GEÇENLERDE tesadüfen denk geldiğim bir Ajax U10 takımı videosu izliyorum. Yetenekli bir nesil... Peş peşe güzel goller atıyorlar. Belli ki yeni De Jong’lar, De Ligt’ler yolda. Ama söz konusu videoda röveşatalardan, volelerden daha fazla dikkatimi çeken şey, gol sevinçleri oluyor: Golü atan boş tribünlere koşuyor! Arkadaşının büyük emeğiyle getirdiği topu boş kaleye dürtmüş olsa bile fark etmiyor, koşuyor koşuyor, havada dönüyor, formasının (henüz isim yazmayan) arkasını gösteriyor. Ronaldo’nun bencil sevinçleri yaygın. Sevinçlerde kolektif herhangi bir görüntü yok. Herkes tek. Herkes küçük birer Maradona...
Önce şaşırıyorum. Sonra şaşırdığıma şaşırıyorum! Yeni dünya düzeni bu. Bu Y ve Z jenerasyonu, daha benmerkezcil. İyi bir makinenin sağlam bir dişlisi değil, hepsi ayrı birer makine olmayı seçiyorlar. O yüzden de, iyi günlerinde tek başına maç kazandırabiliyorken, kötü günlerinde olağanüstü düşebiliyorlar. Bir önceki neslin yıldızları, Iniesta, Ronaldo, Pirlo ya da Modric, hemen her maçta 10 üstünden en az 6’lık-7’lik performans gösterirlerdi. Ama bu neslin yüz milyonluk adamla
rına bakın: Pogba, Dembele, Sterling, Lukaku, Hazard ya da Dybala... Maçtan maça katkıları öyle çok değişebiliyor, performans sapmaları öyle yüksek olabiliyor ki, teknik adamlar için 11 yapma işi bir iskambil oyununa dönüşüyor. Arsenal menajeri Emery, 16 hafta tamamlanmış olmasına rağmen devre aralarında 14 oyuncu değişikliği yaptı. Oysa Wenger, döneminde bir sezondaki maksimum devre arası değişikliği sayısı 9! Yaşı tutanlar hatırlarlar, Beşiktaş’ın efsanevi koçu Milne, birçok maçı hiç oyuncu değiştirmeden tamamlardı. Sebebi basit: Bu yeni dünya düzeninde, hafta içi idmanlarına bakarak, bilimsellikten faydalanarak, kafa patlatarak ürettiğiniz planlar, santra yapıldığında çöpe dönüşebiliyor. O gün kimin keyfi yoksa devrede çıkarıyor, keyfi yerinde olanı bulmaya çalışıyorsunuz! Maalesef yeni dünya düzeni bu. Sanırım 2020’ler kulübelerin çağı olacak. Belki de artık bitiren 11’ler, başlayan 11’lerden daha değerli bu çağda.
SELÇUK VE GOMIS
G.SARAY, kulüp tarihinin en şanslı Devler Ligi kurasını çektiği sezonda, yoluna Avrupa Ligi’nde devam edebiliyor. Son 11 maçta 1 galibiyet! Elbette bunda sakat ve cezaların önemli payı var. Ama büyük resme baktığımda geçen sezonla bu sezon arasındaki en büyük fark bence Gomis... Gomis olsaydı, G.Saray bu grupta 2. olur, Başakşehir deplasmanına da zirve yarışı içinde giderdi. Gomis, zorla gönderilirken, birtakım medya kullanılarak Fransıza hakkında ‘paracı’ algısı oluşturuldu. Hatta sezon içinde başlandı bu operasyona. Fransız santrforun tek suçu, G. Saray’ı şampiyon yapmasıydı. Tamam, Gomis maaş artışı
istiyordu. Orta yol bulunabilirdi. Başka artış talebiyle gelen oyuncu olursa da ona, “Sen de 30 gol at, sözleşmeni de yenileyelim” denirdi. Bundan 4 yıl önce, Selçuk ve Burak’a yapıldığı gibi... 2014 yazında, kontratının bitmesine 2 yıl olmasına rağmen Selçuk’un kontratı 2019 sonuna kadar uzatıldı. Bugünkü maaşı, 2 milyon 950 bin+maç başı 25 bin Euro. Şu sıralar kontratı bitmekte olan Selçuk’un 1.5 milyon Euro’luk yeni sözleşme talebini “Selçuk fedakârlık yaptı” haberleriyle okuyoruz medyada. Oysa onlara göre sahada canını dişine takan Gomis fedakârlık yapmıyordu. O haindi(!)
HAFTANIN GÖRÜŞÜ
ÇAĞLAR Söyüncü, son haftalarda gösterdi ki, yakın gelecekte çok yönlü bir stoper olabilecek. Leicester’da Harry Maguire’ın partneri olmaya, ya da en azından İngiliz milli oyuncuya olan bağımlılığı azaltmaya hazır. Çağlar’ı daha dikkatli izlemenizi öneririm (Paul Doyle/The Guardian).
Fenerbahçe bu maçı, dün 20:50’de Akhisar’da değil, cumartesi öğleden sonra Kuşadası’nda kaybetti. Fenerbahçe yönetiminin Ersun Yanal’la görüştüğü resmi olarak deklare edildiği anda, Koeman dönemi de artık fiilen sona ermişti. Akhisar, Krasnodar karşısında nasıl bir futbol oynadıysa, Fenerbahçe önünde de bire bir aynı oyunu sergilediler. Yine stoperde Lopes iyi oyun kurdu, Güray yine sol bekten ekstra hücum silahı olarak dikkat çekti. Sissoko ve Serginho sezgileriyle çok top kazandılar, Barbosa süratiyle rakibin sağ bekini bezdirdi. İki maç arasındaki tek fark, Krasnodar’ın ikinci devrede oyunu çevirebilecek yetenekli ayakları vardı. Fenerbahçe’ninse yoktu. Evet, Fenerbahçe’nin çok eksiği var... Koeman, elindeki 12-13 oyuncudan bir 11 kurmaya çalıştı; muhtemelen de kafasında iki opsiyon vardı: Birinci opsiyonu, dün başlayan takımdı. Yani sağ bekte Şener, göbekte Isla, sol açıkta Eljif’li düzen. Büyük bir fiyaskoydu bence bu taktik. Ne Isla, Isla gibiydi sahada; ne Eljif, Eljif gibiydi, üstelik Şener de Barbosa’ya karşı çaresizdi.
İNCİNDİ VE BAVULU TOPLADI
Koeman’ın kafasındaki ikinci opsiyon, 57’de Şener/Benzia değişikliği sonrası kullandığı taktikti muhtemelen. Yani sağ bekte Isla, merkezde Eljif ve sol açıkta Ekici’li düzen. Belki son yarım saatte bu formasyonla da pek bir şey üretemediler ama maça bu doğal dizilişle başlasalar, hikâye biraz daha normal gelişebilirdi. Sadece tek bir oyuncuyu (Benzia’yı) oynatmamak için, hem sağ bek Isla’nın, hem ön libero Eljif’in performansından mahrum oldu Koeman... Oysa Benzia sol açıkta başlasa, (şaşkın sol açık) Eljif’ten kötü olmayacaktı durumu. Koeman’ın bu skandal diziliş tercihinden benim anladığım şu: Yanal’ın Kuşadası’nda yaptığı açıklama sonrası Hollandalı Hoca da incindi ve bavulunu toplamaya başladı zaten. Dün Fenerbahçe sahaya çıkmadan kaybetti 3 puanı.
MAÇIN KARESİ
AKHİSAR’ın ilk yarıda Bokila ile bulduğu golü tekrar izleme fırsatınız olursa lütfen stoper ikilisi Skrtel-Neustadter’e odaklanın. Ceza alanı içinde tek bir Akhisarlı (Bokila), 4 Fenerbahçeli var. Ama dördü de alanlarını tutuyorlar, kimse golü atacak Bokila’ya yaklaşmıyor.
MAÇIN ŞAŞKINLIĞI
Dün Ali Sami Yen’deki müsabakanın ilk yarısı, Wenger’in o açıklamalarını hatırlattı bana. Galatasaray sahaya 4-4-2 düzeniyle çıktı. Rizespor’sa 4-5-1’le... Misafir ekibin Abdullah-Petrucci-Boldrin’li üçlü merkezi, Selçuk-Feghouli’ye fiziksel üstünlük kurdular. Özellikle 40’ta Rodrigues’le gelen gole kadar, Galatasaray orta sahada pas bağlantısı kurmakta da, serseri topları kazanmakta da zorlandı. İlk 40 dakikada Rize’nin sadece 3 faul yaptığını, ikisinin de hücum bölgesinde Umar’dan geldiğini düşünürsek, 40 dakikalık fiziksel oyunun misafir ekibin düşündüğü gibi gittiğini söyleyebiliriz.
Galatasaray teknik ekibi de soyunma odasına 1-0 önde girmelerine rağmen orta sahadaki problemin farkındaydılar. Bir müdahale gerekiyordu ve Muğdat-Linnes değişikliği yaptılar. Ve bu değişiklik sonrası, sarı kırmızılı orta saha daha da düştü! Galatasaray, sahada daha fazla yetenekli oyuncusu olduğu için attı 2 golü. Taktik veya fiziksel üstünlük kurdukları için değil. Ve Terim’le teknik ekibinin şu sorulara yanıt vermeleri gerekiyor bence:
1-) İkinci devrede Mariano’nun ön libero, Selçuk’un sol, Feghouli’nin sağ iç olduğu diziliş mantıklı mıydı gerçekten? Mariano’nun 417 maçlık kariyerinde sağ bek, sağ iç ve stoper oynadığını görüyoruz ama hiç klasik 6 numara rolü yok. Zaten çok şaşkındı o rolde.
2-) Galatasaray’ın merkezdeki ilk 5 tercihi, Fernando, Donk, Ndiaye, Emre, Belhanda eksik. Bu doğru. Ancak kulübelerinde de Türk futbolunun geleceği olacağına inanılan, milli takımla çok iyi işler yapan Celil ve Atalay var. Celil ve Atalay gerçekten bu kadar kötüler mi ki, Muğdat ikinci santrfor rolüyle başlıyor veya Mariano ön liberoda deneniyor?
Maçın geri dönüşü
FEGHOULI, uzunca bir süre Belhanda’yla birlikte Galatasaray’ın kanserli hücrelerinden biri görünümündeydi. Ancak aylarca kulübede oturduktan sonra geri dönüşü sanki daha istekli oldu. Kötü Galatasaray’ın dikine oynayan tek oyuncusuydu dün.
Maçın detayı
GALATASARAY’ın dün özellikle ilk devrede geriden çıkarken görüntüsü hep şöyleydi: Sağ stoper Ozan topu sürüyor, sürüyor. Bir pas alternatifi bulamayınca son anda baskı altındaki sağ bek Mariano’ya atıyor topu çaresizce. Ve Mariano çırpınıyor topu kaybetmemek için!
Şampiyonlar Ligi tarihinin en başarılı takımı Real Madrid, 2017 ve 2018 finallerine aynı 11’le çıktı. 2018 final 11’inde yeni transfer yoktu, 2 yıllık oyuncu yoktu, 3 yıllık bile yoktu. Real Madrid’in Kiev’deki 11’inden Ramos 13, Marcelo 11, Ronaldo ve Benzema 9, Varane 7, Modric 6, Isco, Casemiro ve Carvajal 5, Navas’la Kroos da 4 yılı tamamlamış kulüp aidiyeti olan futbolculardı. Tarih, son 5 yılda 4 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanan bu ekibin sırrını bence ‘aidiyet’ olarak yazacak.
CIES’in 2018 Kasım ayında yayınladığı rapora göre, ‘aidiyet’ departmanında en sorunlu turnuvalardan biri biziz maalesef... 2008-2018 arasında Süper Lig’de mücadele eden sporcular incelendiğinde üzücü bir sonuç karşılıyor bizi: Süper Lig’de 10 yıl boyunca yer alan tüm futbolcuların ortalama yüzde 48’i, o yıl kulüplerinde ilk sezonunu geçiren oyuncular. Yani kabaca Süper Lig’deki her kulüp, her yıl, kadrosunun yarısını değiştiriyor. Bu oran, aynı 10 yıllık periyotta Bundesliga’da yüzde 31, Ligue 1’deyse yüzde 33 olarak gerçekleşmiş.
Avrupa sathındaki 31 ligi inceleyen CIES raporundaki bir başka üzücü veri de altyapıyla ilgili: Süper Lig, kulüpte yetişmiş oyuncu kullanma konusunda kıtanın en kötü sicillerinden birine sahip. Bu sezon Süper Lig’de ‘kendi kulübünde yetişmiş’ futbolcu oranı %8,6. Bu oranın alım gücü bizim birkaç katımız olan Fransa’da yüzde 19, İspanya’da %18, Almanya’da yüzde 15 olarak gerçekleşmesi tablonun vahametini artırıyor. Ülkece sabırsızız. Futbolda istikrara değer vermiyoruz. Futbolcularımız gereğinden fazla mobil. İstikrarsız Anadolu takımlarının da kendi kentlisini ikna etme ihtimali çok zayıflıyor, yeni nesil çocuklar ya futbolu sevmiyor, ya da şehir takımını tutmuyorlar. Çünkü bugün gönül verdikleri, formasını aldıkları futbolcunun yarın hâlâ orada olma ihtimali çok zayıf.
Bursaspor ve Ertuğrul öyküsü, doğru örnek
Süper Lig, hem dünyanın en borçlu turnuvalarından biri. Hem de futbolcu başına ödediği 864 bin dolar ortalama maaşla, ayağını yorganına göre uzatmama konusunda ısrarcı. Ekonomik olarak belimizi doğrultmanın bir yolu da, kulüp aidiyetinden geçiyor, istikrardan geçiyor. Kulüp aidiyetini artırmanın yolu da, kendine özgü olmaktan, diğerlerinden ayrışmaktan...
Şu anda 7-8 yaşlarında, takım seçme aşamasında olan bir çocuğun, İstanbul büyüklerinden farklı bir takım tutması, Türk futbolunun gelecekteki kurtuluşu. Anadolu kulüpleri, kimlik çalışmasına her zamankinden daha fazla odaklanmalılar şu anda. Renklerini benzerlerinden ayrıştırmak, kendine özgü forma tasarlamak, orijinal bir marş, kulüp aidiyeti olan sembol birkaç futbolcu. Ancak böyle ikna edebilirsiniz 7-8 yaşındaki çocuğu.
Tabii Türkiye’de bu anlamda Eskişehirspor, Bursaspor gibi güzel örnekler de var. Bu hafta Bursaspor kaptanı Ertuğrul’u tribünle iç içe görmek mutluluk vericiydi. Ertuğrul, Bursaspor taraftarıyla beraber ‘çıldırt bizi bu sene yine’ tezahüratı yaptığında benim tüylerim diken diken oldu inanın.
Orijinal, kendine özgü, küfürsüz tezahürat. Kulüp aidiyeti olan sembol oyuncular. Orijinal hikâye. Yeni nesil ancak bunlarla çekebilirsiniz tribünlere.
Dün Kadıköy’de distopik bir maç izledik bence: Artık birçok hoca Barcelona’ya, City’ye ya da Guardiola oyununa değil, Klopp’un geçiş stratejisine özeniyor. Dün topa sahip olan gol yedi, oyunu yönlendiren boşluk verdi. Topa sahip olmaya değil, olmamaya dayalı bir oyun bu.
Kasımpaşa, bu ligin savunma planından hücum planına en hızlı geçen takımı. Kasımpaşa’nın rakibi eğer topa sahip olmak, sete yerleşerek hücum etmek istiyorsa ataklarını muhakkak golle, autla, faulle bir şekilde tamamlamak zorunda. Çünkü siz atağı tamamlayamazsanız, Kasımpaşa’nın çabuk düşünen, çabuk koşan ileri üçlüsü bir anda sizin kalenizde bitebiliyor. O yüzden de şu anda ligin en fazla gol atan takımı konumundalar. Trezeguet-Diagne-Eduok üçlüsü, ligin en iyi ofans üçlüsü. Trezeguet, şu anda ligin Visca’yla birlikte en iyi oyuncusu. Topu ayağına her aldığında ritmi değiştiriyor. Dün 22’de Diagne’nin kafasına çarptırıp golü attırdı. 38’de Eduok’a verdiği al da at pası boşa gitti. 54’te Diagne’nin ikinci golünü üreten yine o. Bu kadar sorunlu Kuzey Afrikalı’nın olduğu bu ligde kıtasının yıldızı gibi Trezeguet.
Ancak göreve geldiğinden beri rakip analizleri konusunda başarılı olduğunu düşündüğüm Koeman’ı dün ilk kez bu kadar hazırlıksız gördüm. İlk 40 dakikada orta sahalar adeta yürüyerek geçildi. Kasımpaşa o bölümde bir penaltı kaçırdı, bir gol attı, Eduok’la da bir yüzde yüzlük fırsatı değerlendiremediler. Üstelik o 40 dakikada kaybettiği topların ardından faulleri yapan ve oyunun hızını kesen taraf da Denizli’nin ekibiydi. İlk devreyi Fenerbahçe 4, Kasımpaşa’ysa 14 faulle tamamladılar.
İkinci devreye Fenerbahçe biraz daha tempolu başladı ki bu da Kasımpaşa’nın beraberlik golünü atacağının sinyali gibiydi zaten! Dün kim topa sahip olduysa diğeri gol attı, kim oyuna hükmediyorum sandıysa rakibine verdi skor fırsatını. Deyim yerindeyse, iki pragmatist takım çarpıştı Kadıköy’de. Ve sonunda da maçın hakkı olan beraberlik çıktı ortaya.
Fenerbahçe için sanırım haftanın kazanımı, iki 1,90’lık santrforla oynanan o garip uzun top oyunundan vazgeçilmesi. Mehmet Ekici veya Benzia’yla ikinci-üçüncü bölge pas bağlantısı yapılması gerekliliğinin fark edilmesi. Orta vadede Fenerbahçe’nin planı bu olmalı zira.
Penaltı sonrası çok talihsiz
Dün akşamki maçın 7’nci dakikasında Kasımpaşalı Diagne’nin kullandığı penaltı sonrası gelişenler, en hafif ifadeyle talihsiz... Zaten maçı canlı izleyenler, Diagne penaltıyı atarken ceza alanına en az 4 oyuncunun girdiğini görmüşlerdir. Hakem de gördü. Ve doğal olarak monitöre, ceza alanına girenlerin hangi takımdan olduğunu tespit etmeye gitti.
Bizim gördüğümüz, yayıncı kuruluşun da ekrana yansıttığı fotoğrafa göre, her iki takımdan futbolcular girmişti 18’in içine. Evet Eduok belki 4 adım girmişti, ama Mehmet Topal da gördüğümüz kadarıyla bir adım içerideydi. Kural, bu durumda penaltının tekrarına hükmediyor. Orta hakem Y.Kemal Uğurlu, pozisyonu monitörden de izlemesine rağmen nasıl tekrar kararı vermedi, ben anlayamadım doğrusu.
Dün Londra’da oynanan Arsenal-Tottenham maçı nasıl İngiliz futbolunun özetiyse, Vodafone Park’taki Beşiktaş-Galatasaray maçı da Türk futbolunun özetiydi adeta. İlk 45 dakikada istediklerini sahaya yansıtan bir Beşiktaş vardı Vodafone Park’ta. Şenol Güneş’in son haftalarda formayı adil bir şekilde Dorukhan ve Güven’e vermesi, siyah-beyazlıları bir veteranlar karmasından, dinamik bir takıma çevirdi. Ljajic’in de katılımıyla bir atletizm-kalite dengesi oluştu siyah-beyazlılarda. Galatasaray’daysa elbette çok eksik var ama bu, iki maçtır sahaya yalnızca “2 buçuk” hücumcuyla çıkmaları için yeterli bir sebep mi bilemiyorum. Terim hem Konya hem Beşiktaş karşısına gol şansı olan sadece iki buçuk adamla (Eren, Henry ve normalden geride konumlanmış Feghouli ile) çıkıyor. Konya karşısında Diagne’nin o garip hatası olmasa Galatasaray 3 gün-3 gece gol atamayacak gibiydi; Beşiktaş önüne de böyle çıkarak sanırım Fatih Hoca 0-0’ı hedefledi! Kadroda Güven’den (maç sayısı bakımından) daha az deneyimli olmayan Yunus varken, Galatasaray 5-3-2 oynuyorsa, 0-0’ı hedeflemekten başka bir açıklama bulamıyorum ben çünkü.
Ancak Türkiye’de antrenörün adı her ne olursa olsun, 50 yıllık saçma ezberlerden kurtulamıyorlar. Şenol Güneş de dahil hiçbiri çıkamıyorlar bu düşünce dehlizinden... İyi oynayıp 1-0 öne geçiyorlarsa, muhakkak sisteme bir çomak sokup rakiplerini oyuna ortak ediyorlar. Güneş’in 45’te Güven’i çıkarıp, Ljajic’i sola hapsedip, orta sahayı üçleyip takımını kendi eliyle durdurmasıyla Galatasaray ortak oldu oyuna. Ancak Galatasaray’ın Gomis sonrası gol opsiyonu o kadar az ki, Güneş maçı ikram etse de onların değerlendirebilecek ayakları yoktu sahada.
Geçen sezon ligin ayarını değiştiren adam Gomis’ti. Gomis, Başakşehir’de olsa Başakşehir, Beşiktaş’ta olsa Beşiktaş şampiyon olurdu. O gitti ve bütün takımlar hizaya geldi bence.
Eren mi daha pahalı, Gomis mi?
BU kıyası daha önce de yapmıştım ama sezonu özetleyen bir detay olması itibariyle tekrar altını çizme ihtiyacı hissettim. G.Saray’ın karar vericileri ağız birliği etmişçesine Gomis’i 5 milyon Euro istemekle suçluyorlar. Ben de size soruyorum: Acaba şu an bir fayda/maliyet analizi yaparsanız 2,1 milyon Euro alan Eren mi daha pahalı, yoksa 4-4,5 milyon Euro’ya anlaşılabilecek Gomis mi?
Eğer bir başka oyuncu size gelip maaş artışı isteyecek endişeniz varsa, “Sen de 30 at, senle de oturalım masaya” dersiniz ona! Geçen sezon G.Saray’ı şampiyon yapan Gomis’ti. Galatasaray, Gomis’i göndererek dengeye soktu ligi.
Yüz doksan bir saniye
DÜN kronometreler tam 37:48’i gösterdiğinde Eren-Necip çarpışması oldu, oyun durdu. Eren’in ayağı şut sonrası Necip’in baldırına geldi. Sakatlık filan yok. Ama oyun tekrar ancak 40:59’da başlayabildi. Tam 191 saniye sürdü, 5 saniyede izleyip hiçbir şey olmadığını görebileceğiniz bu basit pozisyonun izlemesi!
Karaman tarihi bir orta üçlü yaptı; Sosa altı numara rolündeydi, sağından Yusuf, solunda Abdülkadir oynadı. Onunla da yetinmedi, 75’te Ekuban’la 4-2-4’e dönüp bu sene şampiyonluk yarışında biz de varız dedi Ünal Hoca.
Ancak kadroların vaat ettiği kalite sahaya çok kesik kesik yansıdı dün. Sebebi de ligin kronik problemi, aşırı düdük sayısıydı. Dün ilk 55 dakikada 3 isabetli şut, 25 faul vardı maçta. Ve neredeyse 2 dakikada 1 faul düdüğü çalınan oyunda sadece 1 kart çıkmıştı. Bu ligde bu sorunu çözmediğimiz sürece ilerleyemeyeceğiz. Stratejik faul, izlenme zevkini öldürüyor. Yeni nesil bu ligi izlemiyor. Stratejik faul sorununu çözmezseniz, bir sonraki ihalede Süper Lig, aynı parayı etmeyebilir korkarım ki
Türk futbolu, yaklaşık 15 yıldır yüklendiği çok büyük bir masraf kalemini sırtından bir miktar atmış görünüyor: Süper Lig, global transfer bilançosunda 3 sezondur artıda. 2018 yaz transferinde Süper Lig’in hanesine yazılan 32,6 milyon euroluk kâr, Türk futbol tarihi rekoru. Süper Lig, en son bu boyutta bir transfer kazancını, 2001’de UEFA şampiyonu o altın jenerasyon toplu halde Avrupa’nın yolunu tuttuğunda yakalamış. Süper Lig’in bir Katar, bir Arabistan, bir Çin Ligi’ymişçesine dev bonservisler ödeme dönemi artık bitti gibi görünüyor. Ancak belki bonservis kadar, hatta ondan da büyük bir problem önümüzde duruyor şu anda: Astronomik maaş sorunu. Süper Lig hâlâ gelirlerinin yarısından fazlasını sporcu maaşlarına ödüyor ve hâlâ veteran yıldızlar için son bir yüksek kazanç kapısı.
SportIntelligence’ın ‘Yıllık global spor maaşları araştırması’nın 2018 sonuçlarına göre Süper Lig, dünyanın en yüksek maaş ödeyen sekizinci ligi. Oyuncularına yıllık ortalama 3,935 milyon dolar veren Premier Lig’i sırasıyla İspanya, İtalya, Almanya, Fransa, Çin, Rusya ve Türkiye takip ediyorlar. Süper Lig, halen bir futbolcuya ortalama 864 bin dolar yıllık maaş ödüyor. Güzel geçen perşembe gecesinin ardından bu sezon Avrupa’da topladığımız puan 23 buçuğa çıktı (Beşiktaş 9,5, G.Saray 7, F.Bahçe 6,5 ve Başakşehir 0,5)... Kaba bir hesapla bu sezon Avrupa’da kazandığımız her bir puan için Süper Lig’de bir futbolcuya 36 bin dolar maaş ödedik. Oysa aynı puan için İskoçya 8 bin 600, Portekiz 9 bin 700, Hollanda 10 bin, Belçika 13 bin dolar maaş ödemişler ortalama. Astronomik bonservis bedellerinden kurtulduk ama hâlâ rakibimiz olan liglere göre 3-4 kat verimsiziz. Bu verimsizlikten kurtulmanın yolu da artık bir ‘maaş devrimi’ yapmak belli ki... Türkiye ekonomisi de, Süper Lig ekonomisi de bir futbolcuya yıllık ortalama 864 bin dolar verecek düzeyde değil. Bunun ayrımına varıp yapmak lazım artık yeni kontratları.
KALİTE DEMEK BAŞARI DEMEK Mİ?
Lloyd da, SportIntelligence’a benzer bir şekilde futbolcu maaşı verilerini yorumlayarak büyük spor turnuvalarına önizleme yapıyor. Futbolcu maaşı verilerini alıyorlar, yaş ve lig gibi birtakım kriterleri de katarak her futbolcuya yeni bir değer atıyorlar. 2014 Dünya Kupası öncesi yaptıkları önizleme tam isabet sağlamış, Almanya’yla Arjantin’in final oynayacağını ve şampiyonun Almanlar olacağını doğru bilmişler. 2018 Dünya Kupası’nda da Lloyd’un futbolcu değerleri yorumuna göre en iyi takım Fransa, ikinci İngiltere imiş.
Hiç fena tahminler değil. Peki bu sezonki maaş verilerine göre 5 büyük ligin Avrupa kupalarındaki durumu nasıl? Futbolcu başına 3,9 milyon dolar ödeyen Premier Lig, Avrupa kupalarında şu ana kadar 71,5 puan topladı. Yani puan başına 55 bin dolar harcıyorlar. 86 puanla bu sezonun zirvesinde olan İspanya’yaysa her bir puan 33 bin 700 dolara mâl olmuş. Fransa 33 bin 600, İtalya 28 bin 700, Almanya da 22 bin 500 dolarla takipteler. Yani ne enteresandır ki, Avrupa’nın 5 dev liginin 4’ünden daha verimsiziz. Puan başına daha fazla maaş ödüyoruz.
HAFTANIN DETAYI
Hafta içinde Şampiyonlar Ligi’nde Manchester City ile 2-2 berabere kalan Lyon’un üçlü savunması (eski Gaziantepsporlu) Marçal, (eski Galatasaraylı) Denayer ve (eski Beşiktaşlı) Marcelo’dan oluştu. Maçta Denayer %96, Marcelo %91 pas isabetiyle oynamışlar.
HAFTANIN RAKAMI