Paylaş
Kabaca 17 milyar dolarlık reeskont kredilerinin mart-mayıs arası 3 ayda vadesi gelecek olan bölümü, toplam 4.5 milyar dolar. Şubattaki dönüş miktarı ise 1.2 milyar dolar idi. Kalan 10 günde 500 milyon olsa; avantaj sağlananın tamamı 5 milyar dolar demek. Yani Merkez Bankası, bu borcun yükümlüsü şirketlere ‘kur kıyağı’ yapmış oluyor.
Bankanın dayanağı, 23 Ocak günü yayımlanan 683 sayılı KHK. Orada bahsi geçen, kuruluşların kapsamında olmamasına karşın, banka kendisini ‘KİT yerine koyarak’, vazife edinmiş.
Peki banka ne yapmış oluyor? Anlatalım.
Reeskont kredisi ile özünde; ihracatçı ya da döviz kazandırıcı sayılan sektörlerdeki şirketlerin döviz cinsinden düzenlediği senetler, bankalar aracılığı ile Merkez Bankası’na ‘kırdırılıyor’; yani iskonto edilerek kredi yaratılıyor. İşlem şöyle yapılıyor; şirketçe düzenlenen döviz cinsi senedi, o günkü kurdan TL karşılığını ödeyerek, belli bir faizle (yılbaşı öncesi yüzde 9) reeskonta kabul eden Merkez Bankası, nihai olarak şirkete, vadesinde döviz ödemek kaydı ile TL kredi veriyor. O gün Merkez Bankası’ndan TL alan şirket, en geç 8 ay sonra, iskonto ettirdiği senette yazan döviz miktarını bankalar kanalıyla Merkez Bankası’na ödüyor.
Normal zamanlarda banka, döviz kazandıran kesimlere TL kredi desteği sağlamış, nihayetinde de döviz rezervlerini güçlendirmiş oluyordu.
Şimdi Merkez Bankası diyor ki; “isterseniz vadesinde TL ile geri ödeme yapabilirsiniz; hatta bunu da yılbaşındaki kur seviyesinden, dolarsa 3.53’lük kurdan yapabilirsiniz” diyor.
Bunun sonuçlarına bakalım;
Birincisi, TL geri ödemeyi kabul etmesi anlaşılabilir ama ilave olarak dolarda 3.53’lük düşük kur üzerinden kabul etmesi ile Merkez Bankası, belli bir kesime kâr transferi yapacak. O kesim de dövizle kazanan bir kesim. Ayrıca, o kesimin de sadece bir bölümüne; Mayıs ayına kadar kredi vadesi gelenlere.
İkincisi, para basan bir kurumun bir kesime bu biçimde kâr transferi yapması sakıncalı. Eğer hükümet bu kesime bir teşvik ya da kâr transferi sağlayacaksa bütçeden yapılmalıydı. Şimdi, Merkez Bankası’nın kârından Hazine’ye temettü, Maliye’ye de kurumlar vergisi olarak gidebilecek bir tutar ki kabaca 10 kuruş dersek 500 milyon TL; belli bir kesimin cebine aktarılıyor. Diğer kesimler de ‘bize de bize de’ diyerek Merkez Bankası’nın kapısında sıraya girecektir.
Üçüncüsü, döviz getirme yükümlülüğünün TL olarak ve düşük kurdan geri ödenebilmesine olanak sağlanması; döviz piyasası açısından bakıldığında kendisine kredi borcu olan şirketlere 3.53’ten ‘örtülü döviz satışı’ demek. Kimi analistler gibi ‘ah ne güzel, 5 milyar dolar daha az talep olacak, kur rahatlar’ demek yerine ‘bu firmalar zaten döviz kazanıyordu, ne oldu bu dövizlere’ demek gerekmiyor mu?
Banka aslında şunu ilan etmiş oluyor; “ihracat ya da döviz kazandırıcı şirketlere kredi kullandırdım, çoğu bana vadesinde getirecekleri dövizleri ödeyemeyecek görünüyor”. Yani bu, döviz kazandığı için bu krediye talip olan şirketlerin, geri ödeme sorunu var demek. Ya da zaten çoktan o dövizleri başka kanaldan satıp TL’ye çevirmişler de, ‘açığı’ finanse ediyor demek.
Dördüncüsü, son bir yıldır döviz piyasasına ihale ile bile döviz satmayan Merkez Bankası, mayıs sonuna kadar toplam 5 milyar dolarlık döviz alacağından vazgeçip, TL’ye razı oluyor. TL geri ödeme ağırlık kazanırsa ki düşük kurla yüksek olasılık; bankanın döviz rezervlerinde düşüş olur.
Tüm bu noktalarda tehlikeli olan; Merkez Bankası’nın belli bir kesime kazanç transferi anlamına gelen ve normalde politikacıların bütçeden yapması gereken bu adımıyla, para politikasının bir teşvik mekanizmasına dönüştürülmesinin kapısı açılıyor. Merkez Bankası para basarak çeşitli kesimlerin zararını kapayan bir kurum değildir.
Paylaş