Paylaş
Dün, eğer ileride çok değişmezse bir perde kapandı; birkaç gün önce Avrupa’da, sonra da dün Japonya’da 10 yıllık tahvil faizleri negatif getiriden sıfırın üzerine çıktı. Bunlar, Donald Trump’ın ABD’de başkan seçilmesi sonrasındaki ‘yeni dünyanın’ finansal sarsıntılarından sadece biri. ABD’nin yeni bir ekonomi politikası ile Avrupa’da da sağ popülist partilerin yükseliş potansiyeli ile finansal çalkantılara kapı açılması korkusunu içeriyor.
İlk kez şubat ayında Japonya’da ve Avrupa’nın neredeyse tamamında devlet tahvili faizleri negatif getiriye gelmişti. Sonra, Brexit’in de etkisiyle temmuz ayında da 10 yıllık tahvil getirileri negatife dönmüştü.
Şubat sonrasında bizim gibi gelişen ekonomilere yeniden bir sermaye girişi akıtan da, döviz kuru yükselişine 6 ay mola verdiren de, bu yükseliş durdu diye Merkez Bankası’na 2.5 puanlık tavan faiz indirimi kulvarı açan da; bu, negatif faiz kırılışı idi.
Hatta bu kırılış öyle ki; Belçika, Fransa ve İspanya gibi, finansal sisteminde zorluklar yaşayan İtalya, 50 yıllık tahvil ihraç edip, ‘peynir-ekmek’ gibi sattı. Çünkü daha fazla negatif faiz yatırımcıları, getirileri hala pozitif olan daha uzun vadeli tahvillere itiyordu.
Avrupa Merkez Bankası’nın tahvil alımlarını durdurabileceği konuşulurken, Trump’ın seçimi kazanması da eklenince işte bu tablo yerle bir oldu.
Trump, 20 Ocak’ta görevi devraldığında; belki de ekonomi politikasında, beklenenden daha ‘yumuşak’ bir geçişi tercih edebilir. Ancak, ekonomi politikasının somut biçimde hatları ortaya çıkana kadar bu belirsizlik sürecek. Ancak daha altyapı harcamalarına, daha vergi indirimine eğilimli olacağı da açık. Bu da enflasyonda daha ivmelenme ve daha şahin FED politikası demek. İşte ABD’deki faizleri 10 yıllıkta 50 baz puan yukarı iten bu.
Öyle ki, işte o 50 yıllık İtalyan tahvilini ekim başında satın alanlar çok geçmeden yüzde 15’i geçen zararla karşılaştı bugünlerde.
Küresel ekonominin yüzde 20’sini üreten ve yoğun ticaret ilişkisi ile diğer gelişmiş ülkeleri de etkileyen bir ülkede taşları yerinden oynattı Trump.
İşte biz de, gelişen ülkeler içindeki ‘kırılgan beşli’ etiketimize geri döndük. Devamının geleceği de şimdiden belli.
İKİ ETKİ: KUR VE FAİZ
İlki döviz kuru artışı. Moody’s notumuzu düşürdüğünden bu yana döviz kuru artışı yüzde 10’u geçti. Bunun iki yan etkisi var; biri döviz borçlusu şirket ve bireylerin, bu borçları geri ödemede bulmaları gereken ilave TL miktarı yüzde 10 arttı demek, diğeri de en başta üretime ama nihai olarak da hane halkına yansıyacak maliyet ya da enflasyon etkisi.
Merkez Bankası’nın geçmiş yıllardaki eğilimlere göre hesapladığı genel eğilim; her 100 birimlik kur artışının 15’i fiyatlara yansıdığı biçiminde idi. Bu durumda, sadece son birkaç aylık kur hareketinin enflasyona 1.5 puanlık bir ilave yükü olacak. Bununla, 2017 için Merkez Bankası’nın ekim sonundaki yüzde 6.5’lik 2017 enflasyon tahminini baz alsak, bu şimdiden yüzde 8’e çıkacak demektir.
İşte sadece bu etki, Merkez Bankası’nın faiz indirme bir tarafa, yukarı çekmesi için sağlam bir neden. Nitekim piyasa bunu Merkez’i beklemeden çoktan yaptı; 2 yıllık tahvillerin faizine yansıtıp, yüzde 10’luk bir oranın üzerine taşıdı. Ayıca Hazine’nin hafta başındaki 10 yıllık tahvil ihalesine gelen teklif/satış oranının da yılın en düşük seviyesinde (1.3) olduğu, faizinin de arttığı görüldü.
Oysa tüm dünyada kaygılı bir tablo yaratan bu olan bitenin, Ankara’da ‘gerçeküstü’ çabalarla karşılandığı görülüyor. Siyasetçiler ve BDDK yönetiminin işgüzarlıkla, hem küresel gelişmeleri ve bu kur artışını görmezden gelerek mevduat faizini nasıl indiririz diyerek, yüksek faizli mevduatları izleme ‘çalışması’ yaptıklarına dair haberler vardı önceki gün.
2013 Mayıs’ı sonrası ‘Taper tantrum’ idi. Yani FED’in tahvil alımını kısma sinyalinin verilmesiyle yaşanan piyasa sarsıntısıydı. Önlem almak yerine ‘yel değirmenleri’ ile kavgaya dönmüştü. Sonunda, 5 puanlık faiz artışına patladı. Şimdi ‘Trump tantrum’ denilen ‘nöbet’ geçiriyor dünya. Umarız içeride ‘faizci avına’ dönüştürüp aynı yoldan geçmeyiz.
Paylaş