Türk futbolu 2021-22 sezonunda bir kâbus yaşamış, Avrupa ülkeler sıralamasında çeyrek yüzyıl sonra ilk kez 20’nci basamağa düşmüştü. Bunun bedelini bu sezon sonunda ödeyeceğiz: Avrupa’ya yalnızca dört takımla gideceğiz. Avrupa Ligi’nde temsilcimiz yok. Ve tüm takımlarımız ikişer-üçer ön eleme turu oynamak, hepsi sezonu Temmuz’da açmak zorundalar.
NEYSE Kİ KABUSTAN ÇABUK UYANDIK
Neyse ki geçen sezon yaşadığımız kâbustan çabuk uyandık. Tüm kulüplerimiz Avrupa kupalarında başarının sadece ülke puanıyla ilgili sığ bir konu olmadığının farkına vardılar. Birincisi, mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde Avrupa kupaları, büyük kulüplerimizin bir numaralı gelir kaynağı. Bugün Süper Lig’de bir galibiyet size 150 bin Euro civarında kazandırırken, Avrupa Konferans Ligi gruplarında dahi bir galibiyetin getirisi 600 bin Euro. Teknik direktörlerimiz de bunun farkına varmış olacaklar ki bu yıl Avrupa kupalarına rotasyonlu kadrolarla çıkmak gibi ihanetimsi davranışlarda bulunmadılar.
TRANSFERDE AVANTAJ YAŞAYACAKLAR
Avrupa'da olmanın ikinci ve belki daha önemli getirisi de, iyi sporcular için çekici bir rota haline gelmek. Futbolcularınızı vitrine çıkarmak, onlara değer katmak. Veya Avrupa kupalarında yer alamayan iyi oyuncular için cazip bir destinasyon olmak. Bu yıl Avrupa’da gruplarda iyi iş yapan 4 temsilcimizin de, transferde bunun avantajlarını yaşayacakları aşikar
ARTIK BONUS PUANLAR DA VAR
BU yıl Avrupa’da Fenerbahçe 19, Başakşehir 16, Sivasspor 10 puan topladılar. Her üç kupada da gruplardan başlayarak galibiyet 2, beraberlik 1 puan ederinde. Fenerbahçe Avrupa Ligi grubunu lider bitirerek 4, Başakşehir’le Sivas da Konferans Ligi gruplarını kazanarak ikişer puan da bonus kazandılar. Bu turdan itibaren de takımlarımız her galibiyet için 2, her beraberlik için 1 puan kazanacaklar. Avrupa Ligi’nde her turun, Konferans Ligi’ndeyse yarı finalin 1’er puan da bonus getireceğini ekleyelim
Bugünkü kuraya girebilseydi de kalan 16 ekibin en değerli altıncısı olacaktı. Yani dün aslında St-Jacob Park’a favori olarak çıkmıştı, bugün de kura şansı biraz yanında olsa daha ilerilere gidebilecek kapasitedeydi kesinlikle Trabzon. Ancak dün maalesef birçok şanssızlık, bir-iki de Mateu Lahoz hatası pahalıya patladı temsilcimize.
TÜM ŞANSSIZLIKLARI YAŞADI
Bordo mavililer bu eşleşmenin 180 dakikası boyunca Türk futbolunu çok iyi temsil etti. Olumlu ve iştahlı bir futbol oynadı. Rakibinden çok daha fazla pozisyon üretti. Dün maalesef bir penaltı kaçtı. Denswil ve Umut’un golleri ofsayta takıldı. Bence Maxi Gomez’in iptal edilen penaltısında da Hitz’in sol ayağıyla bir darbesi vardı, monitör başındaki Gil Manzano’nun müdahale etmesini gerektirecek netlikte değildi pozisyon. Umut Bozok’un bir de direğe takıldığı an var. Yani gerçekten de Trabzonspor, Basel’de yaşayabileceği tüm şanssızlıkları yaşadı dün.
10. SIRA GERÇEKÇİ BİR HEDEF
Malumunuz 2024-25 yılı itibariyle Avrupa kupaları bir devrim yaşıyor, 36’lı grup aşaması hayatımıza giriyor. Devler Ligi’nin bu tarihi sezonunda Süper Lig şampiyonunun da gruplarda doğrudan yer alması için kıyasıya bir yarış içindeyiz. 10’uncu basamak için yarıştığımız ülkelerden 34 puanlı Avusturya ve 32,375 puanlı Sırbistan dün gece Avrupa defterini kapadılar. 29,675 puanlı İsviçre’nin de kalan son temsilcisi Basel... 31,5 puanlı Türkiye ise bugünkü kuraya tam üç takımla giriyor.
13 PUAN TOPLAMAMIZ GEREK
Halen onuncu basamakta bulunan 34 puanlı Avusturya’yı geçmemiz için kalan turlarda 13 puan toplamamız gerek. Bu da kabaca 6 buçuk galibiyet demek. Üstelik Avrupa Ligi’nde her turun birer bonus puanı da söz konusu. Yani bence 10’uncu basamak bu sezon Türk futbolu için son derece gerçekçi bir hedef. Bir ara 21’inci basamağa kadar düştüğümüz Avrupa sıralamasında tekrar ilk 10’dan bahsedebiliyor oluşumuz güzel bir gelişme. Umarım Mart’tan itibaren tüm takımlarımız Avrupa’da aynı ciddiyet ve bilinçle ülke futbolunu temsil eder ve sezonu ilk 10’da bitiririz.
G.Saray’ın henüz Serie A’da oynamadan İtalya Milli Takımı’na çağırılacak kadar büyük bir yetenek olan Nicolo Zaniolo’yu 23’ünde transfer etmesi heyecan verici. Eğer Zaniolo’nun yanına Rusya’nın en değerli genç oyuncusu Arsen Zakharyan’ı da eklerlerse bu vizyon sadece Galatasaray’a değil, Spor Toto Süper Lig’e de değer katar.
Hep söylerim, Türkiye Ligi enteresan bir turnuva. Elbette Avrupa’nın en büyük beş liginden biri değil. Hiçbir zaman da olmayacak. Ancak beş büyük lig dışında kalan 50 ligin arasından da bir özelliğiyle ayrışıyor. Bir sebeple beş büyük ligin dışında kalan süperstarlara neredeyse o seviyelerde maaş ödüyor. Böylece zaman zaman Sneijder, Gomez, Anelka gibi süper yıldızlara ev sahipliği yapabiliyor.
İSTANBUL’A GELMEYİ SEÇİYORLAR ÇÜNKÜ...
Tabii ki 5 büyük lig dışında bir alternatif arayan bu starların (özellikle) İstanbul’u tercih etmelerinin yüksek maaş dışında sebepleri de var:
1- İstanbul çok güzel bir kent. Yanılmıyorsam halen Avrupa’nın en fazla turist çeken üçüncü şehri. Zaten birçok Avrupalı futbolcu tatil amacıyla bu kenti daha önceden ziyaret etmiş oluyor.
2- Avrupa’yla 1-2 saatin üzerinde bir zaman dilimi farkınız yok. 3-4 saat uçuşla her yere ulaşabiliyorsunuz. Bu özelliğinizle de sizin kadar maaş verebilecek Çin, Amerika gibi alternatiflerin önüne geçiyorsunuz.
3- İstanbul takımlarının istisnai yıllar dışında Avrupa kupaları alışkanlıkları var. Avrupa’da oynuyorsunuz. Gözden düşmüyor, takip edilmeye devam ediyorsunuz.
DİDİER DROGBA’NIN CARLOS’UN GELMESİYLE AYNI ŞEY DEĞİL
Türkiye, kısa bir süre önce sabaha karşı yaşadığı büyük felaketle sarsılmış, 15 milyon vatandaşımız depremden doğrudan etkilenmişlerdi. Çeşitli kaynaklara göre 7,4’le 7,7 arasında bir şiddette olduğu açıklanan doğal afetin üzerinden henüz 10 gün geçmiş, arama-kurtarma çalışmaları hâlâ devam ediyordu. Avrupa’nın tümü acımızı paylaşıyordu ancak futbolun patronu UEFA, bu müsabakanın oynanması gerektiğine karar vermişti. Kimsenin futbol düşünecek ya da konuşacak hali yoktu elbette.
'ACINIZI PAYLAŞIYORUZ' PANKARTI
Sadece temsilcimiz değil, rakip takım yetkilileri de aynı görüşteydi. Öğleden sonra yurda gelen misafir sporcular depremle sarsılan ev sahibi halkın yaralarını sarmaya kendilerini adamış, maça “acınızı paylaşıyoruz” pankartıyla çıkmışlardı. Afetzede yardım hesabına 100 bin Avusturya şilini yatırmayı da ihmal etmediler. “Avusturya mı? Şilin mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Zira yukarıda yazdıklarımın dünkü maçla alakalı olduğunu zannediyordunuz bu iki kelimeyi görene kadar... Oysa yazının buraya kadarki bölümü, 25 Ağustos 1999 günü Galatasaray’la Rapid Wien arasında oynanan Şampiyonlar Ligi ön eleme maçında yaşananlarla ilgiliydi. 17 Ağustos felaketinden kısa bir süre sonra oynanan o müsabaka günü de hissedilenler, konuşulanlar, acılar, gözyaşları, ne yazık ki hepsi bugünle aynıydı. Takvimler 23 yıl ileriye sardı, ama maalesef hiç ilerleyemedik.
DEPREM DEĞİL HIRSIZLIK ÖLDÜRÜR
O gün yaklaşık 20 bin, bugün de 35 bin yurttaşımızı deprem değil, ihmal öldürdü. Sokakta silah ya da uyuşturucu madde satmakla, inşasında deniz kumu kullandığınız daireyi satmak aynı şey. İkisi de taammüden cinayet. 1999 depremi sonrasında Düzce Ersoy Apartmanı’nda 36 kişi hayatını kaybetti, dava zaman aşımına uğradı. Ömür Hastanesi’nde 11 kaybımız vardı, dava zaman aşımına uğradı. Yalova Ceylankent Sitesi 98, Kocaeli Ubay Apartmanı 58 vatandaşımıza mezar oldu. Müteahhitlerin aldığı cezalar ertelendi. Deprem öldürmez, adaletsizlik öldürür. Deprem öldürmez, hırsızlık öldürür. Acımız çok büyük. Ulusumuzun başı sağ olsun.
Cumartesi günü Everton’ın başındaki ilk maçında Arsenal’ı devirerek Premier Lig’i hizaya getiren Sean Dyche’ı bilirsiniz. 40 yaşında Burnley’nin başına geçmiş, orada 10 yıl çalışmış, Turf Moor’u adanın en zor deplasmanlarından biri haline getirmiştir.
Mütevazı Burnley ile dönem dönem ligin tozunu atmış, hatta kulübe bir Avrupa macerası da yaşatmıştır. Şu sıralar darmadağın vaziyette olan Everton’ı toparlaması için göreve getirilen Sean Dyche’ın kolay tanımlanabilir bir stili vardır: Serttir. Pragmatiktir. Güvenilir ve kuvvetli futbolcularla oynar. Genelde iki uzun santrfor tercih eder.
SEAN DYCHE TAKLİDİ
Dyche’a karşı oynuyorsanız, bir maçta elli tane uzun top karşılamak zorunda kalabilirsiniz. Uzun santrforları Wood-Barnes’la bir dönem ligin tozunu atmıştır. Hatta yaptığından o kadar emindir ki saflarına 38’lik Crouch’u bile katmıştır bir ara.
Dünkü Trabzonspor’un Uğurcan’ın gökyüzüne vurduğu topların ardından kaos üretme stratejisini izleyince, Dyche’ın Burnley’si geldi aklıma ister istemez. Avcı’nın o yüksek top ağırlıklı ilkel oyunu, bir Sean Dyche taklidi gibiydi. Ve elinde Sörloth’u, Cornelius’u, hatta Djaniny’si dahi olmadığına göre, başarılı olma ihtimali de çok düşüktü. Evet, Türkiye genelinde havaların kötü olduğunun farkındayım. Ancak Galatasaray’ın bu iklim ve zemin koşullarına rağmen oynamaya çalıştığı modern futbola bakınca, Trabzon’un stratejisi 80’lerde kalmış gibi göründü dün akşam. Dün Abdullah Avcı geçmiş, Okan Buruk gelecekti. Dün Okan Buruk modern, Avcı ilkel oyunu tercih ettiler. Sonunda da kazanan modern oyun oldu bence.
EN FORMDA TAKIM
Galatasaray’ın bu modern futbolu oynayabilmesinde kadro kalitesinin rolü de var elbette. Dünkü Trabzonspor ve Galatasaray takımlarından bir kombine 11 yapmaya kalksam içine kaç bordo-mavili futbolcu alırdım diye düşündüm müsabakayı izlerken.
Güncel form durumlarına göre bu kombine 11’de en az 7, hatta belki 8-9 Galatasaraylı’nın olma ihtimali yüksek. Şu anda ligin en formda teknik adamı, kalecisi, stoperleri, ön liberosu ve santrforu Galatasaray’da.
Dünya Kupası sonrası Jesus’un performansını iki ayrı pencerede değerlendirmek gerek: İlk 4 maçta (Trabzon, Hatay, Antalya, Galatasaray önünde) ilk 11’de sadece 14 farklı oyuncu kullandı. Kötülerde ısrar etti. Forma adaletini sarstı. Bedelini de zirveyi kaybederek ödedi. Ancak Galatasaray hezimeti sonrasındaki 3 maçta (Antep, Ümraniye ve Kasımpaşa önünde) kadro genişliğini hatırladı tekrar. Alioski ve Mert, Antep’te ilk kez ligde ilk 11 şansı bulmuşlardı. Dün de Arda ligde ilk kez ilk 11 oynadı. Ve çok net bir gerçek ortaya çıktı tekrar: Fenerbahçe’nin ligde yarış için gayet yeterli, geniş ve kaliteli bir kadrosu var. Dün de o geniş kadronun ödülünü aldı Jesus.
AYNEN BARCELONALI FUTBOLCU GAVi GiBi
Dün Kadıköy’de Valencia golleriyle yıldızlaştı. Ferdi yüksek standardını sürdürdü. Haftalardır istikrarla kötü oynayan Crespo’nun formasını geç de olsa alan Zajc verimliydi. Ancak futbolu seven herkesin dün sahada her hareketini zevkle takip ettiği adam şüphesiz ki Arda Güler’di. Aynen Barcelonalı Gavi gibi yıllardır bu formayı bekliyormuşçasına hazır, 40 senedir Süper Lig’de oynuyormuşçasına olgundu. Üçüncü gol öncesi yaptığı aşırtma “Arda de Souza” işiydi kesinlikle. Nasıl futbol izlemeyi seven herkes Hagi’yi izlemeyi seviyorsa, Sergen’i-Alex’i sahada görünce mutlu oluyorsa, Arda Güler’in de bence sporseverlerde yarattığı his bu. Statta izlemek için para verip bilet almaya değecek adam o...
AHMET ENGiN SEZONUN SÜRPRiZ PAKETLERiNDEN
Bu maçtan her iki hocanın da çıkardığı bazı dersler olduğunu tahmin ediyorum ben:
1- Ahmet Engin sezonun sürpriz paketlerinden. Dün sol açıkta şans buldu, Chouiar’nın da oraya yakın oynamasıyla bir dengesizlik yarattılar. Bence Selçuk Hoca’nın gelecek haftalarda da hücum planı olarak kullanabileceği bir model oluştu orada.
2- İrfan Can Kahveci sağ kanatta daha etkili. Zira topu çizgiye yakın alıp içeriye kat edip solla şut/pas kullanmaya daha yatkın.
3- Samet Akaydın’ın geriden top kullanma konusunda zafiyetleri var. Elbette yeni bir kent, yeni bir takımda bir bocalama süresi olacaktır ama dün kurulumda yaptığı bolca hata vardı Samet Akaydın’ın.
Bekte, stoperde ve ön liberoda oynayabiliyor olması her hocasına cazip geldi ancak Alessio Dionisi ile yıldızları pek barışmadı.
Sassuolo’nun hocası İtalya’nın çok umut bağladığı ve parlak bir beyin olarak gördüğü bir isim. Bu sene ligde işleri iyi gitmese de spor kamuoyundaki itibarı yüksek. Kaan’ı da böylece makul bir opsiyonla kiralayabildi Galatasaray.
ASIL BÜYÜK FIRSAT MERT OLUR
Üç yerliyi bulma konusunda bu kadar sıkıntı yaşarken Kaan Ayhan transferi bence Galatasaray için çok mantıklı. Doğru bir hamle.
Sassuolo esas Mert’i satarsa o çok daha büyük bir fırsat bence. Mert Müldür, Türk futbolunun en yüksek potansiyelli gençlerinden.
Süper Lig, gerçekten enteresan bir turnuva. Hiçbir zaman 5 büyük lig ayarında olmadı, hiçbir zaman da olmayacak. Ancak muadili gibi görünen ikinci kategori turnuvalara göre de daha fazla para harcadığı için global süperstarlara ev sahipliği yapabiliyor. Mesela 27 yaşındaki Anelka’nın Belçika Ligi’ne gitmesi tüm dünyaya garip gelebilir. Ama Süper Lig’e gelmesi normal karşılanabiliyor. Ya da Mario Gomez’i, Jardel’i, Ribery’yi Avusturya Ligi’nde hayal edemeyiz.
Ama uygun koşullar oluştuğunda, sadece bir ya da iki yıllığına da olsa bu ligde süperstar seviyesinde futbolcuları, üstelik yaşları çok da geçmemişken izlemenin keyfini yaşayabiliyoruz. Şu anda belki de ceza alanında dünyanın en etkili santrforlarından birine, Icardi’ye ev sahipliği yapıyor olmamız da Süper Lig’in şansı bence.
TÜRKiYE'YE GELiYORLAR ÇÜNKÜ...
Türkiye Ligi’nin Anelka, Alli ya da İcardi gibi oyunculara 30’larını geçmeden cazip gelmesinin üç temel nedeni var:
1- İstanbul harika bir şehir... Avrupa’nın her yerine 3-4 saat uçuş mesafesi. 1-2 saat farkı. Harika iklim.
2- İstanbul’un büyükleri genelde Avrupa kupalarındalar ve böylece süperstarların global arenada kendilerini gösterme şansı oluyor.
3- Taraftar sizi otomatik olarak seviyor. Beklentisiz bağrına basıyor. Sevginin iyileştiremeyeceği bir yara yok. İstanbul, Avrupa futbolunun rehabilitasyon merkezi gibi adeta.
HER YERDE VARDI