustavo-Adil Rami tandemiyle de Avrupa Ligi finali yapmıştı. Bence Türk futbolunun bu iki öyküden çıkaracağı önemli dersler var: Savunma, sadece savunmacıyla ilgili bir konu değil. Savunma bir takım bütünlüğü işi. Ayrıca mevzu sadece iyi futbolculara sahip olmak da değil. Onları maksimum verimle sahaya sürecek bir futbol öğretmeniniz de olmalı kenarda.
ÜÇ ÖNEMLİ KAYIP
Belki Nagelsmann-Tuchel gibi teknik adamlar daha ışıltılı oldukları için manşetleri çaldılar ama Rudi Garcia’nın bu yıl Lyon’da başardığı da hiç azımsanacak bir konu değil. Sezon başında takımın ana iskeletinin 3 parçasını, sol bek Ferland Mendy, ön libero Ndombele ve süperstar Fekir’i kaybetti Lyon. O da yetmedi, pandemi sürecinde takımın kalbi Tousart da 25 milyona Bundesliga’nın yolunu tuttu. O Tousart, o ana kadarki tüm Şampiyonlar Ligi maçlarında ilk 11 oynamış, ilk Juventus karşılaşmasını da kahraman olarak bitirmişti. Sanırım antrenörlük tam da böyle noktalarda çıkıyor ortaya.
SİMYACI GARCIA
Rudi Garcia, Juventus rövanşında Tousart’ın pozisyonuna 2000’li Caqueret’yi koydu. Caqueret’nin kariyerindeki ilk Devler Ligi maçıydı bu. Sezonun önemli bölümünü Lyon’un ikinci takımıyla geçiren genç adam, Juventus ve City maçlarında mükemmel oynadı. Sahada basmadık yer bırakmadı. Ve sanırım bir kez daha şunu hatırlattı hepimize: Futbol sadece iyi futbolculara sahip olmakla ilgili bir konu değil. Eğer başınızda Rudi Garcia gibi bir simyacı varsa, sizi kısa sürede bir elmasa dönüştürebilir.
SEZONUN HAYAL KIRIKLIĞI: SANE'SİZ-WERNER'SİZ DEVLER LİGİ
Pandemi sürecinin en başarısız kurumlarından biriydi sanırım FIFA. Daha şubat ayında konuşulmaya başlandı futbolun kontrat açmazı. Avrupa’nın genelinde futbolcu kontratları 30 Haziran’da bitiyordu ve turnuvaların Temmuz-Ağustos’a sarkma ihtimalinin olduğu çok açıktı.
2019-20 sezonunu Fenerbahçe yüzde 58,5 ile ligin en fazla topla oynayan ekibi olarak tamamladı. Topla da boşuna oynamadılar, 34 maçta 437 şutla bu alanda da açık ara liderler. Şampiyon Başakşehir 403, ligin en golcüsü Trabzon 358 şutla ikinci sırada bitirdiler sezonu. Fenerbahçe’yse yedinci olabildi ancak! Ve enteresandır sezon bittiğinde hemen hemen hepimizin hissettiği şey, Fenerbahçe’nin bu sıralamayı hak ettiği idi.
TEK SEZONLUK PLANLAMA
Çünkü Fenerbahçe’nin sorunu topla oynama, pas, şut gibi somut veriler değil, sahada var olan bir garip hava idi: Gol yenildiğinde çöken toplam özgüven. Sorumluluk almaktan kaçan oyuncular. Dizlerinin titrediğini hissettiğiniz bazı futbolcular... Sanırım bu yüzden Fenerbahçe yönetimi, dizleri titremeyecek adamlara yöneldiler bu transfer sezonunda. Bir maçta on üzerinden 9, diğerinde 2’lik oynayacaklara değil. Her maç belli bir standardın altına düşmeyen, özgüveni yüksek, deneyimli adamlara. Sosa, Caner, Gökhan ve novak’ı birleştiren duygu bu. Özgüven. Ancak şunu da söylemek lazım: Bu transfer politikası yine uzun vadeli bir planlama değil. Yine tek sezonluk, yine sadece o tek şampiyonluğu almaya yönelik...
GEÇEN YILKİ TABLO SONRASI SAVUNMA HAMLESİ DOĞAL
Fenerbahçe'nin şu ana kadar yaptığı transferleri üç bölüme ayırıp incelemek gerek: Savunmaya yapılan Caner, Gökhan, novak ve Lemos takviyeleri, geçen sezonun ağır faturasının doğal sonucu. Fenerbahçe, 2019-2020’de 34 maçın sadece 5’inde kalesini gole kapayabilmiş. Ve bu alanda lig sonuncusu. Ayrıca sarı-lacivertliler geçen sezon korner+frikik+taçlardan tam 14 gol gördü kalesinde. Bu sayı Başakşehir’de 3, Beşiktaş’taysa 5’miş.
LEMOS SERT VE GÖZÜPEK
Geçen sezonun önemli bir kısmında beklerde dirar, deniz, hasan, Ozan gibi tercihler yapmak zorunda kalan bir takımın bu yıl üç bek birden transfer etmesi bence doğal. Stoper Lemos da belki kariyerinin zirvesinde değil. 2016’da onu La Liga’ya taşıyan potansiyeline sonraki 4 yılda erişemedi. Ancak geçen sezon İspanya 2. Ligi’nde düzenli oynamış, bir buçuk yıl önce de Uruguay Milli Takımı’na gitmiş 24 yaşında bir stoper bu. Sert, gözüpek. Fenerbahçe’nin geçen sezonki savunma performansı dikkate alındığında ellerinde Lemos’tan çok iyi 3 stoper olduğunu söyleyemeyiz bence.
30 yıldır Avrupa kupalarında birçok maçta benzer cümleler kurduk ama dün gerçekten fena halde ‘talihsizdik’. Sağ bekte Lens’le başlama hatası 30 dakikada 3-0’lık korkunç bir tabela doğurdu. Sonraki bir saatte Beşiktaş maçı çevirebilecek pozisyonları fazlasıyla buldu ama bu kez de (bence kötü niyetli olmayan) kötü bir hakeme takıldı: Maalesef İtalyan hakem, 30’a yakın faul yapan, stratejik faulcü PAOK’a kartlar konusunda çok cimri davranarak kesti hızımızı...
Dünkü gazetelerde Beşiktaş’ın muhtemel 11’ini gördüğümde aklımda oluşan en güçlü soru işareti Lens’ti doğrusu. Çünkü rakibin en iyi oyuncusu, orta sahanın solunda oynayan Giannoulis. Yunan sol kanatla hem Marsilya hem de Newcastle ilgileniyor ve bu maçtan sonra fiyatını 1 milyon Euro daha artırdığı kesin! Giannoulis, ilk yarım saatte Lens’in kanadını otobana çevirdi. Maçın da fişini sol açık Tzolis’le beraber çok kısa sürede çekti maalesef.
FAUL TUZAĞINI AŞAMADIK
Sergen Yalçın, taktiksel arızayı devre arasında düzeltme yoluna gitti, sağ beke necip’i kaydırarak biraz daha dengeli bir takım yarattı aslında. ersin mükemmel bir maç oynadı, orta sahada Oğuzhan da, Dorukhan da aldıkları süreyi iyi değerlendirdiler ve Beşiktaş bolca pozisyon yarattı ikinci yarıda. Ancak bu devre boyunca da maalesef stratejik faul tuzağını aşamadık. Ayrıca hakem Doveri’nin 86’daki net penaltıyı kaçırmış olması da bir başka büyük talihsizlik.
AKPOM-LARIN FARKI
Rakip PAOK’un santrforu Akpom’un adı Türk takımlarıyla anılıyor bu aralar. Akpom dün gol atmadı ama skor üretmek dışında her şeyi doğru yaptı. Rakibin her hücumunun içinde vardı, gezdi-dolaştı ve arkadaşlarına birçok pozisyon yarattı. Bence Larin’le aralarındaki en önemli fark da buydu: Larin gol attı. İki tane daha net pozisyonu vardı. Hava toplarında da çok etkiliydi. Ama bu kadar maalesef. Pas trafiğine çok az katıldı, çok az dolaştı. Bir santrfor olarak iyi, bir futbolcu olarak kötüydü dün. Oysa bence Beşiktaş’ın bu oyununun ihtiyacı gezen-dolaşanyaratan bir futbolcu...
Evet Beşiktaş bir dönüşüm sezonu yaşıyor ama PAOK’un ekonomik durumu da çok parlak değil. Başkan Savvidis bu sezon yeni transferlere değil, kadrodaki pahalı oyunculardan kurtulmaya odaklandı. Ön libero Wernbloom, Göteborg’a gitti, Stoch’un sözleşmesi feshedildi, Mauricio’nun kontratı yenilenmedi.
Takımın kalbi, lideri vieirinha’nın durumu belirsizliğini koruyor ancak bugün kadroda yok. Geçen sezonun açık ara en iyisi Misic de sakat. Çok alternatifli bir kadroları olmadığı için (biraz da mecburi) 3-4-3 oynuyorlar ve duran toplara güveniyorlar. Beşiktaş duran toplara iyi konsantre olursa PAOK geçilmeyecek bir takım değil.
SAVVIDIES'TEN İYİ AĞIRLAMA SÖZÜ
Bu yazıya başlamadan önce Yunan gazeteci dostum thanos Sarris’e komşudaki havayı sordum. thanos endişe duymamamız gerektiğini, Başkan Savvidis’in Beşiktaş kafilesini en iyi şekilde ağırlama sözü verdiğini söyledi. Tabii Savvidis’in mazisini biliyoruz, umarız başkan bu sözünde durur. Tarih boyu Yunanistan’da Türk takımları çeşitli zorluklarla karşılaştı, Sergen Yalçın da bu tarz durumlara alışkın. İnanıyorum ki sakin kalıp, futbola odaklanacaklardır bugün.
KEŞKE BURAK BEŞİKTAŞ FORMASI GİYİYOR OLSAYDI
Beşiktaş’ın geçen sezonki en kilit oyuncusu Burak Yılmaz, Lille’e transfer oldu. Hafta sonu Ligue 1’in ilk haftasında onu Rennes’e karşı izledim. Henüz uyum sorununu aşamamıştı doğal olarak. Ayrıca Galtier, arkada Ikone, önde Jonathan David’le başladı ki bu iki genç adamı kesmek de hiç kolay değil. Keşke bugün Burak, Beşiktaş forması giyiyor olsaydı dedim içimden doğrusu.
Ancak PAOK’luların da bugün benzer bir sıkıntısı var. Geçen sezon takımın en iyisi olan Hırvat milli orta saha oyuncusu Josip Misic, dizindeki kist nedeniyle tedavi sürecinde. Misic geçen sezon 6 gol11 asistle takımın yaratıcı yükünü çekmiş, ancak play-off sürecinde dizinden sakatlanarak takımını yalnız bırakmıştı. Zaten play-offtaki başarısızlıkta da Misic’in yokluğu önemli etken.
2010’lu yıllar Xavi-Iniesta trendinin de etkisiyle klasik müzik finallerine sahne olmuştu. Sonsuz pas trafikleri, yıldıran set hücumları ve 40-50 dokunuş sonucu gelen şutlar... 2020’lerse bir heavy metal finaliyle başladı. Bol gürültülü oyun, dikine futbol ve çabuk geçişlerle baş döndüren tempoda bir final. Heavy metal finalinin kaderini de bir heavy metal golü belirledi zaten.
Bayern maçlarında nadir görülen tablo
Bayern Münih maça önde baskıyla başladı, bu da PSG’yi ilk çeyrekte basit hatalara zorladı. Ama 1-2 hata sonrası Tuchel’in öğrencileri çabuk çıkış yollarını buldular. Geriden seri paslarla mükemmel çıkışlar yaptılar ve bol pozisyon yakaladılar ilk devrede. Eğer biraz dikkatli olsalar hem Mbappe hem Neymar hem de Di Maria tabelaya yazabilirlerdi isimlerini ilk yarıda. Paris’in bu seri çıkışlarına Bavyera ekibi küçük faullerle yanıt verdi. İlk bir saat bittiğinde Bayern’in 14 faul yaptığına çok az şahit oluruz genelde.
Lahm ruhunu Kimmich’e devretmiş
İkinci devreyeyse Bayern Münih daha kompakt, daha sakin ve akılcı bir başlangıç yaptı. Aynen Lyon gibi PSG de iyi fırsatlar yakalayıp değerlendiremeyince, Bayern Münih hep yaptığı gibi soğukkanlı bir golle fişini çekti maçın. Joshua Kimmich, bu sezon Bayern-Dortmund maçında müthiş bir golle direkt tesir etmişti ligin kaderine. Şampiyonlar Ligi’nin kaderini de finalde harika bir asistle değiştirdi. Philipp Lahm futbolu bırakırken ruhunu da Kimmich’e devretti belli ki.
Bayern Münih’in bu mükemmel sezonunda libero kaleci Neuer’in de hakkını teslim etmek lazım. Dün yine Paris’in birkaç hızlı çıkışında doğru yerdeydi. Aynen yarı finalde Ekambi pozisyonunda olduğu gibi finalde de Mbappe’ye karşı hayati bir top çıkararak kupanın kulpunu tuttu takımı için.
Maçın rakamı: 22 faul
Lyon önünde görüldü ki Bayern’in aşırı öne çıkan savunmasının arkasında zaaflar oluşuyor. Üstelik bu kez karşılarında ‘içine Emenike kaçmış Ekambi’ değil, savunma arkasına koşu ustaları Mbappe ve Neymar olacak. Bayern Münih futbolcuları, 2014 yazında sezonun ilk takım yemeğine oturduklarında şaşkın gözlerle Lewandowski’ye bakakalmışlar. Çünkü Polonyalı forvet önce tatlıyı, sonra başlangıç menüsünü, en son ana yemeği tüketiyormuş yemeklerde. Zira Lewa’nın diyetisyen eşi, bu yöntemin kocasını mükemmelleştireceğine inanıyor.
Takıntılı düzeyinde mükemmeliyetçiler
Lewandowski hep soluna yatarak uyuyor, çünkü daha güçlü sağ ayağıyla vücudunun solunu dengelemeye çalışıyor. Aslında bu takıntılı mükemmeliyetçi adam, bir bakıma Bayern Münih organizasyonunu da özetliyor: Takıntı düzeyinde mükemmeliyetçiler. Kulüp tepeden tırnağa doğru yönetildiği için, takım da bir makine düzeninde. Pandemi arası geçtiğinden beri sürekli kazanıyorlar. Üstelik rakiplerine bir an bile galibiyet hayali kurdurmadan. Ancak futbol acayip bir oyun... Macaristan’54 de mükemmel değildi, Brezilya’82 de. Pep’in Barcelona’sının da kaybettiği maçlar oldu, Klopp’un Liverpool’ununda. Bu Bayern Münih’in de önemli bir zaafı var ve dâhi Rudi Garcia’nın Lyon’u aslında kâfi düzeyde açığa çıkardı bu sorunu.
Neymar Neuer'e aşırtma gol atarsa sürpriz olmaz
Bayern Münih, şu ana kadar mükemmel giden oyununu ancak savunmayı çok öne çıkararak oynayabiliyor. Bu da hücumda kaybedilen toplarda sıkıntı yaşatabiliyor. Eğer Bayern hücumdayken topu onlardan hızlı kapıp atağa çıkabiliyorsanız, kaleci Neuer’i zaten orta yuvarlağın gerisinde yakalamışsınız demektir. Yarı finaldeki Lyon karşılaşmasında Toko ekambi bulduğu harika fırsatları değerlendiremedi. Ancak mesela bu akşamki finalde Neymar, Neuer’e uzaklardan bir aşırtma gol atarsa bana sürpriz olmaz. Neuer mecbur kaldığı bu libero moduyla, finalin kahramanı da olabilir, en fazla üzüleni de.
Davies ve Kimmich'e ekstra dikkat edilmeli
Doğrusu futbolda bu Ağustos ayını yaşayan birçok sporseverin, keşke her yıl çeyrek finallerden sonrası mini turnuva şeklinde geçse diye düşündüğüne eminim. Üstelik bu Ağustos’ta oynanan iki büyük kupanın bir başka güzel tarafı da pragmatik takımların değil, topa sahip olmak isteyenlerin, oynayanların kazanması oldu. Wolverhampton ya da Atletico Madrid’in değil de Paris’in, Sevilla’nın, Inter’in final görmeleri futbolun kazancı. Dün de bu duyguya yakışan süper bir 90 dakika oynandı Köln’de. Conte maçın büyük bölümünde Sevilla’nın organize hücumlarını faulle durdurmak gibi korkunç bir hataya düştü. D’Ambrosio’nun ilk 30 dakikada 5 faul yapmasının taktiksel olmadığına kimse inandıramaz beni. Koca Serie A sezonunda kafayla yalnızca 1 gol yiyen Inter, De Jong’dan 2 tane yedi ama yine de değişemedi, dönüşemedi maç içinde. Sevilla da duran toplarda farklı organizasyonlarla faturayı kesti Conte’nin Inter’ine.
KUPAYI HEDiYE ETTiLER
Devler Ligi’nde bu yıl, Neymar, Mbappe, lewa gibi süper yıldızların sezonu. Avrupa Ligi’ndeyse Conte ve Lopetegui yıldızlaşmışlardı doğrusu finale dek. Conte, dün skor 2-2 iken gidişatı okuyamayıp Eriksen değişikliğinde geç kalarak, oyuna ortak olma konusunda isteksiz davranarak kupayı hediye etti bence Lopetegui’ye.
Haftalık net Canlı iddaa kaybına %10'a varan iade Misli.com'da, hemen katıl!
Seyirci yok. Atmosfer yok. Ama futbol var! Evet, alışmakta bir miktar güçlük çekiyor insan sessizliğe. Lâkin Portekiz ve Almanya’da hemen her maç öyle kıran kırana, öyle kaliteli ve saf futbol odaklı geçti ki, düşünmeden edemedik doğrusu: Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi, her sezon çeyrek finalden itibaren tek maçlı eliminasyonlu mini bir turnuva modeline dönse güzel olmaz mıydı? Tabii ki bu fikrin önemli
komplikasyonları var. Çok sevdiğimiz Şampiyonlar Ligi serüveninden iki maç eksilmiş olacak (çeyrek final ve yarı finalden birer maç). Ev sahiplerine bir maç günü gelir kaybı da söz konusu. Ancak kazanımlara bakınca, hemen her maçın final havasında geçtiğini görünce bu komplikasyonları belki de abartmamak gerektiğini düşünüyorum doğrusu. Üstelik en azından final turlarında şu berbat ‘deplasman golü’ avantajından da kurtuluş oluruz. Öyle değil mi?
SEZONUN KAYBEDENi: PEP GUARDIOLA
Elbette City ile Şampiyonlar Ligi kupasını kazanamadı diye Pep’in harika kariyerini yok saymayacağız. 37 yaşında, hiçbir üst düzey deneyimi yokken egolar topluluğu Barcelona’nın başına geçip üst üste üç Devler Ligi kupasına doğru gidiyordu, kupanın birini yanardağ patlamasına kaptırdı bana sorarsanız. Ancak üç büyük ligin şampiyonu, kupa koleksiyoneri Pep’in son dönemde maalesef kronik bir rahatsızlığı çıktı ortaya: Hemen her kader maçında orijinal ayarlarını bozuyor.
Rakibe göre birtakım oynamalar yapıyor. Ve rakibi şaşırtayım derken genelde kendi takımını şaşırtıyor! İki sezon önceki Liverpool çeyrek final eşleşmesinde de yapmıştı benzer hataları. Monaco ve Tottenham’a karşı da yaptı. Üçlü savunmalar, ön liberolarla garip savunma dizaynları, büyük oyuncularını kulübede oturtmalar...
Sakın yanlış anlaşılmasın, farklı dizilişlere, rakibe göre taktiksel dönüşümlere karşı olamayız elbette. Ancak her büyük maçta ana planınızın dışına çıkmak, kendi oyuncu grubunuzun da size olan inancını zedeler. Siz büyük takımsanız önce önlem almayı değil, aldırmayı düşüneceksiniz. Önce en iyi bildiğiniz doğruları koyacaksınız sahaya. Az bildiğiniz, az denediğiniz, tam olarak ustalaşmadığınız B-C-D planlarını değil.
SEZONUN X FAKTöRü: DiNLENENLERiN KAZANMASI