Artık, “atamayana atarlar” veya “yenemiyorsan yenilmeyeceksin” gibi saçmalıkları daha az duyuyoruz. Futbolun, “kazanan takım bozulmaz”dan daha derin analizlere ihtiyacı olduğu yavaş yavaş kavranıyor. Bu olumlu dönüşüm içinde değişmesi gereken önemli bir departman da hakemlik. Üstelik Türk hakemliğinin, yabancı meslektaşlarına göre daha farklı sorunları, aşması gereken kendine özgü meseleleri var. Dünyanın bütün büyük liglerini izliyoruz, ben Türkiye’deki kadar aldatma-haksız kazanç odaklı veya küfürbaz sporcu görmüyorum hiçbir yerde!
10 YIL ÖNCE...
Türkiye’de sporcunun hakeme davranış biçimi her geçen yıl kötüye gidince, hakemin de bu lige özgü birtakım savunma mekanizmaları geliştirmesi şart oluyor. Örneğin bundan 10 yıl önce Fırat Aydınus dostumla her karşılaştığımda futbolcularla kurduğu olumlu diyalogdan dolayı onu tebrik ederdim. Ama aradan 10 yıl geçti, Türkiye Ligi’ndeki sporcu davranış biçimlerini görünce artık genç hakemlerin Aydınus tarzı yönetim göstermesinin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Futbolcu eğer hakemin de bir sporcu olduğunu, sahaya sadece işini yapmaya geldiğini anlamıyor, cahil kulüp yöneticilerinin yönlendirmeleriyle onları düşman belliyorsa, hakem de diyaloğu sınırlı bir çerçevede tutmak zorunda.
HEP AYNI iSiMLER!
Hakemlerin bu sonuçsuz ve manasız diyalog girişimlerini en çok duran toplar öncesinde görüyoruz. Artık hakemlerin her duran top öncesi oyunu durdurup, itişen-kakışan iki futbolcuyu yanına çağırıp uyarması çağ dışı. Dikkat edin, bu ligde uyarılan futbolcular hep aynı isimler...
İTTİRENE KARTI VERİN
10-15 yıldır yapıyorlar aynı şeyi. Ve adları kadar iyi biliyorlar ki hakem onları çağırıp uyaracak! Bu sayede rakibini yıldıracak, vakit kaybettirecek, konsantrasyon bozacak. Türk hakemlerinin yok yere oyunu kesip futbolcuları uyardığı 10 pozisyonun belki 8’inde yapması gereken şu: Duran top öncesi itiş-kakış bariz biçimde tek taraflı ise düdüğü çalıp itene sarı kart verin. Değilse devam edin, atışı yaptırın, gerekiyorsa faul veya penaltıyı çalın. Oyunu yok yere kesmeyin. Oynama odaklı olana oynama imkânı verin. Futbolu yıllardır katledenin ekmeğine yağ sürmeyin. Lütfen...
LAYIKIYLA CEZA LAZIM
Maçın neticesinin belirlendiği ilk 40 dakikada ise sarı-kırmızılılar sahanın mutlak hakimiydi, her bölgede koşulsuz üstündü ve bu bölümde aslında fark 3’te kaldığı için Antalyaspor şanslı.
Bu dilimde üst üste 4 pas yapamadı misafir ekip. Peki geçen hafta Malatya gibi ligin en dirençli takımlarından biri karşısında göğüs göğse çarpışan, son ana kadar savaşan ve rakibini farklı yenmeyi hak eden Antalya’ya ne oldu da, İstanbul’da bu kadar çaresiz kaldılar? Sanırım bu sorunun cevabını en iyi Hamzaoğlu bilecektir, zira sol açıkta Sakıb tercihini yaparken ne düşündü, onun açıklaması lazım bunu... Acaba neden Malatya’ya karşı güzel bir oyunla kazanan takım böyle radikal biçimde değişir? Neden orta sahadan Zeki, santrfor arkasından Deniz kesilir ve sol açığa orijini sol bek olan ve asla daha fazlası olamayacak Sakıb konur? Antalyaspor ilk 40 dakikada hem topla hiç oynayamayıp, hem de nasıl olur da kontra ataktan 2 gol yemeyi başarabilir? Hamzaoğlu, büyük yanlışını 40’ta fark edip takımını geçen haftaki ayarlarına döndürdü ama o dakikada fark 3 olmuş, maç çoktan bitmişti zaten.
Elbette bu 40 dakikayı sadece Antalya’nın manasız 11’iyle açıklamak yersiz olur. Galatasaray’ın coşkulu ve tutkulu oyununun da hakkını layığıyla teslim etmek gerek. Fatih Terim, Galatasaray’da ilk 9 resmi maçında yine Terim’liğini yaptı ve önemli bir duyguyu tesis etti: Adaleti... Kim iyiyse o oynayacak, kim sahaya yüzde yüzünü bırakırsa formayı kapacak. Kupada çok iyi performans gösteren Linnes ve Selçuk gibi isimlerin dün sahada olma nedeni bu. Terim’in bu yöntemi hem sahadakinin azmini artırıyor, hem de kenarda oturanı küstürmüyor, umutlarını hep taze tutuyor.
Maçın adamı: Gomis
Tabii bir de Galatasaray’ı sadece dün değil tüm bu sezon boyunca sırtlayan Gomis’i de unutmamak gerek. Dün 36’ncı dakikada Antalya’nın frikiğini savunmada en geride kafayla karşılayan oydu, aradan herhalde iki-üç saniye geçti, baktık ki Galatasaray’ın en ucunda topu koruyup kontra atağı başlatan da o! Bir santrfor, bir takım için en fazla ne yapabilir, Gomis’i izlerken bunun yanıtını arıyorum bazen. Fransız oyuncu, sahada uygulamalı futbol okulu gibi. Bence tüm genç Türk santrforlar, 15 günde bir Seyrantepe’ye gitsinler ve dikkatle Gomis’i izlesinler. Eminim çok şey öğrenecekler.
Maçın hakemi: Faul sayıcısı
Dün rekabet seviyesi bu kadar düşük, bu kadar az çarpışma olan bir maçta bile nasıl 35 faul oldu anlamak güç. Özellikle ilk bir saatte hakem Barış Şimşek gereksiz faullere o kadar göz yumdu ki, “bu ülkede futbol neden gelişmiyor”un cevabı gibiydi yönetim biçimi. Antalyasporlu Maicon’a sert faulü için sarı kart gösterdiğinde eliyle sayıyor işareti yaptı Barış Şimşek! Eğer gerçekten sayıyorsa o faul, Brezilyalı’nın 63 dakikadaki 5’inci faulüydü ve daha ilk yarıdan kartı hak etmişti aslında. Ve aynı dakikada Belhanda ve Feghouli’nin de 4’er faulleri vardı! MHK bence büyük maçlarda genç ve cesur hakemlere görev verme stratejisinden vazgeçmemeli.
“Kolektif” sözcüğünün altını çizme ihtiyacı hissediyorum; çünkü o baskı bir grup oyuncunun birbirinden bağımsız kendilerini yerden yere atması, sağ bekten stopere, stoperden sol beke anlamsız koşturması şeklinde değildi. Baskı organizeydi, salt sporcuya değil alana yapılan bir baskıydı, bütüncül hareket eden bir pres grubu vardı Fenerbahçe’nin ön tarafında. İlk 1 saatte bu baskıda çok başarılı oldular, Başakşehirliler’i kritik noktalarda 4 top kaybına zorladılar. Attamah, Gökhan, Chedjou ve Adebayor’un birer top kaybı 4 net pozisyon, 2 de gole sebep oldu ilk 1 saatte.
EN RAHAT GALİBİYET
Tabii bu bölümde Başakşehir takımının Fenerbahçe presine verdiği reaksiyonu da ele almak gerek. Maçı izleyen herkes, daha 5’inci dakikada Fenerbahçe’nin önde arzulu bir baskı yaptığını gördü. Zaten geçen hafta ilk 11’de sahaya çıkan Valbuena-Soldado’nun da başlamama nedeni buydu, Kocaman tamamen koşucu-yıpratıcı bir ön grup seçti Başakşehir’de. Ve bu baskıya karşı Başakşehirliler ısrarla pasla çıkmaya çalıştılar geriden! Eğer söz konusu takım bütün öyküsünü “güzel oyun” üstünden yazmış olsa anlayacağım, temel prensipleri bu olduğu için hiçbir koşulda vazgeçmiyorlar deyip takdir edeceğim. Ancak bu takımın genetiği zaten bu değil ki! Başakşehir’i üç yıldır üstte tutan futbol, vur-koş oyunu.
Üstelik geride Epureanu, merkezde Emre yokken, Başakşehir’in büyük takımmış gibi yapması, ısrarla uzun vurmak istememesi, garip geldi bana doğrusu. Fenerbahçe de sezonun en rahat galibiyetini almış oldu bu sayede.
ARDA, HAZIR DEĞİL
Fenerbahçe’nin bu haklı galibiyetinde birkaç detayın daha altını çizmek gerek:
1- İlk devrede birinci bölgelerdeki pas sayısı 86’ya 31... Yani Başakşehir bir sürü kayıp yapmasına rağmen orada topu gevelemekte ısrar ederken, aksine Fenerbahçe birinci bölgeyi hızlı geçmiş.
2- İlk devrede
Böyle bir rakip de oynama odaklı Beşiktaş’ın işine geliyor doğal olarak... Üçlü sert orta sahalı Malatya, Sivas, Bursa gibi rakiplere karşı zorlanan Beşiktaş orta sahası, dün oynama fırsatı buldu Karabük karşısında. O yüzden de Beşiktaş için kan-ter-gözyaşı değil, eğlence içeren bir maç vardı Vodafone Park’ta. Beşiktaş oynama imkânı bulunca da şüphesiz Türkiye’nin en zevk veren takımı...
Ancak Şenol Güneş birkaç haftadır bu maçlara çıkarken sadece 3 puanı değil, kariyerinin belki en özel günlerinden birini, Münih deplasmanını da düşünüyor. Ve bence Münih deplasmanı öncesinde birkaç soru işareti var kafasında...
1)Münih’te Oğuzhan’ın başlayacağını sanmıyorum
Güneş’in kafasında iki farklı savunma ve orta saha modeli var. Münih’te ya savunma göbeğinde Pepe-Medel, orta sahada Atiba-Oğuzhan kullanacak. Ya da defansı Pepe-Vida’ya, göbeği Medel-Atiba’ya teslim edecek. Benim tahminim, Münih’te ikinci planın uygulanacağı yönünde. Oğuzhan’ın Münih’te başlayacağını sanmıyorum. Münih’te Bayern’e karşı ayaktan kalmanın yolu bence Atiba-Medel merkezinden geçiyor. Medel’in bu limitsiz enerjisinden orta sahada faydalanmak gerek.
2)Tolgay’la Güneş’in sorunu ne anlayamadım!
Tabii ki Beşiktaş bu zorlu Şubat-Mart fikstürüne girerken orta saha rotasyonundaki bir diğer yıldızını, Tolgay’ı da unutmamak gerek. Çünkü Tolgay, aslında Beşiktaş’ın 5 merkez opsiyonundaki tek gerçek sekiz numara. Hem dinamizmi hem tekniği yeterli olan belki tek adam. Üstelik büyük maçlarda da büyüyen bir oyuncu. Liverpool’u o elemişti, ben Bayern karşısında da büyüyeceğini düşünüyordum. Lâkin Güneş’in onu bu kadar geri plana atmasını anlamak güç. Tolgay’la Güneş’in sorunu ne olabilir ki? Neden hiç hatırlanmıyor artık Tolgay?
3)En uçta Negredo-Love kararı da kritik
Bizim ligde bu formasyonun sadık kullanıcılarından biri olan Özat, dün de bir büyük takıma karşı üçlü savunmayla başladı maça. Yalnız üçlü savunmadan bu kez defansif güvenlik açısından değil, ofansif katkı anlamında fayda sağladı Özat... Palitsevich-Claro-Pogba üçlüsü savunmada uyum gösterince bekler Ahmet ve Uğur ilk devreyi adeta rakip yarı sahada oynadılar ve 45 dakika boyunca her şey Özat’ın istediği gibi gitti. Eğer biraz şanslı olsalar, soyunma odasına galip gitmeleri işten değildi.
DEĞİŞİM YARAMADI
İlk 45 dakikada her şey dilediği gibi giden Özat, ikinci yarıda neden dörtlü savunmaya döndü anlamadım doğrusu. Eğer sebep, yeni transfer Pogba’nın idman eksiği filan değilse, bu diziliş değişikliği kararının Trabzon’a yaradığını söyleyebiliriz rahatlıkla. İkinci devrede Gençlerbirliği’nin dörtlüye dönüşüyle bekleri çıkamamaya, orta sahalar rahat geçilmeye ve karşılıklı pozisyonlar yaşanmaya başladı. Gençlerbirliği Sessegnon-Aydın’la, Trabzon Abdülkadir-Castillo ile rakip yarı alanda etkili işler yaptılar ama iki ekibin de penaltı dahil öldürücü vuruşları yapabilen santrforları olmadığı için maç 0-0’a mahkum oldu en sonunda. Tabii sahada Sosa varken Uğur’un penaltı atması da kritik bir karar.
MAÇIN ADAMI: FİLİP NOVAK
Geçen hafta Göztepe karşısında da hatasız oynamış, hücuma çıkışlarında kalitesini belli etmişti. Gençlerbirliği önünde de fark yaratan tek Trabzonlu oydu belki de.
Biri ilk devrede, biri de ikinci devrede, iki kez son çizgiye inen sağ bek Isla, her iki pozisyonda da ceza alanına serseri yüksek toplar atmak yerine, bakarak-görerek iki yerden pas attı içeriye.
Bu pasların birini Valbuena, diğerini de Oğuz Kağan değerlendiremediler ama ben Aykut Hoca’nın yerinde olsaydım herhalde o iki pozisyonu CD’ye kaydettirip, Hasan-İsmail-Şener’e yüzlerce defa izlettirirdim.
Çünkü bir büyük takımın bence hedeflemesi gereken oyun bu: Pas oyunu. Akıl oyunu. Havaya rastgele atılan kartlarla kurulu bir kumar oyunu değil...
Beşiktaş bu sene üçlü sert orta sahayla oynayan takımlara karşı sıkça sorun yaşamıştı. Aytaç-Azubuike-Murat’lı Malatya ve Ndinga-Hakan-Rybalka’lı Sivas’a karşı yaşadıkları problemlerin benzerini, Shehu-Badu-Bostock’lu Bursa orta sahasına karşı da yaşadılar Cuma akşamı. Beşiktaş teknik ekibinin bu problemleri maç öncesi çalışıp öngörememelerine anlam veremiyorum doğrusu.
GÖZLERİME İNANAMADIM, ÇÜNKÜ...
Aradan 48 saat geçti... Bu kez de Sivas-Galatasaray maçı öncesi esami listelerini görünce gözlerime inanamadım. Sivas bir ay önce evinde Beşiktaş’a karşı oynayan ilk 11’inin aynısıyla Galatasaray’ın karşısına çıkıyordu. Yani yine Hakan-Ndinga-Rybalka merkeziyle... Galatasaray’sa üçlü sert Sivas merkezine karşı bir buçuk orta sahayla çıkıyordu sahaya: Tolga-Donk’la... Hatta Donk’un son 3 senedeki gamsızlığını göz önüne alınca onu “buçuk” olarak değerlendirmek bile iyimser kalır! Terim hangi düşünceyle Donk’u ilk 11’e koydu, hangi performansına bakarak ona Galatasaray formasını layık gördü bilemiyorum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bırakın büyük takımları, Donk’un şu anda Süper Lig’deki 18 ekibin herhangi birinde 11’e girebileceğine ihtimal vermiyorum. Donk kafa olarak çoktan futbol hayatını Katar’da veya Hindistan’da bitirmeye karar vermiş bence.
AYNI TARİFEYLE GÖNDERDİLER
Sivas bundan bir ay önce Beşiktaş’ı benzer bir maçta 2-1 mağlup etmişti. Dün akşam orta sahada çok net bir üstünlük kurarak Galatasaray’ı da aynı tarifeyle İstanbul’a yollamış oldular. Aybaba’yı, teknik ekibini ve futbolcularını tebrik ederken sanırım bir ekstra tebriki de yardımcı hakem Aleks Taşçıoğlu’na yapmak gerek. 57’de Auremir-Denayer arasında yaşanan pozisyonda Aydınus kararsız kalınca Taşçıoğlu’nun devreye girmesi takdire değer. Kararın doğruluğu-yanlışlığı bir başka mesele. Benim burada takdir ettiğim konu, yardımcı hakemin, isminin gerektiği gibi orta hakeme yardım etmesi. Türkiye’de uzun zamandır yardımcı hakemler bu toplara girmiyorlar, cesaret göstermiyorlardı. Önceki hafta Mete Kalkavan’a yardım eden Esat Sancaktar’dan sonra bu hafta Aleks Taşçıoğlu’nun Fırat Aydınus’a yardımı, hakemlerin ekip çalışması açısından umut verici.
Bundan 14 ay önce, 19 Aralık 2016 günü Fenerbahçe Kadıköy’de Gençlerbirliği’ni 3-0 yenmiş ama belki de tüm sezonun en şanslı sonucunu almıştı. O gün Fenerbahçe’nin oyunu korkunçtu, Gençlerbirliği harika futbol oynamış ama Volkan’ın kalede devleşmesiyle sonuca gidememişti. Skorun performansı hiç yansıtmadığı bir gündü o gün.
Yine aynı iki takım arasında Kadıköy’de dün gece oynanan ilk devre de oyunla sonucun hiç örtüşmediği bir başka garip 45 dakikaydı gerçekten. Aykut Kocaman belki de sezon başından beri en doğru 11 ve en doğru dizilişle sahaya çıktı. Takımı belki de sezonun en iyi 45 dakikasını oynadı ama soyunma odasına mağlup girdi.
Fenerbahçe dün çok şanslı sayılmazdı; direkten dönen 2 topları, değerlendiremedikleri birkaç da net pozisyonları vardı. Ancak sonucu alamamalarına rağmen, Fenerbahçe taraftarının bu sezon kazanılan birçok maça göre daha mutlu gittiklerini düşünüyorum eve. Çünkü Fenerbahçe bir büyük takım. Bir büyük takımın taraftarının beklentisi iyi futboldur. İyi futbol, iyi futbolcuyla oynanır. Yani Valbuena’yla, Soldado’yla, sağlıklıysa Giuliano’yla... Sadece koşan adamlarla iyi futbol oynansaydı, Jamaika dünyanın bir numaralı futbol ülkesi olurdu, öyle değil mi?
Fenerbahçe dün 2 puan kaybetti ama bence birkaç da ders çıkardı bu maçtan:
1- Valbuena, bu takımın en özel oyuncusu. O olduğunda bu takım, büyük bir takıma benziyor.
2- Kocaman’ın yerinde olsam Isla’nın sağ çizgiye inip görerek yerden içeriye attığı paslardan bir CD yaptırır, Hasan-İsmail-Şener’e ev ödevi olarak veririm.
3- Bu takımın bir iletişim sorunu var. Sanki bir biçimde daha çok vakit geçirip, daha çok konuşmaları gerek.
4-