“Herkes takım şeklini korumaya yemin etmiş. Kimse bölgesini bırakmıyor, çalım denemiyor, risk almıyor. Gol olması için sanki bir sihir gerek gibi...”
EN BÜYÜK FARK: VİŞÇA
Dün oynanan Alanyaspor-Medipol Başakşehir karşılaşmasının çok büyük bir bölümü, böyle tipik bir Süper Lig maçıydı işte... Takımları ölümüne organize, yeminli disiplinli Abdullah Avcı ve Sergen Yalçın’a bıraksanız, yapacakları mücadelelerin hepsi çok az golle biter.
O az gol için de genelde bir duran top ya da fark yaratan özel bir adamın varlığı gerekir. Alanya’nın fark yaratan adamı Cisse dün yoktu. Yedeği Bobo da sakatlanınca hücum opsiyonları duran toplara kısıtlandı. Medipol Başakşehir’in fark yaratan adamıysa bildiğiniz gibi. Süper Lig’in en iyi oyuncusu, Başakşehir’in, İstanbul’un 3 büyüğüyle arasındaki en büyük fark Vişça, yine şapkadan tavşanı çıkaran ve puanı getiren sihirli hareketi yaptı 41’de. Bu sezonu Başakşehir şampiyon kapatırsa, Vişça kupanın bir kulbunu alıp evine götürebilir rahatlıkla!
Bu sezon ligde daha 16 hafta tamamlanmış olmasına rağmen tam 9 takım, 2 farkla geride oldukları en az bir maçta oyunu çevirmeyi ve oradan puan çıkarmayı başardılar: Antalya, Beşiktaş, Bursa, Erzurum, Fenerbahçe, Kasımpaşa, Malatya, Rize ve Trabzon...
Süper Lig, tarihinin en enteresan sezonlarından birini yaşıyor gerçekten. Ligin bir başka dikkat çekici tarafı da, son derece sıkı puan tablosu... UEFA ülke puanına göre kıtanın ilk 10 ligi incelendiğinde, 2018- 19’un açık ara en rekabetçi turnuvası Süper Lig. Şu anda Avrupa’nın top 10 liginin liderleriyle yedincileri arasındaki puan farkları, İtalya’da 22, Ukrayna’da 21, İngiltere’de 20, Fransa’da 18, Almanya’da 15, Portekiz’de 14, Belçika’da 12, İspanya’da ve Rusya’da 10’iken, Türkiye’de yalnızca 8...
LİG TARİHİNDE İLK
Süper Lig’in bu yıl sadece üst tarafı sıkı değil, alt taraf da oyundan hiç kopmadı. Lig ikincisi Malatya ile sonuncu Rize arasındaki puan farkı şu anda 16... Avrupa’nın top 10 ülkesi içinde, diple zirvenin puan farkı açısından da en rekabetçi turnuva yine Süper Lig olarak görünüyor. Peki ligin bu sezonki rekor rekabetçiliğini nasıl okumalı? Acaba ligin rekabetçi olmasının sebebi kalitenin düşmesi mi? Malum Süper Lig, 2015- 16 sezonunda 1 milyar 200 milyon Euro toplam değeriyle Avrupa’nın en pahalı altıncı turnuvası konumundayken, 3 yılda neredeyse yarı yarıya değer yitirdi ve 650 milyon Euro düzeyine geriledi. Yine bunun kadar önemli bir başka veri, Süper Lig’in 20 yıl sonra ilk kez bir transfer sezonunu artıda kapaması: 2018 yaz transfer döneminde Süper Lig kulüpleri toplam 290 oyuncu sattılar. Bu satışlardan 79,5 milyon Euro gelir elde ettiler ve bunun 47 milyonunu harcayarak transfer sezonunu toplam 32,5 milyon artıyla kapadılar.
DEVLER GERİLEDİ
Benim şahsi kanaatim, bu rekabetçiliğin toplam kalitenin düşmesiyle doğrudan ilintili olmadığı yönünde. Zira tüm takımlar aynı oranda kalitesizleşmişlerse, puan tablosunda radikal bir değişim yaşanmamalıydı. Anlaşılan o ki klasik büyükler, özellikle de İstanbullu üçlü gerilerken, ligin geri kalanında toparlanma söz konusu. Süper Lig’de ilk yarı performanslarına göre bir kare as yapsak, hemen hepimiz herhalde Visca, Trezeguet ve Diagne’yi podyuma çıkarırız. Ve belki de ligin 60 yıllık tarihinde ilk kez, turnuvanın kaderine direkt etki eden en iyi futbolcular 4 büyüklerin değil, diğer takımların formalarını giyiyorlar. Belki ligdeki aşırı faul sayısı canımızı sıkıyor. Belki VAR incelemeleri çok uzun sürüyor ve oyunu soğutuyor ama çocukluğumda hayalini kurduğum şey, sanırım böyle bir şeydi; herkesin herkesi yenebildiği, sonucunun Aralık’ta kestirilemediği bir lig. Bu enteresan sezon, rekabetçilik açısından gayet mutluluk verici doğrusu.
YİĞİTHAN VE KINGSLEY COMAN
22 yaşındaki Fransız futbolcu Coman’ın peş peşe gelen sakatlıklar sonrası, “Üçüncü kez ameliyat olmak istemiyorum. Belki de futbol bana göre değil” açıklamasını okumuşsunuzdur. Tabii ki bu çok duygusal bir açıklama. Tabii ki Coman dönecek. Ve bence Coman, Dembele’den daha zeki ve daha yetenekli bir futbolcu. Sağlıklı bir Kingsley Coman, Fransız Milli Takımı 11’inde de yer bulacaktır. Coman’ın açıklamasından kısa bir süre sonra Yiğithan’ın şanssız sakatlığı geldi. O da 20 yaşında. 2017’de bir çapraz bağ, 2018 başında bir yırtık derken, 2019’a da menisküs operasyonuyla giriyor genç adam. Hayat bazen genç omuzlara tahmin ettiklerinden daha fazla yük bindiriyor sanırım. Umarım Coman’la Yiğithan bu talihsiz günleri de çabuk atlatırlar ve bu iki
Zira penaltı konusunda FIFA kural kitabıyla IFAB’ın VAR protokolü arasında enteresan bir çelişki söz konusu. FIFA kural kitabına göre;
a) Penaltı vuruşunu yapan takımdan bir oyuncu kural ihlali yaparsa ve top kaleye girerse, penaltı tekrarlanır. Top kaleye girmemişse oyun durur ve rakip lehine endirekt serbest vuruş verilir.
b) Eğer kaleci veya takım arkadaşı bir ihlal yaptığı halde top kaleye girerse gol geçerlidir. Top kaleye girmezse oyun durur, penaltı tekrarlanır.
c) Eğer her iki takımın oyuncularından da karşılıklı ihlaller varsa, top kaleye girsin ya da girmesin, penaltı vuruşu tekrarlanır.
IFAB DİYOR Kİ!
ESASINDA buraya kadar her şey normal. Yani zaten tüm dünyada sıkça gördüğümüz ve alışık olduğumuz uygulama da bu. Fenerbahçe-Kasımpaşa maçının hakemi Yaşar Kemal Uğurlu da, penaltı atılır atılmaz her iki takımdan oyuncuların ceza alanı içine girdiğini görse ve penaltıyı tekrar ettirse herhangi bir sorun yoktu. Ancak durum, hakem Uğurlu’nun monitöre gitmesiyle değişiyor. Çünkü elimizdeki VAR protokolü, bu pozisyonlar için farklı şeyler söylüyor. IFAB’ın VAR protokolünün 5-2 numaralı maddesine göre, diğer futbolcuların ceza sahası ihlalleri yalnızca; ìPenaltı kaçıp top oyunda kalırsa, îCeza sahası ihlali yapan hücum oyuncusu golü atarsa ya da penaltı yaptırırsa,
ïCeza sahası ihlali yapan savunmacı golü engellerse incelenir. Gol atılıp atılmamasını doğrudan etkilemeyen diğer ceza sahası ihlalleri VAR yoluyla incelenemez.
FIFA DİYOR Kİ!
3-4 yıl önceydi. Yakıt almak için Kızıltoprak’taki benzinciye girdim, takım elbiseli bir abi kan-ter içinde yanıma yaklaştı ve “Affedersiniz Uğur Bey” dedi.
“Ben Akhisarspor takımını Saracoğlu Stadı’na götürmeye çalışıyorum ancak yolu bulamıyorum. Muhtemelen siz de stada gidiyorsunuzdur, rica etsek sizi takip edebilir miyiz?”
Dün ilk devredeki Erzurumspor’u izleyince o Akhisar takımı geldi aklıma. Herhalde Erzurumlular Kadıköy’ün yolunu bulamadı ve yoldan çevirdikleri birkaç genç adama formaları giydirip maça çıkardılar dedim içimden(!).
Dünkü maçın ilk yarım saatinde pas sayısı 253’e 33, Fenerbahçe’nin topla oynama oranı yüzde 79’du. İlk 30 dakikada Taylan 2, Sunu 4, Erhan 5 kez buluştular topla. Özdilek, devre arasında yaptığı oyuncu ve anlayış değişikliğiyle takımını maça ortak etti ve 1 puanı çıkardılar Kadıköy’den.
Dünkü ilk 45 dakikayı Fenerbahçe’deki arzu değişimiyle de ilişkilendirebiliriz sanırım: Aziz Yıldırım’ın egosantrik uygulamalarıyla bitirdiği Fenerbahçe tribünleri, oyuna girmek için meğer Yanal’ı bekliyorlarmış. Dün basit paslarda bile oyuncularını öyle coşkuyla alkışladılar ki, Fenerbahçe’de bir özgüven değişimi oldu ilk devrede.
Erzurum takımının ikinci devrede stada gelmesiyle çıplak gerçek ortaya çıktı: Ersun Yanal’ın elinde sihirli değnek yok. Fenerbahçe’nin kalitesi bu kadar. Ama Yanal’ın şu değişimleri yapma niyeti var:
1)Daha az uzun vuran, daha çok kısa pas yapan bir takım.
2)
Dün hem kazananın hak edeceği, hem de kaybedene üzüleceğiniz, bitmesini istemediğiniz o futbol bayramlarından biriydi sahadaki. Her iki hocaya gönülden teşekkürler bir Türk sporsever olarak.
İlk parantezi ligde son 1 ayın en iyisi Ünal Karaman’a açmak lazım sanırım. Malatya karşısında 4-0 mağlupken sahaya sürdüğü Hüseyin’i o iyi 35 dakikasından sonra bir daha kesmedi. Fenerbahçe maçı öncesi bütün gazeteler Esteban’ın oynayacağını zannederken o, formayı hak eden Uğurcan’a verdi. Sahada ve saha dışında ayrıcalık beklentisiyle takımın dengesini bozan Burak sonrası hamleleri hep doğru: Kaptanlığın Sosa’ya, frikiklerin ağırlıkla Yusuf’a, oyun liderliğinin Abdülkadir’e verilmesi... Hepsi bu sezonun hikâyesinin yapı taşları. Kim bilir belki de o sene, bu senedir Trabzonspor için.
Şenol Güneş’in takımı da harika bir 43 dakika oynadı, ama ancak beraberliği kurtarmaya yetti bu süre. İkinci devredeki Gökhan’la Caner’i izleyince, maça böyle başlamadığı için herhalde çok hayıflanmıştır Şenol hoca. Ön liberoda Dorukhan, en uçta Güven’le başlaması ne kadar doğruysa, sağ çizgideki Necip-Quaresma tercihi o kadar yanlıştı deneyimli teknik adamın.
Beşiktaş’ın 2018 bilançosu
Bundan yaklaşık 1 yıl önce; Beşiktaş, Devler Ligi’nde içerideki Porto maçına şu 11’le çıkmış: Fabri, Gökhan, Pepe, Tosic, Adriano, Atiba, Tolgay, Quaresma, Talisca, Babel ve Cenk... Sadece bir yıl sonra bugün bu takımın 5 oyuncusu (Fabri, Pepe, Tosic, Talisca, Cenk), artı bir numaralı yedekleri Negredo yok; iki futbolcusu da her an ayrılabilir (Tolgay’la Babel)... Yani sadece 1 yıl önce sahaya çıkan Beşiktaş’ın as 12 oyuncusundan bugün kullanılabilen sadece 4’ü kalmış. Deyim yerindeyse Beşiktaş’ın içi 365 günde boşaltılmış. Bu 1 yılda kulüp 36,5 milyon Euro bonservis geliri elde etmiş. Toplam bonservis harcaması ise 4,3 milyon Euro (Lens+Umut).
‘Güven Kahveci’ geliyor!
GÜVEN’i Rize karşısında 10 dakika sahada kaldığı ilk gününde dahi Nihat’a benzetmiştim. Sahadaki duruşu, doğru yerlere koşuları, kırk yıllık Süper Lig topçusuymuşçasına tavırları. Dün bir büyük maçta büyük oynayarak gerçekten de Nihat’ın yolundan gidebileceğini bir kez daha hissettirdi genç adam. Güven’in önü açık.
Örneğin Platini’nin başkan olmasında “Şampiyonlar Ligi’nde daha fazla şampiyon” mottosu rol oynamıştı. Fransız futbol adamı, Devler Ligi ön elemelerini “şampiyonlar yolu” ve “lig yolu” olarak ayırarak kulüpler düzeyindeki en büyük turnuvada daha fazla ülkenin temsil edilmesinin yolunu açmıştı. Platini öncesi Devler Ligi gruplarında Kızılyıldız, V.Plzen, Helsingborg ya da Bate gibi kulüpleri çok sık görmüyorduk zira. Yalnız Şampiyonlar Ligi’ndeki bu format değişikliğinin bedelini biz (ve bizim gibi 10-15’inci sıralardaki ikinci halka ülkeler) ödedik. Çünkü lig ikincimiz, Şampiyonlar Ligi play-off turunda uzunca bir süre İngiltere-İspanya-Almanya dördüncüsü, İtalya üçüncüsü gibi devlerle eşleşti. Gruplara iki takımla kalmayı unuttuk. UEFA’nın yeni başkanı Ceferin’in yaptığı format değişikliğinden de yine en büyük darbeyi, bizim de içinde bulunduğumuz ikinci halka ülkeler alıyor. Ceferin, 2021’den itibaren kupa sayısını üçe çıkarıyor. Her 3 kupada 32’şer takımlı grup aşaması olacak. Bu sayede şu anda 26 farklı ülkenin temsil garantisi olduğu gruplarda artık en az 34 farklı ülke yer bulacak. Gruplarda 80 olan takım sayısı da 96’ya çıkacak.
Bu gelişmeden tabii ki Avrupa’nın mütevazı ligleri mutlu. Mutlu ülkeler içinde mesela Ceferin’in memleketi Slovenya da var. Avrupa Ligi’nde de artık yalnızca 8 grup olacağı için her üç kupanın takvimi özdeş... Maç günleri de değişmiyor. Üçüncü kupa da (şu anki adıyla UEL2) perşembeleri oynanacak.
Son 16 turu öncesi UCL grup üçüncüleriyle UEL grup ikincileri ve UEL üçüncüleriyle UEL2 ikincileri arasında ekstra bir play-off turu var. Yani artık Avrupa Ligi gruplarında da üçüncülüğün bir karşılığı var. Bu yeni format, her bir ülkeyi ucundan kıyısından etkiliyor. Örneğin bu sezon bu format uygulanıyor olsaydı, İspanya yedincisi Sevilla şu anda Avrupa Ligi’nde değil UEL2’de olacaktı. Burnley, Atalanta, Stuttgart ve Bordeaux da öyle. Ancak bu yeni formattan devler ufak-tefek sıyrıklarla kurtulurken, biz yine bir tık fazla darbeyi alan ülkelerden oluyoruz! Eğer 2021’de UEFA ülkeler sıralamasında hâlâ 10’uncu basamakta olursak, kupa galibimiz Avrupa Ligi’ne girmek için playoff turu oynamak zorunda kalacak. Lig üçüncü ve dördüncümüzün de artık rotası UEL değil, UEL2... Platini ve Ceferin modern zamanın Robin Hood’ları olmaya soyunuyorlar; sanki hakları zenginden alıp fakire verecekmiş gibi yapıyorlar. Ancak sonuç genelde şöyle oluyor: Haklar az fakirden (bizlerden) alınıp, çok fakire veriliyor maalesef!
HAFTANIN OYUNCUSU
Dinamo Zagreb, üçüncü torbadan girdiği Avrupa Ligi grubunu lider tamamlarken bir oyuncusu, hikayesinin burada bitmeyeceğini gösterdi. 20 yaşındaki İspanyol orta saha Dani Olmo, Barcelona’dan Zagreb’e sadece 200 bin Euro’ya gelmiş. Bence kariyeri Benzia’dan 5 kat iyi olacak.
HAFTANIN RAKAMI
Başakşehir, hak ederek kazandığı A.Gücü maçında da rakibinden daha fazla faul yaptı (14’e 10). Son 11 haftada 8’inci kez rakibinden daha fazla faul yapmış oldu lider. Ön tarafta yapılan küçük fauller, Avrupa’da artık birçok büyük takımın da ana savunma stratejisi olmuş durumda.
10'UNCULUĞUMUZ TEHDİT ALTINDA
Yani Michael Frey’le sezon başında yapılan 4 yıllık kontratın toplam maliyetiyle, bu takımın tamamını satın alabilirdiniz. Normal sezonu bitmek üzere olan Slovak Ligi’nde sekizinci sıradalar. Slovak Ligi’nin toplam değeri de 60 milyon Euro civarında zaten. Yani Fenerbahçe’nin altında. Eğer Trnava ligde kalan son 4 maçta performansını artıramazsa, kümede kalmak için oynanacak play-out’a doğru yol alıyor.
Dün böyle bir takıma karşı son derece isteksiz bir performans gösterdi Fenerbahçe. Bakınız, kötü oynayabilirsiniz. Fiziksel, taktiksel ya da teknik olarak yetersiz kalabilirsiniz, o ayrı bir mesele. Ama isteksizliğe anlam veremiyorum ben. Bu bir prestij maçıydı diyenlere de üç ayrı itirazım var:
1-) Prestij maçı dediğiniz müsabakanın ödülü yaklaşık 670 bin Euro (570 bin Euro taban ödüle, beraberliklerden artan para da ekleniyor zira).
2-) Fenerbahçe’nin UEFA kulüp puanına 2 daha eklemesi, eğer kalabilirse seneye Avrupa Ligi’nde ikinci değil birinci torbada yer alması anlamına gelebilir.
3-) Bu, yine de kulüp için bir prestij maçı diyorsanız, “bireyler için değil” derim ben de. Bu sporcuların bireysel hedefleri yok mu? Hiç olmazsa gelecek antrenöre kendilerini ispat etmek istemezler mi? Bu isteksizlik gerçekten can sıkıcı.
Kulüp puanı da kritik
Bu sütunda ülke puanı konusunu sık sık okuyorsunuz, peş peşe kötü sonuçlarla 10’unculuktaki yerimizi de tehlikeye atıyoruz yavaş yavaş. Hollanda’nın tek temsilcisi kaldı ama önceki gece 90 dakika izlediğim Ajax harika gidiyor. İki Avusturyalı Salzburg ve Rapid de istim üstündeler. Ama ülke puanı kadar önemli bir başka konu da, kulüplerimizin seri başı olup olmamasını, ya da grup kuralarındaki torbalarını belirleyen kulüp puanı. Fenerbahçe 50’nci sıralarda girdiği sezonu (2014-15’in hükmünün bitmesi sebebiyle) 40’larda bitirecek. Dünkü galibiyet de çok değerli 2 puandı. Ama futbolcular bunun bile farkında değiller belli ki.
Kubilay etkileyiciydi
GEÇENLERDE tesadüfen denk geldiğim bir Ajax U10 takımı videosu izliyorum. Yetenekli bir nesil... Peş peşe güzel goller atıyorlar. Belli ki yeni De Jong’lar, De Ligt’ler yolda. Ama söz konusu videoda röveşatalardan, volelerden daha fazla dikkatimi çeken şey, gol sevinçleri oluyor: Golü atan boş tribünlere koşuyor! Arkadaşının büyük emeğiyle getirdiği topu boş kaleye dürtmüş olsa bile fark etmiyor, koşuyor koşuyor, havada dönüyor, formasının (henüz isim yazmayan) arkasını gösteriyor. Ronaldo’nun bencil sevinçleri yaygın. Sevinçlerde kolektif herhangi bir görüntü yok. Herkes tek. Herkes küçük birer Maradona...
Önce şaşırıyorum. Sonra şaşırdığıma şaşırıyorum! Yeni dünya düzeni bu. Bu Y ve Z jenerasyonu, daha benmerkezcil. İyi bir makinenin sağlam bir dişlisi değil, hepsi ayrı birer makine olmayı seçiyorlar. O yüzden de, iyi günlerinde tek başına maç kazandırabiliyorken, kötü günlerinde olağanüstü düşebiliyorlar. Bir önceki neslin yıldızları, Iniesta, Ronaldo, Pirlo ya da Modric, hemen her maçta 10 üstünden en az 6’lık-7’lik performans gösterirlerdi. Ama bu neslin yüz milyonluk adamla
rına bakın: Pogba, Dembele, Sterling, Lukaku, Hazard ya da Dybala... Maçtan maça katkıları öyle çok değişebiliyor, performans sapmaları öyle yüksek olabiliyor ki, teknik adamlar için 11 yapma işi bir iskambil oyununa dönüşüyor. Arsenal menajeri Emery, 16 hafta tamamlanmış olmasına rağmen devre aralarında 14 oyuncu değişikliği yaptı. Oysa Wenger, döneminde bir sezondaki maksimum devre arası değişikliği sayısı 9! Yaşı tutanlar hatırlarlar, Beşiktaş’ın efsanevi koçu Milne, birçok maçı hiç oyuncu değiştirmeden tamamlardı. Sebebi basit: Bu yeni dünya düzeninde, hafta içi idmanlarına bakarak, bilimsellikten faydalanarak, kafa patlatarak ürettiğiniz planlar, santra yapıldığında çöpe dönüşebiliyor. O gün kimin keyfi yoksa devrede çıkarıyor, keyfi yerinde olanı bulmaya çalışıyorsunuz! Maalesef yeni dünya düzeni bu. Sanırım 2020’ler kulübelerin çağı olacak. Belki de artık bitiren 11’ler, başlayan 11’lerden daha değerli bu çağda.
SELÇUK VE GOMIS
G.SARAY, kulüp tarihinin en şanslı Devler Ligi kurasını çektiği sezonda, yoluna Avrupa Ligi’nde devam edebiliyor. Son 11 maçta 1 galibiyet! Elbette bunda sakat ve cezaların önemli payı var. Ama büyük resme baktığımda geçen sezonla bu sezon arasındaki en büyük fark bence Gomis... Gomis olsaydı, G.Saray bu grupta 2. olur, Başakşehir deplasmanına da zirve yarışı içinde giderdi. Gomis, zorla gönderilirken, birtakım medya kullanılarak Fransıza hakkında ‘paracı’ algısı oluşturuldu. Hatta sezon içinde başlandı bu operasyona. Fransız santrforun tek suçu, G. Saray’ı şampiyon yapmasıydı. Tamam, Gomis maaş artışı
istiyordu. Orta yol bulunabilirdi. Başka artış talebiyle gelen oyuncu olursa da ona, “Sen de 30 gol at, sözleşmeni de yenileyelim” denirdi. Bundan 4 yıl önce, Selçuk ve Burak’a yapıldığı gibi... 2014 yazında, kontratının bitmesine 2 yıl olmasına rağmen Selçuk’un kontratı 2019 sonuna kadar uzatıldı. Bugünkü maaşı, 2 milyon 950 bin+maç başı 25 bin Euro. Şu sıralar kontratı bitmekte olan Selçuk’un 1.5 milyon Euro’luk yeni sözleşme talebini “Selçuk fedakârlık yaptı” haberleriyle okuyoruz medyada. Oysa onlara göre sahada canını dişine takan Gomis fedakârlık yapmıyordu. O haindi(!)
HAFTANIN GÖRÜŞÜ
ÇAĞLAR Söyüncü, son haftalarda gösterdi ki, yakın gelecekte çok yönlü bir stoper olabilecek. Leicester’da Harry Maguire’ın partneri olmaya, ya da en azından İngiliz milli oyuncuya olan bağımlılığı azaltmaya hazır. Çağlar’ı daha dikkatli izlemenizi öneririm (Paul Doyle/The Guardian).