Dün akşam Moskova’da sahada 3-4 tane kaliteli futbolcu vardı ve bunların hiçbiri sarı-kırmızılı formayı giymiyordu. Galatasaraydün mücadeleciler, koşucular, savaşçılar karmasıydı sadece. Oyuna akıl koyacak, yetenek koyacak kimseyi göremedim ben sahada.
Galatasaray en son (yani 2013-14’te) Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıktığında takım değeri tam 178 milyon Euro imiş. Bugün 95 milyona gerilemiş. Hatta o sezon Süper Lig’in de 1 milyar Euro barajını aştığını ve sıralamada Rusya’yı geçip altıncılığa tırmandığını görüyoruz. Aynı Süper Lig bugün 650 milyon euroluk bir turnuva ve onunculuğa düşmüş durumda.
Galatasaray’ın 2013-14 kadrosunda Drogba, Burak ve Umut varken; bugünkü santrforu o günkü hiyerarşiye bile giremeyecek Eren... Yani Türk futbolu da, Galatasaray da son 5 yılda çok kan kaybetmiş. Kalite çok düşmüş. Ben dün sahada “kaliteli” diye adlandırabileceğim bir Galatasaraylı bulamadım. Yürekli Nagatomo’su var, çalışkan Fernando’su var, mücadeleci Ozan’ı var ama yeteneklisi yok. Dün Galatasaray’a galibiyet lazım olsa bu kadroyla bunu elde etmesinin zor olduğunu hissettirdiler bize. Ancak dün Galatasaray’a 0-0 yetiyordu ve bizim esas üzülmemiz gereken detay bu sanırım.
Dün 0-0’ın yettiği ortamda maça üçlü (yani aslında beşli) savunmayla başlamamız anlaşılabilir. Ancak Kayseri-Konya önünde üçlünün merkezinde Maicon oynarken dün neden Donk vardı, onu anlamak güç. Dörtlü savunma herkesin ezbere oynadığı bir model. Ama stratejiniz üçlüyse, aynı adamlarla devam etmeniz daha doğru olurdu gibi geliyor bana.
Conte, Chelsea’de ilk sezonunda lige berbat başlayıp ardından üçlü savunmaya dönme kararı aldığında üçlünün merkezini David Luiz’e emanet etmişti. Bir kez kupada o rolü Terry’ye verdi, uygulama berbat olunca Terry’den tamamen vazgeçti. Çünkü üçlünün ortasında oynamak liderlik istiyor, soğukkanlılık istiyor, deneyim istiyor, risk istemiyor. Kendisi de futbolculuğunda o pozisyonda oynayan Terim zaten çok daha iyi biliyor olmalıydı bu detayı.
++++++
Kazakistan’ın altına düştük
Daha iki ay öncesine kadar UEFA ülkeler sıralamasındaki fırsatlardan bahsediyor, yeni sezonda 8’inci basamak için önümüzün açık olduğunu konuşuyorduk. Kasım sonu itibariyle tablo çok daha karamsar. Akhisar’dan zaten beklentimiz yok, katkıları da 0. Ancak Başakşehir’in de 0,5 puanla vedasının ardından İstanbul’un 3 büyüğünün Şubat’ta yola devam etmeleri artık hayati bir konu haline geldi.
ErwinKoeman’ın harika bir futbol oynadığı Euro’88 finalinde de Hollanda, bugünkü F. Bahçe gibi 4-4-2 oynuyordu. Ancak forvetlerden biri pivot Van Basten; diğeri gezen, dolaşan, oyun kuran Gullit’ti. Antrenör Koeman’ın iki tane 1,90’lık santrforla oynattığı şeyse bu değil. Koeman şimdiden transfer çalışmasını yapmalı, devre arasında Frey-Slimani’den birini kulübede oturtacak, bağlantı adamını bulmalı. Ya da Benzia’yı kazanmalı. Koeman’ın F.Bahçe’deki ilk bir ayında yaptığı hamleler bilgelik içeriyordu: Savunmayı dörtlüye çevirmesi, Reyes’ten vazgeçmesi, Eljif’i sabitlemesi ve liderliği Valbuena’ya vermesi. Ancak F.Bahçe’nin limitleri belli. Her şeyi doğru da yapsanız, takımın kapasitesi bu. En önemli sorunu da, ileri ikilisinin iki tane 1,90’lık devden oluşması. Olur da Slimani-Frey ikilisi vurduğunuz yüksek topları indirebilirse oyun var. Oraya o topları atamaz ve indiremezseniz futbol yok.
Dün Koeman’ın 45’te bir santrforunu çıkarıp Ekici’yi sokmaması, en büyük hatası. Maçın büyük bölümünün tek hâkimi olan, 75 dakika boyunca oynadığı futbolla gözümüzün pasını silen Trabzon’unsa bu sezon bu harika performansı ikinci kez sergilediğinin altını çizmem gerek: İlki G.Saray maçının ilk devresiydi. İkincisi de F.Bahçe önündeki 75 dakika... Ve bu iki maçın ortak özelliği, sahada Burak Yılmaz’ın olmaması. Trabzon’un bu yılki özeti şu: Sahada Burak varsa gol var. Burak yoksa oyun var. Sahada Burak olduğunda Trabzon takımının tamamı ara pası atma yarışına giriyorlar. Burak ara pasını alabilirse gol şansı yüksek. Ofsaytta kalırsa, bir deneme daha! Ama Burak sahada yoksa, bambaşka hücum planları devreye giriyor. Abdülkadir driplingler deniyor, çizgiye inmeye çalışıyor. Nwakaeme içeri çekip tehlikeli şutlar atıyor. Pereira-Novak kenar oyunları oynuyorlar. Daha da önemlisi, Yusuf oyun kuruyor, şut atıyor, sahaya zekâ koyuyor. Trabzon, Burak sonrası bir devrimin kıyısında. Devrim sancılıdır, elbet acı çekilecek. Devrim üzücüdür, bazen kendi evlatlarını da yer. Ama umutluyum ben bu devrimle ilgili...
MAÇIN RAKAMI
Mücadelenin ilk 45 dakikasında Trabzonspor tam 12 şut attı Fenerbahçe kalesine! Sarı lacivertli takımın ise Valbuena ile bulduğu 2 serseri şutu vardı sadece. Söz konusu ilk 45’te Yusuf Yazıcı tek başına 6 şut çekti. Biri direkten döndü, biri de penaltı kazandırdı.
MAÇIN DETAYI
Dünya futbolunun trend belirleyen koçları bu aralar taç atışlarından çok fazla bahsediyorlar. Süper Lig’deyse taç atışlarıyla fark yaratan belki de tek takım Trabzonspor. Gerek Pereira, gerek Novak’la atılan taçlar bazen korner efekti yaratabiliyorlar.
MAÇIN ALKIŞI
Onur-Burak’ın kadro harici bırakılması sonucu kaptanlık bandının Jose Sosa’ya verilmesinin doğru karar olduğunu dün gördük. Geçen sezona göre bambaşka bir Sosa izliyoruz, daha takımdaş, daha akılcı, adeta daha genç. Bant da Sosa’ya yakıştı.
1-Umut Bozok
Türk futbolunun süper bir santrforu var ama belki kendi kulübünde oynayamadığı için, belki minik evladıyla yaşamaya adaptasyon sürecinde olduğu için bir miktar düşüşte. Cenk, bizim için de Everton için de değerli. Siva’nın elinde Cenk tipinde başka bir klasik santrfor yok, zaten şu anda en uçta kullandığı Richarlison normalde koşucu, çalımcı, yetenekli çizgi oyuncusu. Uzun vadede Richarlison’un orijinal yerine, Cenk’in de 11’e döneceğine inanıyorum ben.
Ancak ulusal takımda Cenk’in yanına yeni alternatifler katma gerekliliğimiz ortada. Bunların içinde de en fazla ön plana çıkan Ligue 1’de oynayan ümit milli santrforumuz Umut Bozok. Lyon ve St.Etienne maçlarında sonradan girip iş yapmıştı, 2 haftadır ilk 11’de oynuyor Nimes’de. 22 yaşındaki Umut’un Mart’a kadar santrfor rotasyonuna katılması şart gibi.
2-Muhammed Kiprit
1999 Almanya doğumlu Muhammed de, Hertha Berlin hiyerarşisinde hızla yukarı çıkan genç bir yetenek. Öncelikle şunu söylemem gerek: Birinci ve ikinci Bundesliga’da eskisi kadar Türk futbolcu yok. Bunun nedeni siyasi de olabilir, Almanlar’ın Sammer’le altyapıdaki eğitim stratejisini değiştirmesi ve Havertz gibi yetenekler üretmesi de olabilir. Ama sonuç değişmiyor: Artık Almanya’nın 2 profesyonel liginde çok fazla Türk yok. Muhammed iki ayağını da kullanabilen bir santrfor. Artık Bundesliga’da, Hertha A takımında. Mart’a kadar da kulübünde birkaç maç oynama şansı bulursa, onun da çıkış yapma ihtimali yüksek.
3-Ersin Zehir
20 yaşındaki ön libero, Almanya 2. Bundesliga’da şampiyonluk yarışı yapan St.Pauli’de her geçen gün daha fazla dakika alıyor. Henüz herhangi bir ulusal takım forması giymiş değil.
4-Ömer Ali Şahiner
Seksenli yıllarda futbolda bir beraberlik kâbusu yaşanmıştı; güzel oyunun kanını emen o sıkışıklık, galibiyete 3 puan devrimiyle aşıldı.
2020’lerin futbolunda da bence bir faul problemiyle karşı karşıyayız ve güzel oyunun bu beladan kurtulması için yeni bir devrime ihtiyaç var...
Türkiye 1. Ligi, 3 puanlı sisteme 1987 yazında geçti. Erzik federasyonunun öncülük ettiği bu devrim öncesi 2 puanlı sistemin son 10 yılı kâbus gibiydi doğrusu: 1979-80 sezonunda oynanan 240 maçın tam 90’ı, yani neredeyse her 5 müsabakanın 2’si beraberlikle sonuçlanmıştı. 2 puanlı sistemin son 10 yılında, yani 1977-87 arası ligdeki beraberlik oranı yüzde 33 seviyelerinde. 2008-2018 dönemindeyse bu oran yüzde 24’lere geriledi. Son 10 yılda hiçbir sezon beraberlik sayısı 85’i (yani yüzde 28 seviyelerini) aşmadı. Bu gelişim, şüphesiz ki 3 puan devriminin ürünü. Yoksa, “yenemiyorsan yenilme”yi matah bir laf zanneden bu nesil, beraberlikten başka bir şey izleyemeyecekti futbolda!
Neyse ki, “yenemiyorsan yenilme”cilerin küme düştüğü bir dönemdeyiz şu anda.
1 SAATTE 6 FAUL!
80’lerde futbolda yaşanan o sıkışıklığın bir benzerine şu sıralar şahit olduğumuzu düşünüyorum ben. Yeni kâbusun nedeniyse stratejik fauller...
Süper Lig zaten stratejik faulcü hoca cenneti! Hakemler seri faul yapan takımları tespit edemediği, sarı kart için aynı oyuncunun peş peşe 3 faul yapması gerektiğini düşündüğü sürece çözülmeyecek bu sorun.
Oysa sorun stratejik faulcü hocalar! Takımca ciddi şekilde uyguluyorlar bu stratejiyi, futbolcular seri biçimde sırayla faul yapıyorlar âdeta.
Rusya önünde Çağlar-Hasan bağlantısında çok top kaybetmiştik; bu kez Kaan opsiyonumuzun da olması geriden çıkış kabiliyetimizi artırdı. Çok yeni bir takımız, çok genç bir takımız, sonuçlar ne olursa olsun anlayış devamlılığı önemli.
Hücumdaysa henüz çok renkli değiliz. Duran topları paslaşarak etkili kullanıyoruz, bu umut verici. Ancak akan oyunda planlar genelde Cengiz’in sırtında. Roma’lı yıldızımız dün araya mükemmel toplar attı ancak gerek Cenk’in bir süredir oynamadığı için eski seviyesinde olmaması, gerekse Yunus’un gol bölgelerine yeterince girmemesi talihsizlikti. Kaptan Çalhanoğlu da milli takım kariyerinin belki en iyi maçını oynadı ama son vuruşu bir türlü yapamadı.
C Ligi’ne (ve elemelerde üçüncü torbaya) düşmeyi büyük bir yıkım olarak görmüyorum. Bizi “adam gibi adamlar çetesi” dibe vurdurdu; bu gençlerle yeniden doğmaya çalışıyoruz. Bu küçük çaplı bir devrim. Devrimler sancılıdır. Acı çekeceğiz belli. Ama ben inatla, Mart 2019 ‘da başlayacak elemeler için umutluyum.
9 lejyonerle bir ilkDün sahaya çıkan ilk 11’imizin sadece ikisi, Hasan ve Mahmut, Süper Lig’de forma giyiyorlardı. Yanılmıyorsam, bir resmi maçta en fazla lejyoner kullandığımız gündü bu. Üstelik bu 9 oyuncunun 5’i Türkiye’de yetişmiş oyuncular. Sanırım 3 yıl önce Süper Lig’de yabancı sınırını açarken hedeflenen de buydu: Avrupa’nin büyük liglerine daha fazla oyuncu ihraç etmek. Ve sonra onlardan ulusal takımda faydalanmak.
Dün sahaya çıkan 11’imizin 7’si, hafta sonu takımlarında ilk 11’de forma giymişlerdi... Hafta sonu yedek başlayan Cengiz Roma’nın, Kaan da Fortuna’nın as oyuncuları... 2 Premier Lig temsilcimiz dışında herkes oynuyor aslında. Sinan, Zeki, Mahmut, Cengiz ve Hakan liglerinde zirve mücadelesi yapan oyuncular. Takımımız genç ama üst düzey maç deneyimleri az değil.
En genç takımın en yaşlı hocası!
Mircea Lucescu, maç önü basın toplantısında “Sanırım Avrupa’nın en genç takımıyız” dedi. Gerçekten de bu maça çıkan ilk 11’imizin yaş ortalaması yalnızca 25’ti. Yalnız enteresandır, Avrupa’nın en genç takımı, Avrupa’nın en yaşlı teknik direktörüne sahip! Bu sert nesil değişimini yaparken Lucescu’nun deneyiminden çok faydalandık elbette.
Maçın adamı: Cengiz Ünder
Hafta sonunda Etihad Stadı, Avrupa’nın en büyük rekabetlerinden birine, Manchester derbisine sahne oldu. Skor çok farklı değildi, 3-1 çok garipsenecek bir sonuç sayılmaz ama oyun, global futbolun geleceği açısından tatsız sahneler içeriyordu: City’li Bernardo 75’inci saniyede maçın ilk gol pozisyonuna girdiğinde henüz hiçbir United’lı topa dokunamamışlardı. David Silva 12’de City’nin ilk golünü attığındaysa United’ın toplam başarılı pas sayısı sadece 5’ti. Üstelik United da esasında Avrupa’nın devlerinden biri!
Galaktik kulüplerin kendi turnuvalarında yarattıkları dramatik fark, City’nin uzay çağı oyunundan ibaret değil: İngiltere’nin yüz küsur senelik lig tarihinde ilk kez 3 takım birden ilk 12 haftayı namağlup geçtiler. Premier Lig’de şu anda ilk 5’te yer alan kulüplerin, son 5’e karşı oynadıkları 20 maçta verdikleri puan sadece 1... Paris St. Germain, Avrupa’nın top 5 lig tarihinde 13’te 13’le başlayan ilk takım. PSG’yi bu sezon tüm rakiplerine birer avans vererek maçlara başlatsanız dahi, başkent ekibi yine 37 puanla açık ara lider olacaktı! Geçen sezon da PSG ve Bayern Münih, 34 maçın tamamında rakiplerine birer avans verseydi dahi yine şampiyonluk ipini göğüslüyorlardı.
EKONOMİK GERÇEKLER
Tabii ki büyüklerle orta sınıf arasında gittikçe açılan farkın temelinde ekonomik gerçekler yatıyor. İngiltere Premier Lig’in tek başına yıllık geliri, (Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Rusya dışındaki) 49 UEFA üyesi ülkenin yarattığı gelirden fazla. Manchester United, Barcelona, Real Madrid gibi kulüplerin değeri 4 milyar Euro bariyerini geçti. 2008’de Deloitte Para Ligi’nde Fenerbahçe’nin gerisinde olan Manchester City, bugün yıllık 500 milyon pound gelir barajını aştı.
Büyüklerle orta sınıf arasındaki fark açılıyor. City’ye, Liverpool’a 2-0 yenilmek artık sevindirici bir durum halini alıyor. Korkarım ki kaçınılmaz son, yani Süper Şampiyonlar Ligi adım adım geliyor...
Avrupa Süper Ligi ne demek?
Geçtiğimiz hafta içinde Der Spiegel’in yayınladığı ‘Football Leaks’ belgeleri de zaten, birilerinin bu konuya ciddi biçimde kafa yorduğunu gösteriyor. Sızan belgelere göre 2021’de bir Avrupa Süper Ligi kurulması planlanıyor. City, Liverpool, Barcelona, Real, Bayern gibi 11 kurucunun küme düşmeyeceği, kalan 5 pozisyon için ikinci halka kulüplerin yarışacağı bir süper lig. Şampiyonlar Ligi halen SuperBowl’un da önünde, dünyanın en fazla izlenen spor organizasyonu. Ancak sızan belgelere göre Avrupa’nın galaktik kulüpleri birbirleriyle çok az sayıda oynamalarına imkan veren bu formattan rahatsızlar, İstanbul’a, Borisov’a veya Prag’a gitmektense, birbirleriyle daha fazla karşılaşmayı yeğliyorlar. Sebebi de açık: Daha büyük bir ekonomi yaratmak. Benim tahminimse şu: Avrupa Süper Ligi, günün koşullarında kaçınılmaz son. Yalnız tüm dünyada aşırı sağın çıkışta olduğu şu konjonktürde dev kulüplerin kendi yerel liglerini terk etme ihtimalini pek olası görmüyorum. Bence bir ara çözüm bulunacak: 20 takımlı yerel ligler orta vadede 16’lıya dönecek. Şampiyonlar Ligi de (aynen EuroLeague gibi) 16’lı lig formatına geçecek. Ve önümüzdeki birkaç yıl içinde dünya spor tarihinin en büyük organizasyonu, rekor ekonomik koşullarıyla start alacak: Süper Şampiyonlar Ligi...
Haftanın Sayısı
Kelimenin tam anlamıyla âşıktı Valbuena’ya! Fenerbahçe’nin sorununun “vazgeçmek” olduğunu söylüyor, o yüzden isyankâr oyuncu bulmaları gerektiğinin altını çiziyordu. Ve ona göre Valbuena, yenilgiyi kabullenmeyen, takım düştüğünde düşmeyen özel bir oyuncuydu. O yüzden de sezon planlamasında ilk sırayı Valbuena transferine vermişti.
İki buçuk yıl sonra bugün, Aykut Hoca’nın bir açıdan haklı olduğunu söyleyebiliriz sanırım! Çünkü şu iki buçuk sene içinde Kocaman ondan vazgeçti, Cocu vazgeçti, Fenerbahçe vazgeçti ama Valbuena vazgeçmedi. Futbolu hâlâ 13 yaşında bir mahalle çocuğu gibi seviyor. Şu son 10 günde Koeman’ın, Koç’un, camiasının ruh halini değiştirdi tek başına. Eğri oturup doğru konuşalım; Fenerbahçe’deki değişimin altındaki 1 numaralı unsur, Valbuena’nın futbol sevgisi...
Büyük planda Valbuena’nın hakkını verdikten sonra Koeman’ın dünkü Isla tercihinin de altını çizmek gerek. Reyes tutkunu Cocu’dan farklı düşündüğünü bir kez daha gösterdi Koeman... Isla’nın Udinese ve Marsilya kariyerinde ön libero oynadığı tam 67 maç görünüyor. Isla’nın ön libero oynadığı rakipler arasında Klopp’un Dortmund’u, Modric’li Tottenham, Vidal-Pirlo’lu Juventus, Rabiot-Matuidi’li PSG var! Yani Cocu, Isla’nın kariyerini biraz incelemiş olsa, herhalde Başakşehirli Mahmut veya Kayserili Rotman’ın karşısına ön liberoda Reyes’le çıkmazdı diye düşünüyorum ben.
Alanya cephesine gelince... Mustafa Denizli Galatasaray’la Madrid deplasmanına çıkmadığında da eleştirmiştim. Bugün de aynı hisleri Sergen Yalçın için taşıyorum. İmza atıp aktif göreve başlamamak biraz bencilce geliyor bana, affedin.
MAÇIN ADAMI: ISLA
Galatasaray’ın maça çıkaracağı 11 tahmin ediliyordu ama esas soru işareti Maicon’un orta sahanın mı, yoksa savunmanın mı göbeğinde oynayacağı idi. Terim, Maicon’a 80’lerde oynadığı “süpürücü libero” rolünü verdi. Maicon, “libero Fatih” rolünü başarıyla oynadı.
İki takımın TFF’ye bildirdiği toplam 56 oyuncunun sadece 35’ini stada getirebildikleri garip bir gündü dün. Kalecileri saymazsak, iki takımın da kulübesinde yalnızca 5’er oyuncu vardı. Sahaya çıkanların da karneleri harika değildi doğrusu: Galatasaray, Eylül ortasından beri yaklaşık 2 aydır oynadığı son 9 resmi maçta sadece bir kez (Fenerbahçe’ye) birden fazla gol atabilmişti. Kayseri de ligde tam 7 müsabakada gol bulamamış kısır bir takım. Bu müsabakanın da kontrollü geçeceği, iki takımın da iyi kapanacağı ve ancak bir ekstra koşucu/çalımcı oyuncunun dengeyi bozabileceği aşikardı. İki koşucudan Onyekuru, Bilal’i yendi dün.
Deniz’in sakat, Chery ve Varela’nın formsuz olduğu Kayseri’de tek umut Bilal’in ekstralarıydı. Sol açıkta Bilal, sağ stoper Ozan’la eşleşti; 3-4 kez de geçti genç Ozan’ı. Ama ya bir Muslera çıkışı ya da süpürücü Maicon desteğiyle tükendi Kayseri’nin umutları. Galatasaray’daysa galibiyetin anahtarı sağ kanattaki asimetrik kalabalıklaşmaydı: Sağ kenar Mariano, sağ iç Feghouli, santrfor Henry veya Sinan’ın aynı bölgede yarattıkları kalabalık, pozisyonların anahtarıydı. Bu sezon sadece bir maça birlikte ilk 11’de başlayan, o da sadece 20 dakika süren Belhanda-Feghouli ikilisinden özellikle Feghouli’nin o gamsız görüntüsünden biraz uzaklaştığını da not etmek gerek.
Belhanda bırakmaktan vazgeçmeli
Sadece 8 gün önce, Ali Sami Yen’deki Fenerbahçe derbisinde Belhanda, (taç kararı yanlış verilmiş olsa da) çocuk gibi küsüp pozisyonu bıraktığı için Galatasaray, beraberlik golünü yemişti. Faslı oyuncu o maçtan belli ki gereken dersi çıkarmamış. Kayseri’de de 8’inci dakikada çok benzer bir şekilde lehine faul düdüğü çalınmadığı iddiasıyla oyunu bıraktı. Topu kazanan Lopes’in üretimiyle maçın ilk net pozisyonunu Kayseri yarattı. Belhanda işini ciddiye almalı.
Maçın adamı: Henry Onyekuru