2000’lerin başında İngilizler Devler Ligi’nin tozunu atarken Gary Lineker’in bir yorumu çok konuşulmuştu ada basınında. Lineker, Premier Lig’in dünyanın en iyi turnuvası olduğunu düşünmüyordu ve gerekçesi de şuydu: “Bir ligi iyi yapan şey zirvedekilerin başarısı değil, orta seviyenin gücüdür. Şu anda La Liga’nın orta sınıfı bizden daha iyi. O yüzden de en iyi onlar.”
Bu sezon Süper Lig’i geçtiğimiz birkaç yıldan daha iyi yapan şey de bu bence. Üç İstanbul büyüğünün pahalı kadroları değil; Adana Demirspor, Karagümrük, Kayserispor gibilerin seviyesi mutluluk verici. Dün hem 16, hem de 20:30 seansında sahada çok iyi Anadolu takımları vardı ve belki de Türk futbolunun Avrupa kupalarındaki karanlık dönemi kapatmasının temelindeki gerekçe bu. Sezona 20’nci başladığımız Avrupa kulüpler sıralamasında 12’nci basamağa çıktık, zira ligimiz bu sene bir tık daha rekabetçi. Süper Lig’in orta sınıfının Montella, Çağdaş Atan, Pirlo gibi teknik adamlara sahip olması çok büyük bir zenginlik.
90 DAKiKA BIÇAK SIRTINDAYDI
Dün akşam Seyrantepe’deki maçta da lider Galatasaray karşısında çok farklı stratejiye sahip, dişli bir rakip buldu doğrusu. Sarı kırmızılılar bu sezon iç sahada her maça büyük tutkuyla başlar, özellikle her iki devrenin ilk çeyreklerinde rakiplerine büyük baskı kurardı. Ancak Adana ekibi kapanmadı, Galatasaray’ın saldırdığı anlarda geçişlerde büyük tehlikeler yarattı. Belki bölüm bölüm orta sahalar kayboldu ama Adana Demir’in bu cesur stratejisi maçın 90 dakika boyunca bıçak sırtında geçmesini, neredeyse her anının Rus ruleti tadında olmasını sağladı.
SOĞUKKANLI KALDI VE BAŞARDI
Bir müsabakada orta sahalar kaybolduysa, oyun Rus ruletine döndüyse genelde maçın kahramanı o kaosun içinde kaybolanlardan değil, soğukkanlı kalabilenlerden çıkar. İşte Midtsjö’nün tanımı tam da bu zaten: Isınan maçta soğuk kalabilen, kaosa dışarıdan bakabilen bir adam. Okan Buruk da futbolculuğunda çok fazla gol atmaz, ama en kritik anlarda sahneye çıkmayı başarırdı. Dün kendi kulübesinden kendi Okan’ını bulup çıkarıp maçı kazandı genç teknik adam...
Yarın akşam sahaya çıkacak iki takım için de sezonun iki perdeden oluştuğunu söyleyebiliriz rahatlıkla: Jorge Jesus’un Fenerbahçe’si Dünya Kupası’na kadar kadrodaki 25 oyuncunun neredeyse 25’inden de faydalanan, iki cepheyi aynı anda oynarken göze çok daha hoş gelen bir takımdı.
Büyük bir iştahla önde basıyor, geride olsa bile skor kovalıyor, en büyük problemleri önde kurulan savunmanın arkada verdiği koşu mesafesi olarak öne çıkıyordu.
“Öne çıkan savunmanın arkada verdiği boşluk”un problem sayıldığı günler, bence Fenerbahçe’nin en iyi günleriydi. Ancak Jorge Jesus o stratejiyi Dünya Kupası sonrası sürdürmedi, ya da belki de sürdüremedi.
Fenerbahçe halen aldığı sonuçlarla ligin en iyilerinden. En büyük şampiyonluk adaylarından biri. Ancak Şubat-Mart dönemi futbolu, bence Ekim-Kasım oyununun gerisinde. Savunma eskisi kadar önde kurulmuyor.
Belki eskisi kadar arkada boşluk verilmiyor ama önde de eskisi kadar coşkulu bir pres yok. Dünya Kupası sonrası daha güvenli ama eğlencesi bir doz düşmüş bir Fenerbahçe izliyoruz artık.
Her maç rakiplerinden 2.3 km fazla koşuyor ve 75’ten sonra fark atıyor
Ancak Jorge Jesus’un Fenerbahçe’sinde hâlâ bir şeyler değişmedi: 117,4 km maç başına mesafe ile rakiplerinden yaklaşık 2,3 km fazla koşuyorlar.
Maçların sonunda daha diri kalıyorlar; bu da sarı lacivertlilere 75’ten sonra olağanüstü bir skor avantajı sağlıyor. Eğer bu sezon maçlar 75 dakika oynansaydı Fenerbahçe 42, Beşiktaş 39 gol atmış olacaklardı. Büyük bir fark oluşmayacaktı yani.
Bu yıl Fenerbahçe’nin en büyük sorunlarından biri özellikle kırılma maçlarında Valencia dışında golcü çıkmamasıydı.
5 santrforları var. Hepsi 30 ve üstü. Hepsi deneyimli, hepsi milli futbolcu. Ama büyük maçlarda Valencia yoksa Fenerbahçe’den golcü çıkmıyor. O yüzden Valencia’nın sahaya çıkması sarı-lacivertliler için hayati.
ABOU-CENK ADETA BİR YENİDEN GÖSTERİM
Aboubakar-Cenk’se bir yeniden gösterim adeta. Beşiktaş genelde sağdan Onur-Ghezzal organizasyonuyla deniyor, o ortalarda Cenk ikinci santrfor gibi ceza alanına giriyor.
Ve böylece Abou-Cenk içeride bir eşleşme sorunu yaratıyorlar. Cenk’i sol açıkta böyle etkili kullanması bir Şenol Güneş dokunuşu.
Mert, Süper Lig zirve yarışçısı Beşiktaş’ın bir numarası. Zeki, Roma’yla Avrupa Ligi çeyrek finalinde. Çağlar Premier Lig’de oynuyor, Atletico yolcusu. Merih, Serie A’da zirve yarışında. Ferdi, Süper Lig’de zirve kovalıyor, 10 gün önce Avrupa Ligi’ndeydi.
Orta sahamızda Hollanda Ligi lideri, Avrupa Ligi çeyrek finalisti Feyenoord’un kaptanı Orkun, Bundesliga lideri Dortmund’lu Salih ve Şampiyonlar Ligi çeyrek finalisti Inter’li Hakan oynuyor. Hücumda Süper Lig lideri Galatasaray’ın ası Kerem, Fransa lig ikincisi Marsilya’nın ası Cengiz ve La Liga krallık yarışında ikinci sırada yer alan Enes var.
EN DEĞERLi 10. ÜLKEYiZ AMA
İlk 11’ımızın 8’i büyük liglerde oynuyor. Beşi geçtiğimiz hafta Avrupa kupalarında yarıştılar. Kalecimizi çıkarırsak 25 yaş ortalamalı genç ama deneyimi de yüksek bir oyuncu grubumuz var. Transfermarkt verilerine göre Türkiye, Avrupa’nın en değerli 10’uncu milli takımı. Türkiye Milli Takımı, en son bu denli kaliteli bir kadroya 2000’lerin başında sahipti. Onlar da zaten Euro 2000’de çeyrek final, Dünya Kupası 2002’de de yarı final yaptılar.
CIES, Statista, Transfermarkt gibi saygın istatistik şirketlerinin ortaya koyduğu resmi verilere göre Türkiye Milli Takımı kadro değeri, Danimarka, Avusturya, İsveç, Polonya, Norveç gibi ülkelerin üzerinde. Peki oyun olarak onlardan daha iyi olduğumuzu hiç hissediyor musunuz? Ben hissetmiyorum doğrusu.
KRiTiK HiÇBiR MAÇTA YOK
Maçı bitirdiği tandemi 18 ve 20 yaşlarında olan, Süper Lig’de kümede kalma savaşı verebilecek kalitedeki Ermenistan karşısına üç stoperle çıktık. Ermeniler ceza alanında topla buluşmada 23-18 üstünlük kurdu bize. Dün Bursa’da maça iyi başladık ama golü yedikten sonra kenarda bir teknik direktöre ihtiyacımız vardı. Lâkin Avrupa’nın en değerli 10’uncu milli takımı Türkiye’nin başında hiçbir kritik maçta devreye giremeyen bir teknik adam var.
TAKIM, BU EKiBi HAK ETMiYOR
Türkiye, Şenes Erzik, Sepp Piontek ve Fatih Terim liderliğinde 90’larda büyük bir futbol atılımı gerçekleştirmiş, Euro’96 elemelerine beşinci torbadan girmesine rağmen turnuvaya direkt bilet kazanmayı başarmıştı. Stefan Kuntz, Türk futbolunun o dönüşümünün yakın şahitlerindendi. 1995-96 sezonunda Süper Lig’de Beşiktaş formasıyla gösterdiği iyi performans onu Almanya milli takımına taşımış, orada da takımıyla şampiyonluk yaşamıştı.
90’LARIN ORTASINDAKi TÜRKiYE ARTIK YOK
Ancak Kuntz’un şunu unutmaması gerek: Türkiye, 90’ların ortasındaki Türkiye değil artık. Son çeyrek yüzyılda 6 büyük turnuvaya katıldık, iki yarı final, bir çeyrek final yaptık. Beşinci torbadan dörde, oradan ikiye, hatta bir ara birinci torbaya kadar tırmandık. Şu anda yine dördüncü torbadayız ama buraya ait değiliz.
Zira futbolcu kadromuz, Avrupa’nın en kaliteli dokuzuncu kadrosu. Kuntz’un yönetimindeki Türkiye şu ana kadar neredeyse tüm ölüm-kalım maçlarında ölmeyi başardı! Elemelerdeki en kritik maçımızda içeride Norveç’ten çalışılmış bir duran top golü yedik. Play-offta Portekiz’e karşı (daha önce hiç denemediğimiz) üçlü savunmayla sahaya çıktık. Berkan’ı sol kanat bekte kullandık. Bu kritik maçları kazanamazsanız büyük turnuvalara gidemezsiniz. Gidemedik zaten.
iLK 11’iMiZi GÖRÜNCE ÜZÜLDÜM
Dün bizim 10’da birimiz değerinde olan, FIFA sıralamasında 50 basamak altımızdaki Ermenistan deplasmanına konservatif bir 11’le çıkınca üzüldüm bir Türk sporsever olarak. İlk 45 dakikada ikinci-üçüncü bölge geçişini yapamadık, Ermenilere solumuzdan üç büyük fırsat verdik ve büyük takım davranışı sergileyemedik sahada.
Ancak ikinci yarıda sahadan bir stoper eksiltip 4-3-3’e dönünce, Salih Özcan ve Kerem’in girişiyle bağlantılarda başarı yüzdemizi artırınca kalitemizi bir miktar daha yansıttık sahaya. Bu dönüşüm de galibiyete yetti zaten. Ancak salı günü içeride Hırvatistan’ı yenmek istiyorsak bir konuda hata lüksümüz yok:
Dünyanın en iyi orta saha organizasyonlarından birine sahip Hırvatlar’a karşı iki orta sahayla çıkamayız. Bursa’da üçlü savunma ve iki merkez oyuncu intihar olur.
Süper Lig’in neden zaman zaman izlenmesi zor, tatsız-tuzsuz bir turnuva olduğunu bu sütunda defalarca açıklamaya çalıştım: Oyun her faul sonrası çok fazla duruyor. Yere yatan kalkmıyor, çığlık çığlığa bir trajedi yaratıyor. Kaldırılıp zorla kenara götürüldüğünde de birden canlanıp saniyeler içinde oyuna giriyor!
60 DAKiKAMIZ ÇALINIYOR
BU sahtekarlığın çözümü her devrenin sonuna 10’ar dakika eklemek değil. Evet bu ek süreler belki topun toplamda 50-55 dakika oyunda kalmasını sağlıyor ama 110 dakika brüt sürenin yarısı bile aktif futbol olarak oynanmıyor. Maçın toplam 20 dakika uzaması eğlenceyi artırmıyor zira oyun daha da fazla durarak oynanıyor artık. 50 dakika futbol izlemek için 60 dakika çalınıyor hayatımızdan.
BU SAHTEKARLIĞIN ÇÖZÜMÜ BASiT
Bu sahtekarlığın çözümü bence şu: Faule maruz kaldıktan sonra yerden 5 saniye kalkmayan oyuncu, kenara gitmek zorunda olacak. Kenara giden de hemen değil, bir sonraki düdükte ancak oyuna dahil olabilecek. Eğer bu devrimi yapabilirsek, sakatlık seremonilerinin önüne geçeceğizdir büyük ölçüde. Maalesef sosyal medyanın ve onun isimsiz palyaçolarının hayatımıza girmesiyle ülke futbolunun esas sorunlarını konuşmak imkansızlaştı. Ülke futbolunun zengin-holigan kulüp yöneticileri ve onların finanse ettiği dijital medya vasıtasıyla yayılan cehalete değil, devrime ihtiyacı var.
MAÇ BRÜT 111 DAKiKA SÜRDÜ
Dün de Alanya’daki müsabaka brüt 111 dakika sürdü ama net futbolun bunun yarısı kadar olduğundan bile şüpheliyim. Fenerbahçe, daha önce Avrupa’daki her kritik dönemeç sonrasında olduğu gibi dün de yalpaladı: Austria Wien’i geçip gruplara kaldıklarında ligde Konya’ya yenilmişlerdi. Grup maçları bittikten sonraki motivasyon kaybı sürecinde de Giresun’a mağlup olmuşlardı. Tansiyonu yüksek Sevilla eşleşmesi sonrası gelen Alanya deplasmanında da tutuktular. Ancak Osayi-Samuel, Zajc ve Emre’nin girişiyle vitesin bir kademe artması yetti kazanmalarına.
Alanyaspor, Başakşehir önünde yüzde 34 oynamıştı topla. Dün de yüzde 27’de kaldılar. Yüzde 60’la oynanan Farioli dönemi sonrası bu dönüşümün sancılarını bir süre çekecekler belli ki.
Bu sene Süper Lig, kelimenin tam anlamıyla “iki perdeli” olarak oynanıyor. Bir aylık Dünya Kupası arasının üzerine gelen büyük felaketimiz zaten ilk devreyle ikinci devre arasındaki bağı oldukça zayıflattı. Bunun üzerine uzayan transfer sezonu ve Hataylı-Gaziantepli futbolcuların kiralanmaları eklenince bazı takımlar adeta martta yeniden çevirdiler kontağı. İşte bu “reset atılmış” takımlardan ikisi, Beşiktaş ve İstanbulspor karşılaştılar dün.
iSTANBUL 12 OYUNCU ALDI
Fatih Tekke’yle yeniden yapılanan İstanbulspor devre arasında 12 futbolcu kattı kadrosuna. 6’sı yabancı, 3’ü Gaziantepli, 1’i Hataylı bu 12 adamdan 5’i dün ilk 11’deydi. Son üç haftada zaten bu yeni kadro peş peşe Konya, Alanya ve Sivas’ı yenmişti. Beşiktaş’ın karşısına da son 270 dakikada sadece 1 gol yemelerinin sebebi olan o katı defansif organizasyonlarıyla çıktılar. Fatih Tekke’nin İstanbulspor’unun aslında kolay tarif edilebilir bir oyunu var: Galip geldikleri son iki maçta Alanya’ya karşı %36, Sivas’a karşı %34 topa sahip oldular. Beşiktaş’a da aynen Alanya-Sivas’a karşı yaptıkları gibi topu bıraktılar. Siyah beyazlıların tamamlayamadığı hücumlarda vereceği muhtemel fırsatları kovaladılar çoğunlukla. Beşiktaş’sa bu disiplinli gruba karşı iki sınav verdi dün akşam. Ve 2 sınavdan da hasarsız ayrıldıklarını söyleyebiliriz:
1-) Kapanan İstanbul savunmasına karşı akan oyunda pozisyon üretmek çok zordu. Bu yüzden ilk devrede rekor sayıda orta yaptılar (29). Bir golü duran topla, 2’sini uzaktan şutla buldular. Ghezzal canlıydı. Aboubakar ve Cenk de iştahlı futbollarını sürdürdüler.
ONUR-MASUAKU ÇOK iYiYDi
2-) Beşiktaş’ın tamamlayamadığı hücumların dönüşlerindeyse Onur, Amir ve Masuaku girdiler devreye. Yeni bek ikilisi Onur-Masuaku çok şey kattılar ikinci bölge oyununa. Beşiktaş belki kolay kazanamadı ama son 3 haftada bir otomatik vites geliştirdiklerini söyleyebiliriz rahatlıkla.
Kanun olmayan yerde kaos çıkar. Bir suç layıkıyla cezalandırılmadığı müddetçe tekrarlanmaya mahkumdur. Türk futbolu, dünyada stadyum şiddetinin merkezi olarak anılmak istemiyorsa acil önlemler almalı. Eğer yetkililer bu önlemleri almamakta ısrar ederlerse belki de 5 yıl içinde Avrupa kupalarındaki rakiplerimiz İstanbul’a gelmekten endişe edecekler. Burada can güvenlikleri olmadığını düşünecekler. Ve korkarım ki haklı olacaklar.
Kadıköy’deki mânâsız yabancı madde utancı ve Sivas’taki vandallık bize bir kez daha şunu hatırlattı: Türkiye futbol liglerinde şiddetin önüne geçmediğimiz sürece, bu çirkin görüntüler uluslararası maçlara da yansıyacak. Maalesef, Futbol Disiplin Talimatnamesi çağ dışı ve işlevsiz. Suç suçlunun yanına kalıyor; hatta neredeyse suçlu kahramanlaştırılıyor. Türk sporunda suçun şahsiliği ilkesi öldürülmüş durumda. Yetkilillerin şiddete karşı ciddi önlemler almak için neyi beklediğini kimse bilmiyor. Sahada 22 futbolcunun kalaşnikofla taranmasını mı? Tribünde küçük bir savaş çıkması ve yüzlerce kişinin birbirini öldürmesini mi? Bilmiyoruz.
YÜKSEL YEŞiLOVA SAHADA 6 YERiNDEN BIÇAKLANDI
25 Ekim 2009’da İstanbul’da Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan derbi maçının başlamasına dakikalar kala, tribünlerden atılan sert bir cisimle yardımcı hakem Tarık Ongun’un kafası yarıldı. Bu saldırıya rağmen maç oynandı, saha içinde başına 5 dikiş atılan Ongun da görevini tamamladı. Aynı sezonun ikinci yarısında, 9 Mart 2010’da Diyarbakırspor’la Bursaspor arasında oynanan Süper Lig müsabakasında kafasına taş isabet eden hakem Kemal Yılmaz yere yığıldı. Sadece bir hafta sonra bu kez İstanbul’da Belediyespor ile Diyarbakır arasında oynanan maç, sahaya giren onlarca taraftarın hakem Hüseyin Göçek’i linç girişimi nedeniyle tatil edildi. Göçek ve yardımcıları, onlarca saldırganın elinden kaçarak kurtuldular. Her iki maç da hakemler tarafından tatil edildi. 14 Eylül 2010’da Mersin İdmanyurdu ile Samsunspor arasında oynanan ikinci lig müsabakasında Mersin koçu Yüksel Yeşilova, sahanın içinde 6 yerinden bıçaklandı. Bıçaklı saldırgan, sahaya protokol tribününden inmişti.
SALDIRGAN SERBEST KALDI JOSEF DE SOUZA CEZA ALDI
13 Mayıs 2013’te yaşanan bir başka bıçaklanma hadisesinde kurban bu kez Yüksel Yeşilova kadar şanslı değildi. 20 yaşındaki Fenerbahçe taraftarı Burak Yıldırım, maç günü tuttuğu takımın formasıyla dolaştığı için Eyüp’te bıçaklanarak öldürüldü. 2013-14 sezonunda Manuel Fernandes, Beşiktaş-Kasımpaşa maçında sahaya giren bir taraftardan sert bir tekme yiyerek yere düştü. Galatasaray’ın yıldızı Burak Yılmaz da aynı günlerde Rize’de suratına isabet eden bir çakı aracılığıyla ciddi yaralandı. Aradan 8 yıl geçti, Ankara’da saha içinde Fernandes’inkine çok benzer bir saldırıyı son anda Beşiktaşlı Josef de Souza önledi. Sonuç acı vericiydi: Saldırgan 24 saat sonra salıverildi. Arkadaşını cani bir saldırıdan koruyan Josef’se bir müsabakadan men cezası aldı.
FENERBAHÇE TAKIM OTOBÜSÜNE RiZE DÖNÜŞÜNDE SiLAHLI SALDIRI
5 Nisan 2015 akşamı Rizespor’u 5-1 mağlup eden Fenerbahçe kafilesi, maç sonrası Rize’den Trabzon’a otobüsle yol alırken silahlı saldırıya uğradı. 41 kişilik kafilenin şoförü Ufuk Kıran’ın yüzüne iki kurşun isabet etti. Neyse ki genç şoför dirençli çıktı ve kanlar içinde kalmasına rağmen 100 km/sa hızla giden otobüsü kenara çekmeyi başardı. Eğer kiralık şoför Kıran iki kurşun yarasıyla bayılıp kalsa, otobüs şarampole yuvarlanacak ve belki de içinde 19 Fenerbahçeli futbolcunun da bulunduğu 41 kişi bugün sağ olmayacaktı.