Bir müsabakada hakem kararları ya da kavgalar, oyunun önüne geçiyorsa, öyküyü futbol topu üstünden yazmak çok zorlaşıyor.
Birer birer pozisyon değerlendirmelerine girmeyeceğim; dünkü kaosu özetleyen detay bence şu:
Dün akşam sahada bulunan ya da statta-TV başında karşılaşmayı izleyen herkes, maçın bir noktada karışacağını hissediyordu.
Herhalde yalnızca bir kişi hissedemedi bunu, o da deneyimli hakem Fırat Aydınus.
Ama Beşiktaş, Münih’te Avrupa’ya elveda deyip, pazar akşamı da son 1 saatte Fenerbahçe’yi sürklase edince, bu kupa maçı, bir kupa maçından fazlasına dönüştü artık.
Bence özellikle Aykut Kocaman için ortada ciddi bir iddia var: O çok inandığı doğrular, pazar gecesi pek işe yaramadı.
Peki Kocaman’ın kafasında bir B planı var mı?
Aykut Hoca’nın ekibi, Beşiktaş gibi topa hükmeden takımlara karşı aynı silahla yanıt verebilme becerisine sahip mi?
Şenol Güneş’in Beşiktaş’ının sihrini ortaya koyması için topa ihtiyacı var, hücum sürekliliğine ihtiyacı var, bireysel kaliteye ihtiyacı var. Kocaman’ın Fenerbahçe’si ise topsuz oyunda fırsat arayan, bütüncüllük ilkesi üstüne kurulu, bireysel kaliteyi ilk sıraya koymayan, kolektif kalite odaklı bir takım.
Dün geceki maçı iki perdeye bölmek gerek: Birinci perdede yani ilk yarım saatte işler Kocaman’ın istediği gibi gitti. Kompakt duran, hücum presle kritik toplar kazanan ve golü de bulan taraf Fenerbahçe’ydi. 30’dan sonraysa maçın ikinci perdesi başladı; Güneş, Medel’i stopere kaydırıp geriden çıkış kalitesini artırdı, Babel’i de ikinci santrfor rolüne alıp orta sahadaki sıkışıklığı rahatlattı. Zira merkezde Medel-Atiba-Tolgay 500-600 metrekareye sıkışmış, bir alan paylaşımı krizi yaşıyorlardı. Beşiktaşlıların sanırım son 2 sezondaki en büyük yanılgıları, Talisca’yı “10 numara” sanmaları. Hayır, Talisca “10 numara” değil, ikinci santrfor. Yani Beşiktaş iki senedir 4-2-3-1 değil, 4-4-2 oynuyor. O yüzden Talisca’nın muadili bir merkez oyuncu değil, bir santrfor olmalıydı. 30’dan sonra Güneş takımını çift santrfora döndürerek, galibiyetin fitilini ateşleyen doğru kararı da almış oldu aslında.
Kocaman, bir maç önü taktik hazırlık ustası. Takım bütünlüğü, oyun disiplini ve şablon futbolu uzmanı. Ancak ısrarla gözden kaçırdığı bir detay var: İyi futbol, iyi futbolcuyla oynanır. Büyük antrenör, inandığı şablona ve disipline, kaliteli futbolcuları uydurabilen antrenördür. İtaatkâr ve vasat 11 adamla kusursuz bir disiplinle oynayabilirsiniz ama futbolda tabelayı genelde kaliteliler belirler, vasatlar değil.
Maçın adamı: GARY MEDEL
MAÇA orta sahada başladı, savunmanın göbeğinde bitirdi. Ama sanki 90 dakika boyunca her iki pozisyonu da aynı anda oynadı. Üç ciğeri, dört de kalbi var adeta bu adamın.
Riskleri minimize etmeyi hedefleyen, Okay gibi mükemmel bir altı numaraya sahip olmasına rağmen onun yanına bir “ön stoper” daha ekleyen, hücum opsiyonları son derece kısıtlı, renksiz bir takım. Sahada gol düşünen tek oyuncu Burak olduğu için sürekli savunma arkasına top atmaya çalışan, onun dışında hareketli oyunda hiçbir planı olmayan bir takım. Sadece forması büyük, oyunu son derece küçük bir takım...
Trabzon’un diğer yüzü ise, Çalımbay’ın gol yemeyi bekleyip, 60’lardan sonra geçtiği B planı... Yusuf ve Sosa bir arada sahada olduğu için pas kalitesi yükselen, gol düşünen oyuncu sayısı arttığı için pozisyon verimliliği de yakalayan, hücum oynamaya çalışan her büyük takım gibi rakibine kontra atak fırsatı da veren bir plan. Dün bu planla iki gol bulup maçı kazanmak için Trabzon’a yarım saat yetti. Ama Rıza Çalımbay gerçekten büyük takım hocalığına geçiş yapmak istiyorsa bu oyunu, başlangıç planı olarak oynatmanın yolunu bulmalı. Trabzon taraftarı sahada gerçek bir büyük takım izlemek için gol yemeyi beklemek zorunda olmamalı.
EZBER BOZULMALI
Başlangıçta bu planı kullanmak için de sanırım bazı ezberlerin bozulması gerek:
1- Sosa 10 numara oynamak zorunda değil. Pekala Milan’da olduğu gibi orta ikilide de, Beşiktaş’ta olduğu gibi sol-sağ açıkta da oynayabilir.
2- Olcay’ın varlık nedeni, savunmaya katkısı değil mi? Olcay sahadayken Alanya sağ beki Gassama yıldızlaşacaksa, Olcay’ın fonksiyonu ne ola ki?
MAÇIN ADAMI: ABDÜLKADİR
İlk bir saatte Trabzonspor’u öne taşıyan tek oyuncuydu. Son yarım saatte de Trabzon’un oyunu değişince golcü kimliği ön plana çıktı.
Telekom Stadyumu’nda oynanan maçı izleyemediyseniz, farklı skorun sebebinin kırmızı kart olduğunu zannedebilirsiniz. Ama hayır, öyle değildi. 38’de Ekong kırmızı kart görene kadar da maç tamamen tek taraflıydı; yerde ve havada, her yerde sadece Galatasaray vardı. 38’de kart geldiğinde Galatasaray topa rakibinin iki katından fazla temas etmişti, şutlarda durum 6-0’dı ve hatta hava toplarında da 9-2 üstündü ev sahibi.
Evet, Galatasaray kendi evinde baskın oynamaya alışık bir takım. Ama bu denli büyük bir farkın oluşmasında teknik adam tercihlerinin de etkisi olduğunu not etmek gerek. Terim, geçen haftaki Kasımpaşa maçının analizini iyi yapmış, o müsabakanın başlangıcındaki Donk-Selçuk-Tolga tercihi son derece lükstü. Tek bir iş, 2 yerine 3 kişiye bölüştürüldüğü için Galatasaray alışılmış ayarlarından saptı orada. Bursa karşısında Belhanda’nın 11’e dönüşü, bir niyet gösterisiydi kesinlikle. Bir oyuncu değişikliği, bazen bir oyuncu değişikliğinden fazlasıdır. Hem Donk’la Selçuk alanlarında daha rahattılar, hem de önde daha kalabalıktı Galatasaray. Pas kaliteleri çok daha yüksekti, topu çok daha seri çevirdiler ve yarım saatte abandone ettiler Bursa’yı...
Bir küçük eleştiri de Le Guen’e yapmak zorundayım. Ertuğrul’un sağlıklı dönüşüyle üçlü savunmaya geçiş bekleniyordu. Ama bekler de tamamen defansif olunca o üçlü değil, beşli savunma oluyor aslında. Sağ bek Shehu, üç tane stoper, ortada Agu-Bostock’la, sanki Bursa’nın birinci-ikinci bölge geçişini yapması imkânsız gibiydi. Evet 38’de kırmızı kart geldiğinde maç fiilen bitti, ama 38’e kadar da sahanın her alanında üstün taraf Galatasaray’dı zaten.
Sezonun en iyi oyunlarından birini oynayan Galatasaray’da bir futbolcuya da özel parantez açmak gerek sanırım: Gomis, Galatasaray’ın sadece santrforu değil, ruhani lideri. O iyiyse hem oynuyor, hem oynatıyor. Rodrigues ve Feghouli çizgiye indiklerinde orta yapmıyor; topu bakarak, yerden rahatlıkla çeviriyorlar içeriye. Çünkü biliyorlar ki Gomis hep doğru zamanda, doğru yerde. Galatasaray bu sene bir şeyler kazanacaksa, bir numaralı sebebi kesinlikle Gomis olacak. Gomis’in iyi günüyle kötü günü arasındaki fark, Kasımpaşa maçıyla Bursa maçı arasındaki fark kadar etkiliyor neredeyse Galatasaray’ı...
Cuma U-23’te 90 dakika oynayan iki çocuğu da mecburen getirdim, çünkü başka oyuncum yok. İngilizler’in bu maç trafiğiyle Şubat-Mart’ta Şampiyonlar Ligi’nde başarı imkânsız.”
Bu sözler, kupa maçına Herrera, Rashford, Valencia, Pogba, Rojo, Jones, Fellaini ve Zlatan’dan yoksun çıkmak zorunda kalan Mourinho’ya ait. İngilizler de, Mourinho’nun haklı olup olmadığı konusunda ikiye bölünmüş durumda...
DAHA İYİ DİNLENDİLER
BENZER bir tartışmayı geçen hafta içinde biz de yaptık: Beşiktaş 20 Şubat-20 Mart takviminde 7 maç oynuyor; ikisi dünya devi Bayern, dördü de Türk büyükleriyle.
Trabzon 6, Başakşehir 5 şut atmış; pas yüzdeleri de %83 civarındaydı. Yani her şey hemen hemen dengede görünüyordu, tek bir şey hariç... Adebayor’un goldeki kafası, Başakşehir’in 35 dakikada aldığı 10’uncu hava topuydu. Trabzon’sa 35 dakikada 0 (yazıyla sıfır) hava topu kazandı!
Çalımbay’ın devrede buna bir hamle yapacağını düşünenler yanıldı, Rıza Hoca bizimle beraber seyretti müsabakayı! Ne son 2 haftada Konyaspor ve Fenerbahçe’nin Başakşehir’i zorladığı gibi önde baskıyı denedi, ne de hava toplarına çare olabilecek Uğur’u soktu oyuna... Başakşehir, her geçen dakika sahadaki hakimiyetini artırdı, Avcı zaten bir “0-0’ı oynama” ustası. Bu takımın 0-0’dan daha iyi oynadığı bir skor varsa o da, 1-0... 45’le 80 arası neredeyse hiçbir an Başakşehir’in puan kaybedeceği hissine kapılmadık, bir gol gelseydi muhtemelen onu da atacak taraf misafir ekip olacaktı. Aynen Gençlerbirliği maçındaki gibi Castillo girdikten sonra bir hareketlenme oldu ama onun da oyuna çok geç dahil olduğunu söyleyebiliriz tabii.
MAÇIN ADAMI: ARDA TURAN
UZUN zamandır özlediğimiz futbolunu oynadı dün Arda. Golün organizasyonunda var, önde 4 kritik top kazandı, 3 tane de etkili kafa ile tehlikeli pozisyonlar yarattı.
Bir futbolsever için seyretmeye doyum olmayan güzel bir maç izledik Konya’da. Her iki takım da oynama odaklı 11’lerle sahaya çıktı; 1’inci dakikadan 90’a kadar yediklerinden fazlasını atma hedefiyle savaştılar, skoru da pozisyonları gole çevirme becerisi belirledi zaten.
Konyaspor’un devre arasında yaptığı Eto’o-Jahovic transferlerinin 11’e montajıyla ilgili zorlandıklarını söyleyebiliriz herhalde. İki santrforla 4-4-2 oynamak Özdilek’e lüks geldiği için Jahovic’i çizgide başlattı ama tek bir şut atamadan bitirdiler 45 dakikayı. Takımlar soyunma odasına giderken tabelada 1-0 yazıyordu ama bu tabela, şutlarda 11-0’lık bir oyunla oluştu. Beşiktaş ilk devrede kusursuza yakın bir futbol oynadı, Love-Talisca arasındaki diyalog mükemmeldi ve iki Brezilyalı birbirlerini besleyerek sayısız pozisyon ürettiler 45 dakikada.
İki hocanın ilk oyuncu değişiklikleri, maçın hikayesini değiştiren detaylar oldu: Özdilek 46’da orta sahadan bir adam feragat etti, Fofana’yı sol açığa koyarak herkesi orijinal pozisyonlarına kaydırdı. Maçı Fofana hareketlendirdi, 46 ile 60 arası bir şut attı, Ömer’i bir pozisyona soktu, Jahovic’in golünde de hücumu geliştiren isimdi.
Güneş’inse ilk değişikliği bence faydasızdı: 58’de maçın en iyilerinden Love’ın çıkması, ezbere bir hamle. Onun çıkışıyla Talisca’nın santrfora kayması da 10 dakikalık bir şaşkınlık yarattı. 68’de Tolgay/Negredo değişikliğiyle herkes tekrar alıştığı rollerine döndü ama o bölümde golü yiyen Beşiktaş, başlangıç ayarlarıyla oynamanın bedelini 2 puan kaybederek ödedi.
Çok hoşlanmamama rağmen, sayıca çok fazla olduğu ve sonuca tesir etme potansiyelleri olduğu için tartışmalı pozisyonlardan maçı izlerken süzebildiklerime değinmeye çalışacağım... Yazılarımızı maç bittiği anda gazeteye geçiyoruz, birkaç pozisyona da tekrarlarını görmediğim için üzülerek değinemiyorum.
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Temposu olağanüstü yüksek, bol pozisyonlu ve bol çarpışmalı bu maçın ağırlığını Alper Ulusoy’un kaldıramadığı kanaatindeyim. MHK’nın böyle bir maça deneyimli bir hakem ataması daha olumlu olabilirdi.
Öncelikle 18’de Lens’in Ömer Ali’yi ittiği pozisyonu karşıdan görmesine rağmen penaltıyı çalmaması hatalıydı. Zaten bence o pozisyona fena halde takıldı, dakikalar geçtikçe karşılıklı yanlış kararlarının sayısı arttı. 52’de Ali Turan, Talisca’nın ayağına bastığı halde faulü ve kartı ters tarafa verdi. 65’te Filipovic Talisca’yı kucaklayarak gol pozisyonunu bozdu, faul ve kart olmalıydı. Kartın rengi ne olursa olsun (zaten sarı kartlı olan) Filipovic atılacaktı.