Uğur Gürses

Sarı alarm

15 Eylül 2017
51 gün sonra yaptığı toplantıda faizleri değiştirmeyen Merkez Bankası, ilk defa, artık enflasyonu ve fiyatlama davranışını ciddiye alır biçimde ‘çekirdek enflasyon göstergelerine’ atıfta bulunuyor. ‘Sarı alarm’ verdiği bu gelişmeye karşı ise hâlâ yeterince sıkı olmayan politikaya devam sinyali veriyor.

MERKEZ Bankası, 51 günlük uzun bir aradan sonra dün yaptığı toplantıda, faizleri değiştirmeme kararı verdi.

Bu kararı açıklarken de, önceki toplantıda daha zayıf biçimde söylediği iktisadi toparlanmanın, şimdi “güç kazandığına” vurgu yapıyor. Buna bağladığı yeni cümle de, “enflasyonun bulunduğu yüksek seviyeler ve çekirdek enflasyon göstergelerine ilişkin gelişmeler fiyatlama davranışlarına dair risk oluşturmaktadır” biçiminde.

İlk defa, artık enflasyonu ve fiyatlama davranışını ciddiye alır biçimde “çekirdek enflasyon göstergelerine” atıf var.

Bunun dışında yeni bir şey söylemiyor; “sarı alarm” verdiği gelişmeye karşı “sıkı” olarak tanımladığı ama hala yeterince sıkı olmayan politikaya devam sinyali veriyor.

Yazının Devamını Oku

Yüksek faizle yüksek büyüme

13 Eylül 2017
PAZARTESİ günü TÜİK açıkladı; Türkiye ikinci çeyrekte, aynen birinci çeyrekteki gibi yüzde 5’lik bir büyümeyi yakalamış.

İlk aklıma gelen şuydu; mart ortasından itibaren Kredi Garanti Fonu’na eklenen devasa Hazine kefaleti ile ikinci çeyrekte TL kredileri yüzde 10’a yakın, kabaca 100 milyar büyümüştü bunun hiç mi etkisi olmamıştı? Eğer ilk çeyrekteki büyümeye eşit oranda büyümüşsek kredi etkisi nerede? Bir anlamda; “kedi buysa ciğer nerede”? Büyüme buysa; ikinci çeyrekte yüzde 10 artan krediler neye yaradı?

İkinci soru da şuydu; malum ocak ayı ortasında Merkez Bankası faizleri yükseltmişti. Madem yüksek faiz büyümeye engel, nasıl oldu da bu kadar yüksek faize karşın hem birinci çeyrekte, hem de ikinci çeyrekte yüzde 5 büyüme sağlanabildi? Hatta öyle ki Merkez Bankası’nın son 5 yılın en yüksek faizini uyguladığı, bankalara parayı akşam saatlerinde verdiği bir dönemde, önceki yılın aynı çeyreğine göre 3 puan daha yüksek faiz uyguladığı ikinci çeyrekte yüzde 5’lik bir büyüme sağlanabiliyormuş demek ki.

TÜİK verileri diyor ki; ekonomide sanayi ihracata çalıştı, ticaret ve konaklama ile lojistikten oluşan hizmetler toplamı da sanayi kadar katkı yaptı. Biraz da inşaata dayalı yatırımlar bu oranda büyüme yarattı.

Yatırımlar deyince; milli gelir içinde yeni hesap yöntemi ile artık yüzde 30’luk bir payı olan toplam yatırımların yarısından biraz fazlası inşaat biçimindeki yatırımlardan oluşuyor. İşte bu kalemdeki büyüme 2017’nin ilk ikinci çeyreğinde yüzde 25 olmuş. Öte yandan toplam yatırımların yüzde 37’sini oluşturan makine ve teçhizat yatırımları yüzde 9’a yakın gerilemiş. Sonuçta, inşaatın ağırlığı yüzünden, toplam yatırımlar yüzde 9 büyümüş oluyor. Bunun içinde olasılıkla kamunun altyapı projeleri de var. Ancak artık kamu-özel payları açıklanmadığı için bilmiyoruz. Basit bir bina inşaatı ile “yatırımları” artırdığınızda sadece o binanın inşaatı ve o inşaata sarf edilen girdi ve malzemenin üretimi nedeniyle gelir ve işgücü talebi yaratılırken, fabrika yaparak içine makine ve teçhizat koyduğunuzda ilkinden farklı olarak, bundan sonrası için de gelir ve işgücü talebi yaratmış oluyorsunuz. TÜİK verilerinden görülen şu; son iki çeyrektir inşaat büyümesi ortalama yüzde 20 artarken, makine ve teçhizat yatırımları kabaca ortalama yüzde 10 küçülüyor. Bu küçülme de, TÜİK’in güncellediği 2010 sonrasının en yüksek küçülmesi demek. Özeti şu; inşaat büyümesi var ama kaynağını bilmiyoruz; asıl istihdamı sürekli kılacak olan makine ve teçhizat yatırımları tarihsel olarak en şiddetli küçülmesini yaşıyor. Bunun nedenini de tahmin etmek güç değil; Türkiye’nin hukukun üstünlüğünden uzaklaşıyor olması, Batılı paydaşlarıyla kavgalı duruma gelmesi.

2017’nin ilk iki çeyreğindeki ortalama yüzde 20’lik bir inşaat büyümesine karşın; bir başka veride, takvim etkilerinden arındırılmış inşaat istihdamı düşüş gösteriyor. TÜİK’in bir hafta önce açıkladığı verilere göre; bina inşaatındaki istihdam ilk iki çeyrekte ortalama yüzde 16.8 küçülürken, bina dışı inşaatlardaki istihdam yüzde 2 artmış. Bu verilerden bakınca yüzde 20’lik büyüme soru işareti yaratıyor.

Büyüme verilerinde kayda değer başka bir gelişme de, 2015 ve 2016 verilerindeki güncellemeler oldu. Özellikle 2016 verilerinde daha yüksek bir güncelleme söz konusu olmuş. 2016’nın 3. ve 4. çeyrekleri ile 2017’nin ilk çeyreğini içine alan son 3 çeyreklik dönemdeki toplam güncellemenin etkisi, önceki aynı döneme göre hiç de “minimal” olmayan, yarım puanlık bir milli gelir artışı sağlıyor. Güncellemelerin kaynağı da, yarım puanlık hane halkı tüketimi, 2 puanlık kamu tüketimine dayanıyor.

Yazının Devamını Oku

Zarrab'ın altın operasyonları iddianamede

8 Eylül 2017
MALUM önceki gün açıklandı ki; ABD’deki savcılık ofisi, eski Ekonomi Bakanı zafer Çağlayan ve Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan hakkında dava açtı.

Suçlama, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının ve mali blokajın ihlali için komplo ve işbirliği yapmak.

Suçlamanın en temel noktası şu; “Amerikan finans sistemini kullanarak, İran hükümeti ve başka İran kurumları adına, yüz milyonlarca dolarlık yaptırımlarla yasaklanmış işlemi planlamak ve bu amaçla işbirliği yapmak”.

“Dünyanın bir ucundaki bir ülke, diğer ucundaki başka bir ülkeye yaptırım ve blokaj kararı alıyorsa üçüncü bir ülkeyi ya da kurumları bağlayacak nasıl bir hukuk olabilir ki?” diye sorulabilir. Bu sorunun yanıtı, eğer yasağı koyan ülkenin mali sisteminden geçerek bu işler yapılıyorsa o ülke için suç tanımına giriyor. “Radara da yakalanıldığında”, Zarrab davasına ek bir “fasikül” olarak yerleştirildiği görülüyor.

İddianamenin birçok yerinde ABD mali sistemi ve ödeme kanalı üzerinden geçilerek yapılan transferler, altın alımı bağlantılara işaret ediliyor. ABD’nin mali sisteminden geçen transfer ya da işlemler, ABD’nin egemenlik alanına girdiği için bu kanaldaki yaptırım ve blokajları delen her işlem suçlamaya dayanak yapılmış.

Yazının Devamını Oku

Enflasyon çift hanede tutunuyor

6 Eylül 2017
ENFLASYONU sadece gıda fiyat artışına indirgeyerek “bir takım spekülatörlerin oyunu” biçimindeki tiyatroda perde indi.

Çünkü ağustos enflasyon verileri daha belirgin biçimde gösterdi ki enflasyonun sadece gıdadan gelmediği; son 12 yılın en yüksek çekirdek enflasyon oranına, yüzde 10.2’lik çekirdek enflasyona ulaşmamızla tescillendi. Öyle ki hem çift haneli, hem de en son enflasyon hedefi yüzde 8 olan bir yılda görülen çekirdek enflasyon oranı bu.

Çekirdek enflasyonda; enerji, gıda, alkol, tütün ve altın fiyatları dışarıda bırakılarak tüketici fiyatları ölçülüyor. Böylelikle, en başta enerji ve gıda fiyat dalgalanmaları bir tarafa bırakılarak; ekonomideki genel enflasyon ve  ana fiyatlama eğilimi görülmeye çalışılıyor.

Yukarıdaki tanıma göre ölçülen çekirdek enflasyonda (TÜFE içindeki Özel kapsamlı, C serisi), aylıkta son 10 yılın en yüksek ağustos artışı olurken, yıllıkta da yüzde 10.2 ile son 12 yılın en yüksek çekirdek enflasyonuna ulaştık. Çok açık biçimde fiyatlama davranışlarında bozulma var.

Dünkü enflasyon verilerinde bir diğer çarpıcı olan veri de şu; üretici fiyat endekslerinde yeniden yüksek artış eğiliminin belirmesi. Üretici fiyatları içinde, imalat sanayinde kur artışıyla nisanda tavana vuran fiyat artışları sonrasında yumuşamıştı. Temmuz ayında yeniden başlayan yükseliş ağustosta da devam etmiş. Yıllık artış yeniden kur artışı ertesinde ulaştığı tavan olan yüzde 18’e dayandı; yüzde 17.94 ile.

Üretim girdilerinde ara malı fiyat artışı da yeniden nisan ayındaki tüm zamanların rekoru yüzde 22.1’e yaklaştı; yüzde 21.7 ile.

Üretim ve ara malı fiyat artışı yeniden tam gaz yükselirken tüketici fiyatlarının düşük seyretmesi pek mümkün görünmüyor. Zaten çekirdek enflasyondaki rekor da bunun işaretini taşıyor. Kur düşüşüne karşın temmuz ve ağustosta ara malı fiyat artışlarının aylık yüzde 1’in üzerinde seyretmesi “hayra alamet” değil. Üretici bu fiyat artışını perakendeye yansıtacaktır. Geçmişteki tüm kur şokları sonrasında üretici fiyatlarında tavana ulaşan artışların yerini düşmeye bıraktığı görülmüş, yeniden tavana doğru yükseldiği görülmemişti. Şimdi bunun izleri var.

TÜFE içinde, mal ve hizmetlerin gruplandığı alt endekslerin sayısı 134. Bu endekslerde yıllık çift hanede artış gösteren endeks sayısı ağustosta 80’e ulaştı. Oysa geçen yıl ağustosta sayısı çift haneli fiyat artışı gösteren alt endeks sayısı 46 idi. Bu tablo, giderek çift haneli enflasyonun yerleşmeye başladığının göstergesi.

TÜİK’in açıkladığı mal ve hizmet fiyat kalemlerine bakılırsa;  gıda fiyatlarında binde 3.3’lük düşüş olmasına karşın, 113 kalem gıda ürününün 59’unda fiyat artışı gerçekleşmiş. Oysa geçen yılın ağustos ayında 49 kalem üründe artış vardı. Bu tablo da, gıda fiyatlarına fiyat baskının devam edeceği izlenimi veriyor.

Yazının Devamını Oku

Katar üç-beş milyar atmış mıdır?

2 Eylül 2017
BİR süredir şöyle bir “şehir efsanesi” hep soruluyor; “Katar’dan Türkiye’ye para geliyormuş, doğru mu?”.

Türkiye’ye bankacılık kanalından gelen sermaye girişlerde sıra dışı bir akış görünmüyor. Döviz kurunu sakinleştiren de şu; ocak sonundan itibaren gelen 9 milyar dolarlık bir sıcak para girişi. Bunun sahiplerinin de çoğunlukla Batılı fonlar olduğu anlatılıyor. Ancak yine de arka planda başkaları varsa asıl sahiplerini bilmek mümkün değil.

Katar, en yakın politik destekçisi Türkiye’ye portföy yatırımları kanalından “üç-beş milyar dolar atmış mıdır?” bilmiyoruz. Ama işin doğrusu; Katar, bugünlerde varlık içinde yokluk çeken bir ülke durumunda. Dolayısıyla eline geçen nakdi önce kendi söküğünü dikmeye kullanıyor.

Daha geçen Pazartesi, kredi dereceleme kuruluşu Fitch Katar’ın notunu düşürdü; not AA’dan AA-‘ye indirilirken, görünüm de negatif olarak belirlendi. Anlamı, bu gidişle bir basamak daha not indirimi gelebilir demek.

Peki Katar’a ne oldu?

Malum 5 Haziran günü başta Suudi Arabistan, Mısır ve diğer Körfez ülkeleri, Katar’ı terör destekçisi olmakla suçlayıp diplomatik ilişkileri keserek, ültimatom verdiler. Diplomatik krizle, kara, hava ve denizden ambargo, izolasyon başladı. Bunun ekonomik etkilerinin hemen hissedildiği görülüyor.

Asıl hikaye; petrol fiyatlarının 2014 ortasından itibaren varil başına 100 doların altına düşmesiyle, tüm petrol ve gaz ihraç eden ülkelerin bütçelerinin sarsılmasında. Katar da bu ülkelerin içinde. Buna bir de diplomatik kriz eklenince düşüş daha sert oldu.

Diplomatik kriz öncesinde, 2014’ü izleyen yıllarda petrol ve gaz fiyatlarının yarı yarıya düşmesiyle; 2014’te 206 milyar dolarlık bir ekonomi olan Katar’ın dengeleri sarsılmaya başladı. IMF, 2016 için Katar’ın milli gelirini 156 milyar dolar olarak hesaplıyor. Katar, Fitch’e göre küresel sıvılaştırılmış doğal gaz pazarındaki arzın yüzde 30’unu sağlıyor.

Ölçü olarak petrol fiyatını alalım; 100 doların üzerinde iken 2013’te bütçe dengesinde milli gelirinin yüzde 19.3’ü kadar, yani 38 milyar dolar bütçe fazlası veren Katar, 2016’da 50 doların altındaki fiyatlar seviyesinde milli gelirinin yüzde 10’una yakın bir bütçe açığı verir hale geldi. Bu da kabaca 15 milyar dolar demek. Böylece, kabaca 50 milyar dolarlık bir mali kayıplı savrulma olmuş.

Yazının Devamını Oku

Milli gelirde 2023 çıtası nasıl değişti?

30 Ağustos 2017
BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Twitter mesajının, en yakınındakileri “trollediği” apaçık ortaya çıkıyor. Satın alma gücü paritesine göre verdiği milli gelir sayılarıyla, “2023 hedeflerine ulaştık” sonucu çıkaranlara, hatta bunu ilan edenlere Başbakan Yıldırım da katılmış.

Başbakan Yıldırım, Vietnam dönüşü uçakta gazetecilere şöyle bir açıklama yapmış: “IMF raporuna göre Avrupa’da 5. ekonomi oldu. Satın alma gücüne göre İspanya’yı da geride bıraktık. Akdeniz’de üçüncü ülke, Ortadoğu’da birince ülke. GSMH 2 trilyon doların üzerine çıktı. 2023 için dört hedefimizden biri buydu, milli gelirde 25 bini yakaladık. Bu da ikinci hedefti. Şimdi ihracattaki 500 milyar hedefimiz ve ilk 10 ülke arasına girme hedefimiz var. 6 senemiz daha var. Gayret edip iki hedefi de gerçekleştireceğiz.”

Şaka değil; Başbakan “hedefleri tutturduk” diyor. Söyleyeli üzerinden birkaç gün geçti; henüz düzeltilmedi de. Oysa gerçekte, konulan hedefle gerçekleşen aynı şey değil. Ayrıca, 2022’de bile yarı yola ancak ulaşmış olacağız. 2016 sonundaki revizyon da olmasaymış, yarıyı bile göremeyecekmişiz.

Hükümet cari milli gelir sayılarında patinaj yapmaya başlayınca revizyonları öne alıveriyor. O da mı yetmedi; bu defa milli geliri cari hesapla ölçmeyi sessizce bırakıp çok daha yüksek ve bilmeyen yurttaşlar için daha göz kamaştırıcı olan satın alma gücü paritesi bazında seslendirmeye başlıyor. Öyle ki şimdi de, kamuoyu hedefin tuttuğuna, çıta değiştirilerek ikna edilmeye çalışıyor.

2 trilyon dolarlık toplam milli gelir de, 25 bin dolarlık kişi başı milli gelir de, 13. sıra da satın alma gücü paritesine göre hesaplamayı içeriyor. Hedeflerin konulduğu ölçü ise cari milli gelirle. O da 2016’da toplamda 857 milyar dolarda. Kişi başı gelir ise 10 bin 743 dolarda. Küresel sıramız da ülke olarak 17’inci, kişi başında 64’üncü sırada.

“Hedefleri tutturduk” denilince, işte bu noktada; “Hayır Sayın Başbakan, sizin 2011’de halka taahhüt ettiğiniz hedef çıtası bu değildi” demek gerekiyor.

2011’de Başbakan Erdoğan’ın ilan ettiği 2023 hedefi; satın alma gücü paritesine göre değil cari milli gelir üzerine konulmuş bir hedefti. Kişi başı 25 bin dolarlık hedef de öyle, ilk 10 ekonomiye girme hedefi de. Halâ bu hedeflerin uzağındayız.

2011’de seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan, 2023 hedeflerini ilan ettiği konuşmasında; göreve geldiklerinde Türkiye’nin milli gelirinin 230 milyar dolar olduğunu, bunu 2008’de 742 milyar dolara, 2010 yılında ise küresel finans krizine rağmen 730 milyar doları ulaştırdıklarını anlatmış, “İnşallah 2014 yılında hedefimiz 1 trilyon dolarlık gayri safi yurt içi hasıla. 2023’te ise Türkiye’nin inşallah milli gelirini 2 trilyon dolar seviyesinde görmek istiyoruz. Hedefimiz bu. Bunun için çalışıyoruz. 82 milyonla kişi başına düşen milli gelirin 25 bin dolar olmasını sağlayacağız” demişti.

Ne yazık ki 2023’teki 2 trilyon dolarlık hedefin yarısına dahi gelemediğimiz gibi, kişi başı milli gelirde de 25 bin doları bırakın, kallavi revizyonlara karşın yeniden 10 bin doların altına düşme olasılığımız var.

Yazının Devamını Oku

Milli gelir trolü

26 Ağustos 2017
GEÇTİĞİMİZ gün Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Twitter’da şöyle bir mesaj paylaştı; “IMF verilerine göre, satın alma gücü paritesi ile Türkiye’de kişi başı milli gelir 25.000 doların üzerinde. Dünyanın 13. büyük ekonomisi...”

İşte bu mesajdan sonra, bakanlardan gazetecilere bir “trollenme” durumu yaşandı. Şimşek’in söylediği veri nisan ayındaki bitmemiş yılın tahmini ve satın alma gücü paritesine (SAGP)göre kişi başı, verdiği sıralama ise yine SAGP cinsinden toplam milli gelirin. Bu da 2015’de neyse, 2016’da da aynı idi. 2017 tahmininde de sıra değişmiyor. İşte bu ‘bükülebilir’ mesajdaki tek kesin veri; Türkiye’nin satın alma gücü paritesine göre (SAGP) toplam milli gelirinin dünya sıralamasında 13. sırada olmasıydı. İşte, cari milli gelir sırası ile karıştırılarak herkesi “sevince boğan” ama 2015’den bu yana değişmeyen basamak bu.

YAPAY SEVİNÇ DALGASI

Bakan Şimşek’in bahsettiği, 25 bin doların üzerindeki kişi başı gelir, sadece IMF’nin 25 bin 776 dolarlık 2017 tahmini; gerçekleşmiş bir veri değil. Ayrıca bunun sırası da 13. değil; 57. sıra. Bunu baz alırsak aynı tahmin seti, cari kişi başı milli gelir 2017’de 10 bin doların altına düşecek diyor; 2016’ya göre 4 sıra düşerek 68’e düşeceğimizi de.

İkinci trollenme noktası da, 2023 hedeflerinde. 2011’de konulan hedef, 2 trilyon dolar cari milli gelirle küresel sıralamada ilk 10’da yer alınması, kişi başı milli gelirin de 25 bin dolar hedeflenmesiyle ilgili. Cari kur ve fiyatlarla hesaplanan milli gelire konulan hedeflerle, satın alma gücü paritesine göre gerçekleşen veriler karıştırılınca, yapay bir sevinç dalgası oluşmuş.

Aynı IMF verilerine göre; Türkiye’nin cari milli geliri 2016 için toplam 857 milyar dolar hesaplanırken, küresel sıralamada 17. ülke olarak kalmışız. Cari olarak bakıldığında, kişi başı milli gelir ise 2016 için 10 bin 742 dolar olarak hesaplanırken, küresel sıralamadaki yerimiz tam olarak 64. basamakta bulunuyor. Satın alma gücü paritesine göre ise toplamda 1 trilyon 988 milyar dolarla 13. sırada; 24 bin 912 dolarla 57. sırada. Cari ve SAGP iki ayrı kategori.

KAFEDEN PAYLAŞMIŞ

İşin asıl ilginç noktasına geliyoruz; Posta gazetesi Ankara Temsilcisi Hakan Çelik’in cnnturk.com.tr sitesindeki yazısından aktardığına göre; Şimşek bu mesajı, Vietnam gezisinde Başbakan Binali Yıldırım ve Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ’la birlikte çıktıkları yürüyüş sırasında verdikleri molada, bir kafeden paylaşmış. Çelik’in aktardıklarından anlıyoruz ki; bu bilgi sevinç yaratmış. Hatta Bakan Akdağ, “Hem sağlığımız için 14 bin adım attık, hem de ekonomiyle ilgili güzel haberler aldık” diyerek memnuniyetini dile getirmiş.

Sorun şurada ki; Türkiye 2015’te de zaten satın alma gücüne göre 13. sırada yer alıyordu. Yeni bir sıçrama, zıplama yok. Yine satın alma gücüne göre kişi başı milli gelirde; 2015 ve 2016’da hatta 2017 tahminlerinde de 57. sırada yer alıyor.

Yazının Devamını Oku

Kadınlar neden evden çıkamıyor?

23 Ağustos 2017
KADINLARIN üzerine “yıkılmış” üç görev var; ev işleri ile çocuk ve yaşlı bakımı. Önce çocuklar büyürken, yetişirken; sonra da ebeveynler yaşlandığında. Böyle olduğu için işgücüne katılımları da çok düşük.

Türkiye’de çalışma çağında 59.8 milyon kişi var; 31 milyon kişi işgücünde. İşgücüne katılmayan 28 milyon kişi var; kabaca 20 milyonu kadın.

Bir işi olup çalışanların üçte biri, ama işgücüne katılamayan 28 milyonun da kabaca dörtte üçü kadın. Bu “dışlanmanın” nedeni kadına yıkılan “evdeki işler”. İşgücüne katılmayan 20 milyon kadının 11 milyonu “ev işleriyle meşgul” olduğu için iş aramak için bile işgücü piyasasına çıkmıyor.

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED) geçen hafta açıkladığı “Kadın İstihdamı, Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardımlar” başlıklı raporda, kadının çalışma hayatına girmesi ve sosyal güvenceye erişimi ele alınmış, öneriler getirilmiş. Raporda, 1 milyon kadının çocuklarının bakımı için, yaklaşık 100 bin kadının da yaşlı bakımı için işgücüne katılmadığına dikkat çekiliyor.

En son işten ayrılma nedenini ailedeki çocuğa ya da yaşlıya bakım olarak belirten kadınların sayısı 2015’de 476 bin olmuş. 558 bin kadın da “eşinin isteği ya da evlenme” üzerine işini bırakmış. Raporda, her yıl yaklaşık 120 bin kadının çocuk ya da yaşlı bakımı nedeniyle mevcut işlerinden ayrıldığı tahmin ediliyor.

TÜİK’in verilerine göre; hanedeki küçük çocukların yüzde 86’sının bakımı annesi tarafından yerine getirilirken, sadece yüzde 2.8’i kreş ya da anaokulundan yararlanıyor.

Rapordaki bulgu şu; Türkiye’de hem kreş ve ana okulu, hem de kurumsal çerçevede yaşlı bakım merkezi sayısı hem çok az, hem de toplam kapasite çok düşük. Bu hizmetler, kamu bütçesinden fon sağlanarak desteklenmeli.

Çalışma yaşamına girmek isteyen çocuklu bir kadının önündeki en büyük engel, ücretsiz ya da çok düşük bir ücretle çocuğunu güvenerek bırakabileceği kreş olmaması, yaşlı bakımı konusunda kurumsal bir sosyal destek olanağı olmaması.

300 bine yakın kadın, kreş ücretlerinin çok pahalı olması, kalitesine güvenememesi ya da yakın olmaması nedeniyle çocuğuna kendisinin baktığını söylüyor. Yaklaşık 900 bin kadının da

Yazının Devamını Oku