8’de gol geldikten sonra maçın büyük bölümü Başakşehir’in hazırlık paslarıyla geçti; karşılaşmayı izleyemediyseniz 65’inci dakikadaki başarılı pas sayıları, size öyküyü özetleyecektir: Başakşehir’in iki stoperinden Epureanu 65 dakikada 94, Mahmut 87 başarılı pas yaparken, ön liberosu İrfan’ın 25, Adebayor’un da 17 temasları vardı meşin yuvarlağa.
KALEYE GİTMEDİLER
Malatyaspor elbette sezon hikayesini pas üstüne kurmuş bir takım değil. Onların alametifarikası, rakibi bozan temaslı oyuncuları idi.
Özellikle orta sahaları, ligin göğüs göğse çarpışma ve yakın temas oyunu konusunda belki en iyisi idi. Dün o temaslı oyunlarından çok uzaklardı; maçın neredeyse tamamı Başakşehir’in ikinci bölgede paslaşmasıyla geçti, gitti, bitti.
Başakşehir gol sonrası rakip kaleye neredeyse hiç gitmedi, Ertaç maçı tek kurtarışla tamamladı. Ev sahibi ekip böylece çok rahat bir oyunla, zirve yarışında önemli bir 3 puanı yazmış oldu hanesine.
Karabük’ün yarıştan erken kopması, Süper Lig’in bütün ayarlarını bozdu. Karabük, önümüzdeki 3 hafta sırasıyla Antalya, Kasımpaşa ve Bursa’ya yenilirse, her 3 takım da ligde kalma yolunda dev adımlar atacaklar. Akhisar da artık rahatlamak için tek bir galibiyete ihtiyaç duyuyor gibi. Bu durumda kalan 7 haftada Başakşehir ve Fenerbahçe’nin 5’er, Beşiktaş’ın 4, Galatasaray’ın da son 3 rakibinin nispeten rahat biçimde büyüklerin karşısına çıkma ihtimali doğuyor.
4 şampiyonluk adayını FÜTZ (fırsatlar, üstünlükler, tehditler ve zayıflıklar) analiziyle tartıya koyduğumuzda ise, Galatasaray’ın en büyük artısı, ligin en iyi oyuncusu, sezonun kader belirleyicisi Gomis gibi görünüyor. Başakşehir’in ligde ilk beşe oynayabilecek ve kriz çözebilecek olağanüstü bir kulübesi var. Beşiktaş’ın kalan 7 maçının 4’ü zaten kendi mabedinde, ikisinin de hedefsizlerle olması olası. En avantajlı fikstürse Fenerbahçe’de, kalan rakiplerinin ortalama pozisyonu 13’üncülük.
GALATASARAY
Üstünlük: Gomis... Fransız santrforun lig performansı, ‘genç bir Drogba’ hüviyetinde. Galatasaray’ın duran top savunucusu, oyun kurucusu ve bitiricisi. Eğer 7 haftayı da aynı viteste oynarsa takımını 17+ puan kazandırma potansiyeli var.
Zayıflık:
- Kayserispor, Fenerbahçe karşısına takımın 3 önemli parçası, kaleci Lung, savunma lideri Sapunaru ve ön libero Badji’den yoksun çıktı. Zaten bunlar çok çok önemli eksikler. Ama takımınız bu denli eksikken siz bir de alan parselasyonu ciddi ustalık isteyen 3-4-2-1 dizilişini tercih edip, Chelsea’ye özenirseniz; böyle bir sonuçla karşılaşmanız çok sürpriz sayılmaz.
- Üçlü savunma zaten alışkanlık ister, zaten Kayseri son iki aydır dörtlü savunma tercih ediyordu. Bir de dün üçlü savunmada başlayan Levent, ligin ikinci yarısında hiç ilk 11 oynamamış, sadece iki kez sonradan oyuna girmiş bir isim. Maça takımın alışık olduğu 4-2-3-1’le başlayıp, savunmayı Kucher-Kana Biyik olarak kurmak, Levent’i alışık olduğu pozisyon sağ bekte oynatmak varken; böyle fantastik bir diziliş seçiminin neticede rol oynadığını kabul etmek lazım. Sumudica, maçın ikinci devresinde Levent’i sağa kaydırarak takımını orijinal ayarlarına döndürdü ama iş işten geçmişti çoktan.
TAKIM FUTBOLU
- Elbette Fenerbahçe’nin dün en iyi bildiği işleri iyi uygulayarak, tam da Aykut Kocaman’ı hayal ettiği bir futbol ortaya koyduğunu da eklemek gerek. Maça çok tempolu başladılar, bu yıl neden ligin ilk çeyreklerde en fazla gol atan takımı olduklarını bir kez daha gösterdiler. Bu tempolu oyuna Soldado da zekâ ekleyince, çabanın üretime dönüşme ihtimali, yani verimlilik artıyor tabii. Fenerbahçe’nin sezon boyunca saha içindeki en önemli problemi, çalışma değil, çaba değil, hep yetenekti, hep zekâ idi. Giuliano’nun zaten tutarlı bir çizgisi var. Son dönemde Soldado ve zaman zaman Mehmet Ekici’nin de zekâsı Giuliano’ya eklenince, dönem dönem büyük takım futbolu oynamaya başladılar. Fenerbahçe’nin kalan 7 haftada ligin üst yarısından sadece Sivasspor’la maçı var, diğer rakipleri hep alt yarıdan. Yani sahaya daha fazla yetenek koymaları gereken maçlar. Aykut Kocaman bu bir buçuk ayda, Valbuena ve Mehmet Ekici’den sanki daha fazla faydalanabilir gibi.
MAÇIN ADAMI: SOLDADO
Birinci goldeki top kontrolü, ikincide de ribaundu alıp soğukkanlı biçimde tamamlayışı klastı. Kalan 7 haftada düzenli oynarsa yeteneğiyle daha fazla katkı yapabilir gibi.
Dün gerçek bir büyük takım gibi 1’inci dakikadan itibaren önde baskı yapan Galatasaray’ın hakkını can-ı gönülden teslim etmekle birlikte, Trabzonspor’a da bir parantez açmak gerek: Zira, dünkü müsabaka, Trabzon’un bu sezon önde baskıya karşı çaresiz kaldığı belki beşinci maçtı. Trabzon’a karşı kim önde pres yapsa sonuç alıyor, Yanal da Çalımbay da aylardır bu probleme bir çare üretemiyorlar.
Tabii ki prese çare bulma noktasında oyuncu kalitesi önemli bir kriter. Ancak Trabzon’un özellikle Okay’lı, Yusuf’lu, Sosa’lı, Abdülkadir’li, Burak’lı ileri altılısının, ligin zirve dörtlüsünden çok aşağı kalır yanı yok. Sorun tamamen taktikle ilgili, idmanla ilgili, çalışmayla ilgili. Dünyada önde baskıyla karşılaşan ilk takım Trabzonspor değil, son takım da Trabzon olmayacak. Baskıdan çıkmanın yolu 100 yıldır aynı: Rakip sizi 500-600 metrekareye sıkıştırmak istiyorsa, siz genişlersiniz. Bekleriniz ve kenar hücumcularınız taç çizgisine açılır, merkez oyuncularınız pas almak için kalenize yaklaşır, alanı 2-3 bin metrekareye çıkarırsınız. Pas verir ve hareket edersiniz. Oradan iyi çıkarsanız, rakibin önde basması avantaj bile olabilir size. Bu yıl bunun en güzel örneklerinden birini, dünyanın en iyi antrenörlerinden ikisi, Pochettino-Guardiola izletmişlerdi bize. Tottenham, City’ye karşı önde basmış; Manchester’lılar oradan çıkınca rakiplerini eksik yakalayıp peş peşe golleri sıralamışlardı.
Ancak enteresandır, Türkiye’de oyun gelişiyor, hakemler gelişiyor, futbolcular gelişiyor, gelişmeyen tek bir departman var sanırım: O da antrenörler... Bir takımla aylarca idman yapıp, hâlâ önde basan her rakibe karşı çaresiz kalmak, ancak antrenör eksikliğiyle açıklanabilir çünkü...
Diğer tarafta, geldiği günden itibaren Belhanda’yı, Donk’u, Nagatomo’yu, Sinan’ı, ayrı ayrı birçok oyuncusunu geliştiren Terim, dünkü maçın esas kahramanı. Futbolu o kadar çok seviyor, yaptığı işe öyle bir tutkuyla bağlı ki, dün yüksekten gelen bir topu taç çizgisinde kontrol etmek için Mariano’ya “bırak” diyen bir çocuk ruhu taşıyor hâlâ içinde.
***
Bir frikik anı
Doğrusunu söylemek gerekirse, hayalim tüm maçları kazanan, tüm turnuvalara giden, yenilmez bir takım değil. Global ölçekteki yerimizi aşağı yukarı biliyoruz, en iyi futbol bu ülkede oynanmıyor, hiçbir zaman oynanmadı, muhtemelen hiçbir zaman da oynanmayacak. ABD basketbol ya da Jamaika 4x100 bayrak takımı değiliz! Yenilmez değiliz... Kimi maçı kazanacağız, kimisini kaybedeceğiz. Bazı turnuvalara gideceğiz, bazısını kaçıracağız. Eşyanın tabiatı bu.
Bir futbol aşığı olarak yenilginin her türlüsünü kabul edebilirim; Hırvatlar’ın Vlaovic’li 1-0’ını da, İngilizler’e karşı 3 yılda iki 8-0’ı da. Ama şunu kabul edemem: Ulusal takımın, ulusu coşkuyla temsil etmemesini... Çocukların son ana kadar koşabileceği halde koşmamasını. Koca bir milleti temsil eden millilerin her maç öncesi gerilimle beslenmesini. Medeniyet ve görgü merkezi olmaktan çıkıp, kibir ve haydutluk merkezine dönüşmesini. Milli futbol takımımız bir süredir saygıyla, sevgiyle, gururla değil; endişeyle, kaygıyla hatta bazen utançla izlediğimiz bir ekosisteme dönüşmüştü. Tehdit, kavga ve küfür eden ilkel bir güruh hâkim olmuştu ay-yıldızlı formaya.
ADAMCILIK YETTİ GAYRI
İrlanda ve Karadağ karşısına çıkan çocukları görünce, tam da bu yüzden mutlu oldum. Sadece futbol konuştuk; kimimiz beğendik millileri, kimiz hiç hoşlanmadık. Kimimiz bu çocukların milli takımın geleceği olacağına inanıyoruz, kimimiz vasat olduklarına. Ama şunda hemfikiriz: Bir futbol milli takımı bu. Daha fazlası veya eksiği değil. Tek işleri futbol, kabadayılık değil. Sahada görgülüler, saha dışında medeniler. Sizi bilmiyorum; ancak benim dünyadan, ülkemden, futboldan ve milli takımdan beklediğim bu. Varsın galip gelmesinler; ama aslanlar gibi mücadele edip, rakiplerine saygı duysunlar. Varsın tüm maçları kaybetsinler; ama terlerinin son damlasına kadar sahaya bırakıp, sokaktaki adamla omuz omuza, gazeteciyle el ele stadı terk etsinler kâfi. Fazlasına lüzum yok.
Kibir, vandallık, adam gibi adamcılık yetti gayrı. Biraz da medeni, görgülü, pırıl pırıl adamlar çıksın sahaya.
HAZIRLIK MAÇI SEÇİMLERİMİZ DOĞRU
- Son yıllarda hazırlık maçı seçimlerimizin çok başarılı olmadığını sıkça dile getirmiştim. 31 Mart 2015-31 Mart 2017 arasında sırasıyla Lüksemburg (FIFA 136’ncısı), Bulgaristan (62), Katar (85), Yunanistan (37), İsveç (34), Avusturya (10), İngiltere (10), Karadağ (94), Slovenya (61), Rusya (38), Moldova (162) ile oynadık. O günkü FIFA sıralamaları itibariyle 11 rakibin 9’u bizden aşağıdaydı. Sadece 4’ü son Avrupa Şampiyonası’na gitmişti.
Tüm hazırlık maçlarını devlerle yapamazsınız. Özel maçlar da
Dün sahaya çıkan 11’i görünce hem bu neşter vurulduğu için, hem de Yusuflarla, Cenklerle, Çağlarlarla temsil edildiğimiz için sevdim bu takımı. “Adam gibi adamlar” ekibinin yerine bu pırıl pırıl, tertemiz profesyonelleri görmek, sadece ulusal futbolumuz için değil, ülke için de umut verici.
Esame listesinin vâdettiği umudun, sahadaki oyuna da yansıdığını söyleyebilirim mutlulukla. Birlikte oynama alışkanlığı zayıf takımımızın 90 dakika kesintisiz pas oyunu sergilemesini beklemek zaten akıl dışı. Ama Fifa sıralamasında bizim üstümüzde olan, ilk 11’inde 7 Premier Lig oyuncusu bulunan İrlanda’ya karşı maçın genelinde üstündük, istediklerini sahaya yansıtan taraf bizdik.
KAVGA YERi DEĞiL
- Beni dün en çok mutlu eden detaysa, çalışılmış duran toplarımız oldu. 5 yıldır Martin O’Neill’ın çalıştırdığı İrlanda takımına karşı her kornerde tehlike yaratmak kolay iş değil. Hep paslaşarak kullandık, penaltı noktası üzerine içeriden falso alan toplar gönderdik, birinde de golü bulduk zaten.
Bu karşılaşma, Haziran’a kadar yapacağımız 5 hazırlık maçının ilkiydi. Eylül’deki Rusya müsabakasına kadar kadro ve oyun istikrarı sağlamak için yeterli vaktimiz var, dün görebildiğim kadarıyla böyle bir potansiyelimiz de var. Bu pas oyunu düşüncesinden vazgeçmemeli, bu genç ve pırıl pırıl kadrodan geri dönmemeli. Ulusal takım artık kavga-tehdit-eşkıyalık yeri değil, saygı-sevgi-medeniyet merkezi olmalı. Görüyorum ki olacak da.
MAÇIN ADAMI: OKAY YOKUŞLU
Her
İngiliz futbol efsanesi Gary Neville’ın, Manchester United’ın Fransız yıldızı Pogba ile ilgili görüşü bu. Gerçekten de Pogba, özellikle Alexis’in kendisinin yaklaşık 2 katı maaşa takıma katılmasıyla birlikte küskün, isteksiz, formsuz. Futbolun büyük emekçilerinden Neville’e göre bunun sebebi, Pogba’nın ciddiyetsizliği.
Mourinho’nun şu sıralar Pogba ile yaşadığı büyük krizi, Conte de birkaç ay önce Hazard ile yaşamıştı. Orada da durum benzer; Conte’nin düşünceleri ile takımın yıldızlarının kafasındakiler uyuşmuyor. Conte, bütün bir ocak ayı boyunca uzun boylu bir santrfor ararken Hazard, hocasını medyanın önünde eleştirdi ve fikirlerinin çağ dışı olduğunu ima etti: “Eğer pas oyunu oynayacaksanız, uzun santrfora ihtiyacınız yok. Eğer topu şişirecekseniz, durum farklı tabii. Manchester City’ye bakın, dünyanın en iyi futbolunu oynuyorlar ve uzun boylu bir santrforları yok”
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Conte, şu sıralar Chelsea’de kalabilmek için Eden Hazard ve arkadaşlarını mutlu etmek zorunda. Zira ondan 3 yıl önce Mourinho da aynı adamlarla benzer sorunları yaşamış, Hazard, Fabregas ve arkadaşları, Portekizli koçun ipini çekmişlerdi.
Manchester United’ın bir diğer efsanesi Nemanja Vidic, menajerlerin artık bu durumu kabullenmek zorunda olduğunu söylüyor. Şu sıralar antrenörlük kurslarını tamamlamaya çalışan Vidic’e göre yeni dünya düzeni bu: “Ben futbolcu iken, kendime ait bir gücüm olduğunu düşünmüyordum. Benim için menajer patrondu, CEO’ydu, sahipti. Ama bugünün futbolunda artık menajerler yok, sadece koçlar var. Yeni patron, artık futbolcular”
VURAL’IN İTİRAFI
Elbette bu yeni dünya düzeninden, özellikle deneyimli teknik adamlar rahatsız. Geçtiğimiz günlerde Giresunspor’la yollarını ayıran Yılmaz Vural, bu kararı başkanın ya da kendisinin değil, futbolcuların aldığını itiraf etmişti. Giresunsporlu futbolcular toplantı yapmışlar, en deneyimli iki tanesi, hocayla toplantı yaparak kararlarını iletmişler: “Seni istemiyoruz hoca”
Futbolcular için artık her şey bu kadar kolay gözüküyor. Eğer teknik direktörün yöntemlerinden memnunlarsa, sahada onun için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama memnun değillerse, önce peş peşe mağlubiyetler, sonra da lisanslı teknik adama 3 kelimelik tebligat geliyor: “Seni istemiyoruz hoca.”
O görüşümü, ‘Turkish Harry Kane’ başlığıyla vermişler; bizim medyada da bu haber, İngilizler Cenk’e, ‘Türk Harry Kane’ dedi şeklinde haber olmuştu. İtiraf ediyorum, o İngiliz, bendim(!).
O gün Premier Lig Editörü Oliver’ın bana sorduğu bir diğer soru, İngiltere’ye gidebilecek sıradaki oyuncumuzdu.
Cevabım, “Yusuf Yazıcı” olmuştu. Onun iki ayağına hakimiyeti, hem asist hem de gol özelliği harika. Eğer maçlarda bölüm bölüm kaybolma huyunu da çözerse, sıradaki Premier Lig yolcumuzun o olması sürpriz sayılmaz gerçekten.
RAHAT FUTBOL
Dün Trabzon’da çok rahat bir futbol oynandı, orta sahalar inanılmaz rahat geçildi. Ama Trabzon’daki çıkışı da pas geçmemek gerek: Defansif orta sahalar Kucka ve Onazi, tam 3 golde kritik katkılar yaptılar. Burak bildiğiniz gibi, yine 1 gol, 1 asist yazdı tabelaya. Okay da ön liberoda ne kadar güvenilirse, stoperde de o kadar yürekli. Çalımbay artık, Yusuf ve Abdülkadir’i bir arada daha çok oynatmayı başarırsa, bordo mavililerin önü açık...
MAÇIN ADAMI: BURAK YILMAZ
Dünkü maçın Yusuf’la beraber bir diğer kahramanı da oydu. Çerçeveye vurma konusundaki başarısını zaten biliyoruz, dün gol pozisyonlarında paylaşımcı yönü de çıktı ortaya.