Galatasaray bu sezon Süper Lig’le Avrupa Ligi’nde bambaşka iki hüviyete büründü doğrusu. Sarı kırmızılılar Süper Lig’de %56, Avrupa’da %45 ortalamayla topla oynuyorlar. Türkiye’de maçları domine etmeleri gerekiyor, Avrupa’daysa hemen her müsabakada geçiş futbolu ön plandaydı. Fikstür de Galatasaray için öyle enteresan gelişti ki bu sene, gruptaki ikinci karşılaşmalardan itibaren her müsabakada rakiplere galibiyet lazımken, Galatasaray için beraberlik hep yeterli görünüyordu. İkinci maçta Velodrome deplasmanı öyleydi.
BAŞARILI BiR KONTROL OYUNU
Üçüncü maçta Moskova deplasmanında da bir puan kötü sonuç değildi. Dördüncü maçta içeride Lokomotiv’le berabere kaldığında da, beşinci hafta Marsilya’yı yendiğinde de hep rakipleri galibiyete mecburdu sarı kırmızılıların. Dün de tablo aynıydı. Galatasaray’a grup liderliği için beraberlik yetiyordu, Lazio ise galibiyete mecburdu. Galatasaray yine başarılı bir kontrol oyunu oynadı Roma’da.
TIPKI 20 YIL ÖNCEKi GiBi
Fatih Terim’in yaklaşık 30 yıllık teknik adamlık kariyerinde böyle pragmatik bir anlayışı sezona yaydığına şahit olduğumu hatırlamıyorum. Terim’in bu sezon Avrupa Ligi performansını gözlemlediğimizde içinden bir Lucescu çıktığını söyleyebiliriz sanırım. Galatasaray 6 maçın toplamında neredeyse 6 net pozisyon vermedi. Savunmada hemen her maçta güvenilirdi, hiç kırılganlık göstermedi, hücumda da ana plan hep geçiş hücumlarıydı. Bundan tam 20 yıl önce, 2001 kışında Lucescu yönetimindeki Galatasaray, Devler Ligi’nde Lazio’yla yarıştığında da strateji buydu. 20 yıl sonra tarih tekerrür etti adeta.
KEREM YiNE BAŞROLDEYDi
Galatasaray’ın bu zorlu gruptan namağlup lider çıkması büyük iş. Bu sezon tüm Avrupa macerasında olduğu gibi dün de Kerem, Galatasaray ofansının başrolündeydi. Nelsson-Marcao yine neredeyse hatasız oynadılar. Lazio adına dün yaratılan hemen hemen tüm şansların altında Zaccagni’nin hızı vardı ama onun da Yedlin’e üstünlük sağladığı anlar bir gol üretimine yetmedi. Türk futbolunun ilk 15’te yer alma savaşı verdiği bu yılda Galatasaray’ın gösterdiği bu başarı, ülke futbolu için de büyük şans.
Türk futbolu, 2022 Dünya Kupası’na iki dev dağ mesafesinde kaldı. Kulüpler seviyesinde de 16’ncı basamağa kadar geriledik, bu durumu değiştiremezsek Avrupa’ya artık 5 değil 4 takım göndereceğiz. Ve bence bu düşüşün sırrı “9 dakika” detayında gizli.
48 MAÇIN 47’SiNDE RAKiPLERiMiZ BİZDEN DAHA ÇOK KOŞMUŞLAR
Önceki gün Süper Lig şampiyonumuz, Devler Ligi’ne acı bir veda etti. Altı maçı da kaybetti, altı maçta da rakiplerinden daha az mesafe kat etti. Aslında bu durum bize çok yabancı değil, Şampiyonlar Ligi’nde Türk takımlarının sahaya çıktığı son 48 maçın 47’sinde rakiplerimiz bizden daha
çok koşmuşlar. Euro 2020’de de her üç rakibimiz bizden ortalama 5 buçuk kilometre fazla mesafe kat etmişlerdi. Tesadüf olamayacak kadar büyük bir veri seti var önümüzde.
OZAN TUFAN’DAN ‘iNGiLTERE’DE SAKATLIK OLSA DA OYUN DURSUN DiYE DUA EDiYORUM’ iTiRAFI
Türk futbolunun Premier Lig’e ihraç ettiği oyunculardan Ozan Tufan da, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda bu sorunun altını açık yüreklilikle çizmiş: “Süper Lig’de oyun çok fazla duruyordu. Çok fazla dinlenme şansımız oluyordu. Burada oyun hiç durmuyor. Taçlar saniyeler içinde kullanılıyor. Bazen bir sakatlık olsa da oyun dursa diye dua ediyorum burada”
SÜPER LiG’DE HER TAÇ SEREMONi HER BARAJ KAOS
Aslında uluslararası arenada Almanı, İtalyanı, İsviçrelisi, Portekizlisi her kim olursa olsun bizden daha fazla koşmaları detayının altında da Ozan’ın altını çizdiği o problem var. Süper Lig durarak oynanıyor. Her taçta bir seremoni. Her frikikte itiraz. Her barajda kaos. Elbette bunun da “maç sonuna eklenen uzatmalar” olarak ödüyoruz bedelini. Geçtiğimiz sezon Süper Lig’de bir maçın (uzatmalarla birlikte) brüt süresi 99 dakika. Topun oyunda kaldığı süre ortalamasıysa 54 dakika. Yani televizyon başında izlediğimiz her Süper Lig müsabakasında hayatımızdan 45 dakika çalınıyor. Tam 45 dakika. İki bölüm komedi dizisi izleyebilirsiniz Süper Lig’in hayatınızdan çaldığı sürede yani!
Pereira doğrularına inanan değil, kelimenin tam anlamıyla tapan bir teknik adam. Bence zaten üç buçuk maçlık dörtlü savunma uygulamasını gönüllü yapmamıştı. Dün de zaten kutsalmışçasına inandığı dizilişi 3-4-2-1’e döndü. Hep söylüyorum, maçları dizilişler değil, oyuncular kazanıyor. Zaten dörtlü savunmaya döndüğünde de sahadaki hücumcu sayısını artırmamıştı, ilk 11’den Szalai’yi çıkarıp Meyer’i koyarak bir mucize bekleyemezsiniz! Dün yine inandığı dizilişe döndü. Takımı daha derli topluydu, daha az pozisyon verdi, Pereira’nın daha mutlu olduğu bir oyundur dünkü.
MESUT VE FERDi HARiKAYDI
İngilizler’in bir oyun tarifi vardır, “too nice” diye. Dün Rize’nin oyunu tam da öyleydi. Lüzumundan fazla iyi. Fazla teknik. Az zorlayan, yakın oynamayan bir stil. Bu da Fenerbahçe’nin maç genelinde neredeyse hiç zorlanmadan vitesi elinde tutmasını sağladı. Fiziksel olarak iki takım arasında bu denli fark oluşunca, sezonun en iyi Fenerbahçe’sini izledik Kadıköy’de.
Dün fiziksel bir oyun olmayınca da müthiş bir Mesut Özil izledik sahada. Ferdi Kadıoğlu oyunun kalbiydi, tek kelimeyle harikaydı. Szalai “Ben nasıl yedek kalırım” dercesine kişisel bir şov sergiledi. Berisha ve Serdar Dursun da iyi oyunu taçlandırdılar santrfor performanslarıyla.
NEDEN HEP KARAOĞLAN?
Bu sütunun dikkatli takipçileri bileceklerdir, maç yazılarında çoğunlukla tartışmalı pozisyonlara değinmiyorum. Maçın bitiş düdüğü çalar çalmaz yazıyı gazeteye geçiyoruz, pozisyonları tekrar izleme şansım yok. Gazetede yerim kısıtlı. Zaten pazartesi sabah da tüm tartışmalı pozisyonları ekranda konuşuyoruz. Ancak hakeme dair değil, hakemliğe dair bir diyeceğim var bugün: Aynı haftada üç şampiyonluk adayının, Beşiktaş’ın, Trabzonspor’un ve Fenerbahçe’nin maçlarında aynı VAR’ın görevli olmasını ben anlayamadım. VAR’ın şu anda bir müsabakanın yönetimindeki ağırlığı düşünülürse, aynı hakeme 3 büyük takımın maçını yönettirmek gibi bir şey bu. Ben anlayamadım, Atilla Karaoğlan şu anda bir Collina formu mu gösteriyor? Ya da MHK’nın elinde başka hakem mi yok? Bir açıklaması olmalı herhalde bu durumun.
Trabzon’un bu sezonki hikayesini iki ayrı perdede ele almak gerekiyor. İlk 9 haftada hemen hemen tüm maçlara hükmettiler. 9 müsabakanın 9’unda da vitesi 90 dakika ellerinde tutmaya çalıştılar. Stoperleriyle öne çıktılar, hücumda kalabalıklaştılar. Rakiplerine gol fırsatı da veren, ama onun daha fazlasını atmaya çalışan bir felsefeleri vardı o bölümde. Abdullah Avcı o 9 haftada genelde tek ön libero (Berat’ı) kullandı, birçok maçın son bölümünde Berat’ı dahi çıkarıp 4-0-6 ile tamamladı 90 dakikaları...
SON 6 HAFTADA iZLEDiĞiMiZ TRABZONSPOR BAMBAŞKA
Ancak son 6 hafta izlediğimiz Trabzon bambaşka. Daha pragmatik bir oyunu var artık bordo mavili ekibin. Daha önce bazen bir ön liberoyu bile kullanmayan Abdullah Avcı, artık maçlara Berat-Siopis ikilisiyle başlıyor. Rize maçını belki ayırabiliriz; ama onun dışındaki 5 müsabakada hep daha fazla pozisyon bulan taraf rakipler, pragmatik oyunla sonuca giden Trabzon’du. Göztepe şutlarda 17’ye 6 üstünlük kurmuştu mesela İzmir’de Trabzon’a karşı. Beşiktaş 17-8, Antep 25-11, Karagümrük de 17-9 üstündüler şut sayılarında. Ancak maçların sonunda kazanan hep Trabzonspor oldu. Rakiplerinden bazen daha akılcıydılar. Bazen daha yetenekliydiler. Bazen de daha şanslı.
YiNE MÜKEMMEL HÜCUMLAR MÜKEMMEL VE GOLLER
Dünkü maçın hikayesi de önceki 5 haftadan farklı değildi aslında. Medical Park Stadı’nda daha fazla şut atan, daha fazla pozisyon bulan taraf Adana ekibiydi. Ama yine mükemmel hücumlar ve mükemmel gollerle kazandı ev sahibi.
Tabii ki bu galibiyeti sadece pragmatik oyun başarısına bağlayamayız. Trabzon’da başka güzel detaylar da vardı dün:
HAMSiK DE HARiKAYDI
1- Bakasetas’ın kulübede başladığı maçta Hamsik milli takımında oynadığı rolde, 10 numarada oynadı. Mükemmel oyununu harika bir golle süsledi.
Türkiye’de bir büyük takımın son 10 resmi müsabakasının 9’unu kaybetmesi çok sık görülen bir şey değil. Üstelik böyle bir periyodun ardından o takımın teknik adamının güçlü bir camia desteğiyle devam etmesi de önemli iş. Bence Sergen Yalçın’ın camiadan-tribünden aldığı bu güçlü desteği hak etmesi için bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu. Yapması gereken en önemli değişim de şuydu:
TUTKUSU OLANLAR OYNAMALIYDI
Sergen Hoca son birkaç haftadır takımındaki düşüşü, bazı oyuncuların iştahtutku eksikliğine bağlıyordu. Gerçekten de siyah beyazlıların coşkusunda bir eksiklik vardı son dönemde. Ancak madem Sergen Hoca bu alanda bir sorun seziyor, öyleyse tutkusu eksik olanları kenarda oturtmalı, tutkusu tam olanları oynatmalıydı. Yalçın’ın son haftalarda hem takımının arzu düşüklüğünden şikayetlenip, hem de 11’ine radikal bir neşter vurmaması bir tezattı bence.
RIDVAN VE CAN TERCiHi OLUMLUYDU
Dün ilk yarıda bu tezattan kısmen çıktı Sergen Hoca. En azından sol bekte Rıdvan, merkezde Can tercihi, bir şeyleri değiştirme yönünde olumlu göründü. İki genç adam, Rıdvan ve Can ilk yarının en iyileri arasındaydılar dün.
Sergen Yalçın’ın ilk devredeki tercihleri ne kadar olumluysa, ikinci yarıdaki hamleleri o denli yetersizdi dün Beyoğlu’nda. Maça 4-4-2 ile başlayıp ilk devrede orta sahada eksik kalan Hakan Kutlu ise, Varga/Jorgensen değişikliğiyle bir sihir yaptı adeta. İkinci yarıda ya da daha doğru bir deyişle maçın ikinci perdesinde süper bir Kasımpaşa vardı sahada.
UMUT, MiLLi TAKIMDA OLMALI
Kasımpaşa her bir oyuncu değişikliğiyle büyürken, Sergen Yalçın’ın her hamlesi geriye götürdü takımını. Umut Bozok, Mart’ta milli takımda olması gerektiğini kanıtladı bir kez daha. Ümit milli sol bek Eren doğrudan tesir etti maça. Varga da öyle.
Avrupa kupalarında mücadele eden 96 takım için, özellikle de perşembeleri oynayan 64’ü için karmaşık bir hafta sonuydu bu. Hafta içinde Avrupa’da sezonun kaderini belirleyecek maçlar oynuyorsunuz, en yüksek vitese çıkmaya çalışıyorsunuz, üzülüyorsunuz ya da seviniyorsunuz. Ama yoruluyorsunuz kesinlikle. Sonra hafta sonu kendi liginize dönüyor ve yine kazanmak istiyorsunuz. Teknik adamınız aynı 11’le sahaya çıksa, yıpranma ve sakatlık riski var. Alternatif oyunculara yöneldiğinde de oyunu aksayabiliyor. Galatasaray’ın dün ilk devrede yaşadığı tam olarak buydu zaten.
YARATICILIK BU 3'LÜYE BAĞLI
Fatih Terim, Marsilya maçının üç yıldızı Cicaldau, Kerem ve Feghouli’nin üçünü birden dinlendirmeye kalktı Malatya’da. Ancak Galatasaray’ın bence bu üç oyuncuyu bir arada dinlendirme lüksü yok. Galatasaray’ın yaratıcılığı, ikinci üçüncü bölge geçişi bu üç adama bağımlı. Taylan-Berkan çalışkan, Barış koşucu, Babel kurnaz Emre yürekli. Ama hiçbiri yeterince yaratıcı değil. Galatasaray’ın oyun aklının, Cicaldau-Kerem Feghouli’nin üçünün birden sahada olmadığı bir maçta kusursuz işlemesi pek olası görünmüyor.
İLK YARI BOŞA HARCANDI
İşlemedi de zaten. Fatih Terim (elbette kurmayları yoluyla) önce 46’da Kerem-Cicaldau’yu oyuna sürüp ekibini Marsilya 11’ine yakınlaştırdı. İlk 45’te Babel’in uzaydan vurdukları hariç şutu olmayan, rakip ceza alanında sadece 7 kez topla buluşan Galatasaray 46’da canlandı. 46-65 arası beş şut fırsatı, iki de net pozisyon buldu. Terim, 65’te de bu kez Konya ilk ve Göztepe ikinci devresinde denediği başardığı ayarlarına döndü. Bir ön liberosunu çıkardı, santrforlarını ikiledi. Galatasaray son yarım saati ceza alanında çok daha kalabalıklaşarak oynadı. Ancak yetmedi. Galatasaray, ilk yarıyı tamamıyla boşa harcadı zira.
HADDADI VE MUNIR'E TEBRİK
Sumudica’nın takımı organizasyonuna çok sadık bir 90 dakika oynadı. Tetteh, Mustafa ve Aabid gibi üç kritik eksikleri vardı dün. 86 dakika oyuncu değiştirmediler ama yorulmadılar, mücadeleden vazgeçmediler. Özellikle sol kanat bek Haddadi ve sol açık Munir Chouiar’ın iyi oyunlarını tebrik etmek gerek.
Marsilya, taktiksel olarak baş etmesi zor bir rakip. Dominant bir oyun oynuyorlar, bu sezon Avrupa Ligi’nde mücadele eden 32 ekip içinde topa sahip olma kategorisinde liderler. Ön tarafa kalabalık geliyorlar, hücum tamamlayamadıklarında da faul yapıyorlar. Dün Dieng’le Peres’in kartları böyle geldi zaten. Bir de Sampaoli’nin formasyon hileleri var tabii. Guendouzi top rakipteyken sağ bek, top onlardayken merkez orta saha oynuyor. Bir dönem Lahm’ın Bayern’de yaptığı gibi. Böyle inovatif bir hocayla 180 dakika baş etmek ve istediğini almak kolay değil. Ama Galatasaray 180 dakikanın neredeyse hepsini mükemmele yakın oynadı Marsilya’ya karşı.
BERKAN-TAYLAN DİNAMİZMİ
Dün ilk 11’de Berkan-Taylan’ı bir arada görünce Galatasaray’ın tutucu bir top oynayıp beraberliği hedefleyeceğini düşünmüş olabilirsiniz. Ancak sahadaki uygulama hiç öyle değildi doğrusu. Berkan-Taylan, dinamizmleriyle hem Galatasaray’ın önde baskısını sertleştirdiler, hem de Cicaldau’yu özgürleştirdiler.
Fenerbahçe karşısında da son yarım saatte Terim merkezde Berkan-Taylan’a dönünce Cicaldau iki net pozisyona girmiş, değerlendirememişti. Dün Marsilya karşısında belki de kariyer maçını oynadı Rumen orta saha. Gelecekte daha fazlasını yapacağının güçlü sinyallerini de verdi kesinlikle.
CİCALDAU’NUN KARİYER MAÇI
Cicaldau ile ilgili en sevdiğim detaylardan biri de lider nüvesi. Rumen orta saha bence Muslera sonrası dönem kaptanlık için de en güçlü aday. Dün kariyer maçını oynayan Cicaldau’nun yanı sıra savunmada Marcao, merkezde Berkan-Taylan, sağda Feghouli, en uçta da Diagne’nin galibiyette önemli rolleri olduğunun altını çizmek gerek.
İLK KEZ 33 YIL ÖNCE DUYDUK
Bundan 33 sene önce Galatasaray, Neuchatel Xamax’ı yenip Avrupa’da kazanacağı büyük başarıların temelini attığında ilk kez duymuştuk bu tabiri. Maçı radyoda anlatan levent Özçelik, ‘bahardan kalma bir gün’ diye tanımlamıştı o güneşli Kasım zaferini. Galatasaray’ın dünkü galibiyeti de “bahardan kalma bir gece” hissi yaşattı bana. Bu genç ve dinamik takımın daha fazla baharlar vaat ettiğini söyleyebiliriz rahatlıkla Avrupa’da.
Beşiktaş 24 Eylül’den 24 Kasım’a kadar 10 resmi maç oynadı. Bunların sekizini kaybetti. Dün 11’de 9 oldu bu istatistik... Maalesef bu ülkede Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi ya da Galatasaray’ı çalıştıran birisinin 10 maçın 8’ini kaybedip görevde kalması zor iş. Sergen Yalçın’ın siyah-beyazlı camiada öyle güçlü bir kredisi var ki, bırakın görevini kaybetmeyi, tartışılmadı bile.
Bu harika bir şey öncelikle. Yalçın, gerek futbolculuk gerek teknik adamlık performansıyla anasının ak sütü gibi hak etti bu krediyi. Ancak... Sergen Hoca, Alanya maçından sonraki demeci üzerine bence daha fazla düşünmeliydi. Daha çok tartmalı, daha iyi kelimelendirmeliydi. Sergen Hoca’nın bir yenilgi sonrası tüm sorumluluğu futbolcularına bırakması, ondan beklenen türden bir tavır değildi bence.
STOPERLERE DİKKAT
Sergen Yalçın, Alanya müsabakasından çok önce de, bazı futbolcularının istek-coşku problemi olduğunu, herkesin bir arada savaşmadığı bir ortamda maçların kazanılamayacağını belirtmişti. Zaten 10 maçta 8 yenilgi yaşanmış, bir şeylerin ters gittiği ortada. O dönemde Beşiktaş’ın kazandığı iki maça baktığınızda stoper ikilileri dikkat çekiyor: Sivas’ı Vida-Serdar, Galatasaray’ı Vida-Necip ikilisiyle geçmiş Beşiktaş. Kalan sekiz maçın yedisinde Welinton sahada. Hepsi kaybedilmiş.
NET BİR GERÇEK VAR
Dün Vodafone Park’ta Beşiktaş’ın nispeten iyi olduğu ilk yarıyı seyrederken bir başka detay daha çarptı gözüme: Beşiktaş bu sezon ilk defa bir maçın 90 dakikasını sahada Welinton Nsakala Kenan’dan biri dahi olmadan oynadı. Coşkusuzluk, isteksizlik ya da formsuzluk yükünü belli isimlerin sırtına yüklemek değil niyetim. Ancak ortada net de bir gerçek var: Eğer coşkusuzluktan şikayet ediyorsanız, o zaman coşkusuzları kenarda oturtmalı ve coşkulularla yola devam etmelisiniz. Montero, Güven, Can gibileri çok az dakika aldılar bu sene. Oysa bu oyuncular sahaya çıktığında isteklerinde bir eksik olduğunu söyleyemeyiz kesinlikle.
HALLER GİRİNCE FİŞİ ÇEKTİ