Ben kendisiyle önce Art Ankara Fuarı’nda tanıştım. Sonra da kısa süre önce sona eren Bilkent Sanat Festivali’nde sohbet etme fırsatım oldu. Aslında, “Sohbet ettim demek” pek doğru olmaz. Çünkü Alpar, kendisini ve çalışmalarını anlatmayı seven bir sanatçı değil. Röportaj tarzı bir konuşma yapılacaksa, konuşamayacağını çünkü heyecanlandığını söyledi. Çekingen tavrından anladım zaten. Kendisini rahatlatmak için, o tuvalin başında resim yaparken, havadan sudan sohbet ederek ağzından aldım lafları. Çekingen tutumuyla ağzından ilk kelimeler çıkarken, aslında sanat tarzıyla ilgili ilk flaş cümleyi verdiğinin farkında bile değildi: “Kendimle ilgili konuşmayı sevmiyorum. Heyecanlanıyorum nedense. Resimlerimdeki kadınlar gibi. Bakın onlar da konuşmaz. Dikkat edin ağızları hep kapalıdır. Gözleriyle konuşur onlar. Benim gibi. Mutlular mı, hüzünlüler mi, endişeleri var mı, yok mu, gözlerine bakarak anlayabilirsiniz. Kim bilir belki de benim o anki ruh halim yansımıştır yüzlerine...”
Alpar’ın fırçasından çıkan kadınların gülümsemelerinin altında hüznü ve melankoliyi barındıran mağrur, zeki ve sorgulayıcı bakışları fark ederseniz. Kadınlar kimi zaman tek başınadır, kimi zaman da birkaçı birlikte. Çoğunlukla da soyutlanmış peyzaj önünde veya üzerinde kahve fincanı ya da vazonun pek eksik olmadığı sehpa yanında. Sanatçı çalışmalarının renkçi, figüratif ve naif nitelik taşıdığını vurguluyor. Resime ilk başladığı yıllarda peyzaja ağırlık vermiş. Resim yapma serüveninin başında daha gerçekçi iken, zaman içinde edindiği bilgi ve deneyimler sonrası çalışmalarında daha az detaycı bir yol izlemiş. Zamanla figüratif çalışmayı tercih etmiş. Şu an kadın figürlerinin arkasında zaman zaman soyut peyzajlara da yer veriyor. Picasso, Modigliani ve Klimt esin kaynağı olmuş Alpar’ın. Özellikle de Amedeo Modigliani. Figüratif çalışmaları başlarda detaycıyken, daha sonra yüzeysel soyutlamalar ve parçalamalara geçmiş; renkli resimden, renkçi ve soyutlamacı bir renk anlayışına yönelmiş.
Bir dönem galericilik de yapan Alpar, “Bir süre sonra anladım ki, galericilik benim işim değil. Galericilik ayrı, ressamlık ayrı. Galeriyi bundan böyle atölye olarak kullanmaya karar verdim. Çünkü önümde açacağım üç ayrı sergi var. Bunlar için sıkı şekilde çalışmalıyım” diyor.
Resim çalışmalarına Gür Dalkıran’la başlayan Alpar, daha sonra Gürcü ressam David Ugralidze ve Haluk Evitan ile devam etmiş. Eserlerindeki güçlü dokuyu Evitan’dan öğrendiklerine borçlu olduğunu söyleyen Alpar’ın yanından aynılırken çekingen tavrıyla dile getirdiği “Aslında gizemli kadınlar esin kaynağım” sözleri, bir anlamda hayatının da gizemlerle dolu olduğunu ortaya koyuyordu.
Kemal’in, bir diğer ünlü şair Nazım Hikmet’in annesi Celile’ye olan aşkının ardından öylece bakakalışını anlatır o şiir. Rivayet odur ki, o zaman genç Bahriyeli olan Nazım Hikmet, annesinin Kemal’le evlenmesine karşı çıkar. Ancak Kemal, Celile Hanıma olan sevgisini, sevgilisinin Heybeliada’dan gemiyle ayrılışını anlatan “Sessiz Gemi” şiiriyle ölümsüzleştirir. Bu hüzünlü hikayenin ayrıntısını internette bulabilirsiniz.
Ama “Sessiz Gemi” denilince akıllara önce kadife sesiyle Hümeyra gelir. Evet, evet, “Avrupa Yakası”, “Muhteşem Yüzyıl” dizilerinden tanıdığınız, hani hepinizin hiç saklamadan hıçkıra, hıçkıra ağlayıp kızarmış sulu gözlerle çıktığınız Çağan Irmak’ın unutulmaz filmleri “Babam ve Oğlum”daki babaanne, “Dedemin İnsanların”daki Peruzat rolünü oynayan Hümeyra’dan bahsetmek istiyorum sizlere. 1969 yılından bu yana kuşaklararası bir sanatçı olan Hümeyra, bu kez resimleriyle ilk kez Ankaralı sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Hümeyra, sanat yolculuğunun 50. yılında kişisel sergisiyle doğduğu şehir olan Ankara’ya dönüyor. İlk kişisel sergisini geçen yıl İstanbul’da açan Hümeyra’nın ikinci kişisel sergisi, Armoni Sanat Galerisi’nde (Yıldız) 8 Mayıs Çarşamba günü açılacak.
Sanatseverler bu sergide sanatçının, soyut figuratif, son dönem çalışmalarını izleyecekler. “Bu sergi, benim Ankara’ya saygı duruşumdur” diyen Hümeyra’nın resimle ilgisi lise yıllarına dayanıyor. Lisede ağırlıklı grafik dersleri alan sanatçı, 1970’lerde hem kendisinin, hem dönemin diğer popüler şarkıcıları için plak kapaklarını tasarlamış. 1999-2001 arasında Berkeley’de çeşitli resim ve sanat atölyelerinde eğitim gören sanatçı, Türkiye’ye dönüşünün ardından Yusuf Taktak’ın atölyesinde resim çalışmalarına başlamış. Orhan Taylan atölyesinde de çalışan Hümeyra, resim çalışmalarına İstanbul’da kendi atölyesinde devam ediyor.
Hümeyra’nın eserleri ağırlıklı soyut kadın figürlerinden oluşuyor. Kadınların yüzünde ve gözlerinde hüzün de görebilirsiniz, sevinç de. Aslında bu resimlerde neyi, nasıl görmek istediğinize bağlı. İstanbul’da açılan ilk sergiyle ilgi kendisiyle yapılan söyleşileri okuduğumda, Hümeyra’nın “Neden kadın?” sorusuna verdiği yanıtları şöyle derleyebilmek mümkün:
Nilay Ayaz’dan gelen “Mustafa Ayaz, ‘İlişkisizlerin ilişkisi-II’ resim sergisi, 2 Mayıs Perşembe günü Mustafa Ayaz Müzesi’nde açılıyor” mesajı bu haftaki kurtarıcım oldu. Aslında her yıl, sergi açsın açmasın Ayaz hocaya bu köşede yer vermeye özen gösteriyorum. Yeni serginin açılışı tam denk geldi.
Serginin ismi, Ayaz’ın kadınlardan hiç vazgeçme niyetinde olmadığını ortaya koyuyor. İyi de yapıyor. Ayaz’ın neden kadınlardan vazgeçmediğinin yanıtı, onun yaşamını ve sanatını anlatan 278 sayfalık ‘Mustafa Ayaz’ kitabında şöyle veriliyor: “Ayaz’ın kadınları, kaynağını Anadolu’dan alan binlerce yıllık bir kültür yapısının sanatsal genlere dönüşmüş ürünüdür. Koyu-açık ve çizgi değerlerin ince geçişleriyle kadınsallığın tüm renkliliğini ve dokusal yumuşaklığını duyumsatan bu duyarlılığın altında, kadının gizemli evrenine olan ulaşılmazlığın çekiciliği ve duyduğu saygı yatar. Mitoslaştırdığı kadınlarındaki saf ve temiz bir erotiklik görkemi Ayaz’ın figürlerinin özelliğini oluşturmaktadır. Ağır basan bu erotik duyguların dışa vurumuna yalın bir anlatım yolu olarak figüratif yorum anlayışının seçimi, sanatçının kendine uygun bir biçim dilini seçenek olarak benimsemesiyle ilgilidir. Önceleri renk ve boya maddesinin serüvenine ve plastik olanaklarının araştırılmasına dayanan soyut çalışmalara büyük ölçüde önem ve yer veren sanatçının, 1970’li yılların ortalarında çizgisel anlayışa dayanan figürlü bir anlatım da yer vermeye başladığı görülmektedir.”
Ayaz’ın en önemli özelliklerinden biri de, eserlerinde kendisine yer vermesi ve bunun tuvale yansıttığı modelleriyle bir bağlantısının olması. Bunun nedeni de aynı kitapta şöyle anlatılıyor: “Kişisel portreleri dışında ressamların, tablolarında kendilerine yer vermeleri sanatın tarihi içinde geride kaldığı genel kanı olmakla birlikte, Ayaz’ın her kompozisyonunda bir biçimde, ya modelin yanında kendine yer vermesi ya da resmin bir köşesine belli belirsiz de olsa çırpıştırması, onun resimlerinin değişmez nişanıdır neredeyse. Çoğunlukla arka planda belli belirsiz yer alan kendi portreleri, esin kaynağı olan modellerinden ya da imgelemenin yarattığı güzel kadın figürlerinden bağımsız olarak yer almazlar. Resmin ana motifini oluşturan kadın figürleri hep ön planda yer alarak, ressamın kendilerine dikkatle baktığının farkında oldukları izlenimini veren bir yüz anlatımına sahiptirler. Onun resimlerinde kadınlar beğenilmek, kendilerini ressama beğendirmek için oradadırlar sanki. Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı ne ise, Ayaz’ın kadın figürleri de odur. Mona Lisa gibi baştan çıkarıcı muzip bir erotiklikle bakar gibidirler.” Ayaz hoca ne zaman görse, “Sergiyi boşver, müzeyi ön plana çıkar” der sürekli. “Yazdım ya hocam kaç defa” desem de, “Bir daha yazmanın zararı yok” yanıtını verir. Müze bölümü de aynı kitaptan: “Müzelerin eski yapıt ya da sanat mezarlığı değil, en az okullar kadar eğitimsel işleve sahip olduğunun bilincinde olan bir eğitimci olarak Ayaz, bir müze dolduracak sayıdaki yapıtlarından başka, gelecek kuşaklara ışık tutacak bir kültür merkezini de armağan etme erdemini gösterebilmiştir. Ülkemizde sanatçılar adına ya da anısına kişisel olarak veya çeşitli kurumlar, kuruluşlar tarafından mekanlar ve müzeler düzenlenmekle birlikte, hiçbir destek ve yardım almadan, salt müze ve sanat merkezi olarak tasarlanmış olan bu yapıyla bir ilki de gerçekleştirmiş oluyor Ayaz. Böylece yalnız bir sanatçı olarak yapıtlarıyla değil, aynı zamanda kamunun yararlanabileceği bir kültür hizmetinden dolayı da adını tarihe daha şimdiden yazdırmıştır.” Bu yazıda son sözüm, hem sergiye gidin, hem de müzeyi gezin.
Yarın da Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayacağız. 23 Nisan, hepimize kutlu olsun. Bu güzel bayramı kutlayacağımız hafta, 27 Nisan’da Bilkent’te başlayacak Sanat Festivali ile başkent daha da renklenecek.
Bu yıl üçüncüsü yapılacak olan Bilkent Sanat Festivali, 5 Mayıs’a kadar sürecek. Festival canlı performansları, müzik dinletileri, dans gösterileri, atölyeleri ile dokuz gün boyunca sanatseverlere zengin bir program sunacak. Sanatın geniş kitleler tarafından sevilmesini ve gelişmesini sağlamak için birbirinden değişik projelere ev sahipliği yapan Bilkent Sanat Sokağı kurucusu Rahmi Çöğendez’in yönetiminde gerçekleşecek festivalde plastik sanatlar disiplinlerinde yerli-yabancı 78 sanatçı canlı performanslarıyla Bilkent Center’da olacak. Türkiye’nin yanı sıra Ukrayna, İspanya, Kuveyt, Yunanistan, Umman, İran, Makedonya ve Gürcistan’dan sanatçıların da katılacak olması nedeniyle festival uluslararası kimliğe bürünecek. Festival öncesi Çöğendez’le konuşma fırsatım oldu. Bilkent Center yönetiminin verdiği desteğin projenin devamlılığında önemli rol oynadığını ifade eden Çöğendez, proje çalışma arkadaşlarına ve tüm sanatçı dostlarına katkılarından dolayı minnettar olduğunu özellikle vurguladı. Çöğendez, festivalin sosyal sorumluluk ayağına da dikkat çekerek şunları anlattı:
“Bu başlangıçta bir Bilkent projesiydi. Geçen yıl ise bana göre tüm kenti hareketlendiren ‘Ankara Sanat Festivali’ne dönüştü. Bu yıl festivali daha coşkulu şekilde kutlayacağız. Ankaralılara yeni bir soluk ve ruh katan festival, ülkemize gelen misafir sanatçıların başkentin dokusunu, sanat ortamını keşfetmesine de olanak sağlayacak. Sanat üretimini, izleyicisini destekleyen, yani geleceğin sanatçılarına yol açan ve sanatseverlere temas eden festivalde sosyal sorumluluk projelerini de unutmuyoruz. Bu yıl Türk Eğitim Vakfı (TEV) ile bir araya gelerek geleceğin sanatçıları için festival kapsamında özel bir çalışmaya imza atacağız. TEV ile birlikte gerçekleşecek ‘Bluebrush/ Mavifırça’ etkinliği ile sanat eğitimi alan başarılı öğrencilere RC Sanat Fonu ile bağış sağlanacak.”
Bu yıl plastik sanatların dışında özellikle programa yoğun şekilde sahne sanatları eklenen festivalin açılış programında müzik ve dans gösterileri başrolde olacak. Resim atölyelerinin yanı sıra her yıl olduğu gibi bu yılda “Dans Et” ekibinin eğlenceli dans gösterisi, Türkiye Barolar Birliği Türk Halk Müziği Topluluğu’nun konser ve Seğmenler gösterisi ile tüm gün müzik dinletileri olacak festivalin açılışı ise Musa Göçmen Orkestrası ve Ömer Türkmenoğlu ile yapılacak. Sanatseverler nitelikli bir içerikle “Herkes için sanat” sloganıyla yola çıkan festival açılışının ardından Orhan Cebrailoğlu ve Deniz Soykan’ın etkileyici sanat performansına, “Koleksiyoncu” oyununun sanatçıları Berkan Şal ve Özbir Erciyas ile tiyatro söyleşisine, sessiz müzayede etkinliklerine ve özel “DJ” performanslarına tanıklık edecekler.
KENTTE NE VAR?
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle birçok galeride, çocuk konusunun işlendiği karma sergiler açılıyor. Ayrıca yetenekli çocukların fırçasından çıkmış resimler de sergileniyor. Diğer bazı sergiler de şöyle: Akın Ekici-8 Mayıs’a kadar (Akçaoğlu Art/Üsküp Cad.), Asaf Erdemli-12 Mayıs’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Ayşegül Yarar-24 Nisan’da açılacak (Fırça Sanat/Hilal Mah.), Gültekin Serbest (resim)-Funda Açıkgöz (seramik)-13 Mayıs’a kadar (Emin antik/Kale), İsmet Birsel-1 Mayıs’a kadar (Medya Sanat/Çankaya), Eslina Abacı-Yarın açılacak (Ata Sanat/Ulus), N.Seydi Ferahoğlu-4 Mayıs’a kadar (Grup Sanat/Hollanda Cad.), Hasan Mutlu-2 Mayıs’a kadar (BoHo Art/Kale), Vicdan Nalbur-İnal Uşşaklı-4 Mayıs’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldız), Filiz Çarkoğlu-3 Mayıs’a kadar (Galeri Çankaya/Kızılay), Tansel Türkdoğan-A.Fatih Küçükosmanoğlu-Azimet Karaman(Heykel)-27 Nisan’a kadar (Galeri Soyut/Yıldız), Mihriye Dinçer (heykel)-30 Nisan’a kadar (Galeri Z/Samanpazarı), Gamze Şiriner-9 Mayıs’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Emin Güler-30 Nisan’a kadar (Valör Sanat/Yıldız).
Birsel’in hazırlandığı ancak kendisini aramızdan alıp götüren hastalığı artınca hayatteyken yapamadığı sergisi Medya Sanat’ta (Çevre Sokak) açıldı. 1 Mayıs’a kadar sürecek sergiyle ilgili Medya Sanat’ın ortaklarından ressam Ayşe Arkün’le konuştum. Arkün, Birsel’in Kasım 2016’da kaleme aldığı manifestosunu gönderdi. Bu arada, Ayşe Üçok’un yıllar önce THY’nin Skylife dergisi için Birsel’le ilgili kaleme aldığı bir yazıyı da buldum. Her iki yazıya da kıyamadım. Önce sizinle Birsel’in kendisinin yazdığı manifestoyu paylaşmak istedim:
“Aslında resim yapımı bir maceradır. Kendi başına bir macera. Boş bir tuvalin önüne oturunca önce zihnimde ve sonra yavaş yavaş boş tuvalde ayrı bir dünya oluşuyor. Belleğimde kalmış bir dünya sanki beni bekliyor gibi görsellik kazanmak için bir heyecan bir kıpırdanma oluşuyor. O ayrı dünyadaki, doğrusu evvelden beri benim olan o dünyanın insanları sanki ‘nerede kaldın’ diyor ve fırçalarla renklerle işe koyuluyorum. Kimi zaman tanıdık simalar belleğime düşüyor. Kimi zaman bakıyorum hoş bir çift gelmiş. Ona tuvalde uygun bir yer arıyorum. Kıyafetleri düzgün olsun, insanı utandırmasınlar istiyorum. Ne de olsa benim insanlarım benim dünyam. Kıyafet konusunda hanımlar daha seçici oluyor biri makyajını beğenmiyor diğeri dekoltesini biraz kapatmamı yeğliyor. Kimileri ise giysisinin rengini ve biçimini beğenmiyor. Tartışmaya gerek yok o zaman hemen elbiseyi alıp terziye yeni bir elbise için provaya göndermek gerekiyor. Resmi yemeklerde kimi zaman oturdukları yeri beğenmezler. Hadi o zaman tekrardan bir sofra düzeni. Dedim ya insan karakteri kolay değil, resme aktarmak da öyle, incelik diplomasi gerektiriyor. Bir noktaya gelince ‘Eh sizler artık bu dünyada sonsuza kadar kalacaksınız, ben gidiciyim’ diyorum ve iş bitiyor. Tatlı bir macera. Bu tür macerayı peyzaj ve ölü doğada bulmak benim için olanaksız. İnsanlarla birliktelik güzel bir duygu, sıcak bir duygu. Onları her birinin ayrı bir iç dünyasına girebilmek, onlar için bir dünya yaratmak da güzel. İşte galiba bu resim sanatı yoluyla ‘insana’ olan sevgimi yaşıyorum, mutlu oluyorum.”
Ve son bölüm Ayşe Üçok’un yazısından. Üçok, Birsel’in diplomatlık ile ressamlığı nasıl harmanladığını ve görev yaptığı yerlerin resmine olan etkisini şöyle özetliyor:
“Resimlerinde bir diplomatın yaşamının önemli bir bölümünü kapsayan resepsiyonlar, kokteyller, konser salonları birbirini izliyor. Diplomat-sanatçımız resimlerinde gerçeğe bağlı kalmaya çalıştığını, neyi görüp ne yaşadıysa onu yansıttığını söylüyor. Onun resimlerinde doğup büyüdüğü İzmir’i, bir zamanlar kentte işleyen atlı tramvayları, balıkçıları, Paris kafelerini görüyor insan. Ardından İran-Irak savaşı sırasında büyükelçi sıfatıyla bulunduğu Tahran’da yapılmış resimler savaş atmosferinin karamsarlığını Birsel’in kullandığı gri ve siyah tonlarıyla çok canlı bir şekilde aktarıyor. Tahran’dan Lahey’e atandıktan sonra Hollanda’da yaptığı resimleri ‘turuncu yıllar’ diye adlandırıyor Birsel. Sonra Ankara dönemi geliyor. Durakta kar altında otobüs bekleyenler, ya da tatilde gittiği kıyı kentinden plaj manzaraları.”
Ben gittiğim sergilerden kataloglar getirir, kendisine veririm. Beğendiği resimler karşısında, “Ay harika...Nasıl yapmış bunu” diye tepkisini gösterince, “Çalış sen de yaparsın” diyerek kendisini teşvik ederim. Türkiye’nin bu kadar yoğun gündemine rağmen, fırsat bulup ısrarla resim çalışmalarını bir kenara bırakmadı. Aksine zaman yaratıp, şövalenin başına oturdu. Eserler ortaya çıktıkça da, sergi açma fikri iyice olgunlaştı ve o gün geldi çattı.
Evet, çalışma arkadaşım, Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın “Renklerdir patlayan” ismini verdiği, mistik havanın hakim olduğu sergisi yarın saat 19.00’da Cer Modern’de açılıyor. Hande Fırat, baskın renklerle tuvale aktardığı karmaşık ve güçlü duygularını dışavurumcu bir tarzla sunuyor. Elbette Hande’nin sergi açacağını çok önceden biliyordum. Ama sergi yeri konusunda hassasiyetimiz vardı. Eşi Murat Özvardar’dan gelen “Cer Modern” önerisi endişeleri ortadan kaldırdı. Artık söz Hande’de. İşte onun kaleminden, renklerin neden patladığını anlatan manifestosu:
“Caddenin ortasında yakılan lastikler,
İp atlarken, silah sesleri.
Şenlikte inek;
Kampüste taş sopa, polis.
Bu yazının kaleme alındığı saatlerde seçim sonuçları belli olmamıştı. Kazanan için de, kaybeden için de hayırlısı olsun. Sonuçta Türk seçmeni, kentinde, ilçesinde, mahallesinde kendisine en iyi hizmeti vereceğine inandığı belediye başkanlarını, muhtarları seçti. Seçim demokrasinin önemli bir ayağı. Ama farklı görüşlerde olsak da, birlikte yaşama kültürü de demokrasilerin olmazsa olmazı. Ankara’nın büyükşehir ve ilçelerinde kazananların, yaşamın sanat yönüne daha fazla dokunmalarını ve teşvik etmelerini temenni ettiğimi belirtip, “Sanat köşesinde bu kadar siyaset yeter” diyerek asıl konumuza, yani sanata dönelim.
Bu haftaki konuğumuz aslında kısa süre öncesine kadar TRT-Haber’de yayınlanan “Vekilin Mutfağı” programının da sunuculuğu yapması nedeniyle ekrandan tanıdığınız bir isim: Çağla Yarıcı...Sanatçı, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’ndan mezun olarak çocukluğundan beri hayalini kurduğu ressamlığa akademik düzeyde ilk adımını atmış. Okulu bitirdikten sonra bir resim atölyesinde öğrencilerini güzel sanatlar fakülteleri ve liselere hazırlayan Yarıcı, daha sonra kendisine ait atölyesini kurmuş. İnsanların sanata farklı ve hassas bir bakış açısıyla bakması gerektiğini ifade eden Yarıcı, “Resim hissedilmeden ya da ezberletilerek yapılacak bir şey değil. İnsanın içindeki duyguyu tamamen ortaya çıkararak yapması gereken estetik ve artistik bir süreç. Bu bir vazo da olsa, ezbere yapılacak bir şey değil” görüşünde.
Şimdiye kadar birçok kişisel sergi açan, karma sergiye katılan Yarıcı, özellikle soyutladığı portre çalışmalarıyla biliniyor. Sanatçı, “Üniversite yıllarımda figüratif çalışmalara ağırlık veriyordum. Figüratif alanda kazandığım tecrübe ve birikimimi daha sonra soyut ağırlıklı portre çalışmalarımda değerlendirmeye başladım. Birçok galerinin yeni yıl öncesi hazırladığı küçük ebatlı çalışmalarından oluşan karma sergilere soyut portrelerimle katıldım. Sanatseverlerin bu çalışmalarımı beğenmeleri beni daha da teşvik etti. Şu sıralar dijital olarak da çalışıyorum. Aslında ilk zamanlar dijital çalışmalara karşı durdurdum ancak işin içine girip ürettikçe daha çok sevmeye başladım” diyor.
Şu aralar “Cennete bak” ismini verdiği dijital çalışmalarına yoğunlaşan Yarıcı, “Sanat bir süreç ve bu süreç ömür boyu sürer. Sanatın pek çok alanıyla ilgilenmek ömrü uzatır” düşüncesiyle hareket ettiğini vurgulamadan da edemiyor. Ressamlığının yanısıra, hikaye ve denemeler de yazan genç sanatçı, beğeneceği bir teklif geldiğinde yeniden ekranlara dönmeyi de düşünebileceğini belirtiyor.
CEYHUN ATUF KANSU 100 YAŞINDA SERGİSİ
Ünlü ozan ve yazar Ceyhun Atuf Kansu, 100. doğum yıldönümünde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “Bağımsızlık Gülü-Ceyhun Atuf Kansu 100 Yaşında” sergisi ile anılıyor. 9 Nisan’a kadar açık kalacak olan sergide, “Elif Aydoğdu Ağatekin, Mustafa Ağatekin, Onay Akbaş, Şeref Akdik, Mustafa Ayaz, Habip Aydoğdu, Bünyamin Balamir, Bedri Baykam, Celal Binzet, Safiye Çıngı, Daver Darende, Berk Danışman, Mehmet Ali Doğan, E. Yıldız Doyran, Ataç Elalmış, Devrim Erbil, Muzaffer İlhan Erdost, Cemil Eren, Barış Eren, Zeynep Eren, Turan Erol, İmren Erşen, Zafer Gençaydın, Yalçın Gökçebağ, Ekrem Kadak, Nihat Kahraman, Hayati Misman, Nurtaç Özler, Filinta Önal, Aykut Öz, Kadir Öztoprak, Şükran Pekmezci, Hasan Pekmezci, Ayten Timuroğlu, Dilek Topaç, Serpil Yeter, Metin Yurdanur ve Turgut Zaim”in yapıtları sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.
KENTTE NE VAR?
BEAK Ji Hoi ve Park Hee Kyung (Kore Kaligrafi ve halk resimleri sergisi)- 6 Nisan’da açılacak (Kore Kültür Merkezi/Paris Caddesi), Büyülü Afrika-5 Nisan’da açılacak (CerModern/Sıhhiye), Hakan Eraslan-Ağıt Uğur Uludağ-Ali Cihan Kayalıoğlu (Seramik)-11 Nisan’a kadar (Galeri Soyut/Yıldız), Emin Güler-5 Nisan’da açılacak (Valör Sanat/Yıldız), Arzum Onan (Heykel)-28 Nisan’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Nükhet Ocak Balkan (Ebru sanatı)-3 Nisan’da açılacak-(TAD/Cinnah Caddesi), Ayhan Türker-20 Nisan’a kadar (Armoni Sanat/Yıldız), Seyyit Bozdoğan-13 Nisan’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldız), Şahram Mahdavi-11 Nisan’a kadar (Emin Antik/Kale), Ahmet Burak Halıcı-19 Nisan’a kadar (Kent Sanat/Yıldız), Tunç Tanışık-20 Nisan’a kadar (Sevgi Sanat/Hilal Mahallesi), Ebru Karakimseliler-27 Nisan’a kadar (Krişna Sanat/Kennedy Caddesi).
“Büyük ihtimalle İstanbul’dan bilmediğim bir galeri” düşüncesiyle reyonun içine girdiğimde tanıdık isimlerle karşılaşınca hemen yanıldığımı anladım. Reyona girince karşımda gördüğüm ilk isim Hakan Esmer oldu. Genelde “Eskişehirliler” olarak bildiğimiz grubun oluşumu hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Hakan Esmer’le birlikte Serdar Leblebici, Selçuk Yılmaz, Cemalettin Yıldız, Ekrem Şerif Egeli, Özgür Eryılmaz, Betül Demir Karakaya, Nevres Akın, Pelin Özgöçen, Erhan Lanpir, Metin Kılıç ve Mehmet Yıldırım’ın oluşturduğu bu grubun fuardaki onur konuğu Mahir Güven’di. Oldukça geniş bir alana kurulu Alarm-Art’ın reyon dizaynı, panellerin resimlerle boğulmayışı, heykellerin sergilenişi, çağdaş resim sergisi anlayışına yakışır düzeydeydi. Şahsi fikrim fuarda aynı havayı yansıtan reyon sayısı oldukça azdı. Bir de, reyon panellerini resimle doldurma anlayışından ne zaman vazgeçilecek, merak ediyorum. Sebze-meyve pazarı tezgahı gibi panellerin tamamını resimle doldurmak ne görselliğe yakışıyor, ne de çağdaş sanata. Tabloyu gösteren şekilde çerçeveleyip, duvara asıp ışıklandırmanın izleyiciyi daha çok cezbettiğini unutmamak gerekir. Aksi çağdaş resim fuarını, her yeni yıl öncesi alışık olduğumuz “hediyelik eşya fuarına” benzetmekten başka bir şeye yaramaz. Umarım gelecek yılki fuarda bu çağdaş anlayışa daha fazla özen gösterilir. Bunun için de seçici bir kurulun olması, eğer kurul varsa da, verdiği kararlara uyulup uyulmadığının tespit edilmesi ve denetlenmesi gerekir.
Konumuza geri dönersek, Alarm-Art, grubu oluşturan sanatçıları ve eserlerini tanıtan, grubun amacını anlatan cilt kapaklı, büyük ebatlı 204 sayfalık güzel bir kitap hazırlamış. Bu kitapta grubun değişik projeleriyle ve yaptıklarıyla ilgili özellikle akademik olarak resim eğitimi alan öğrenciler açısından öğretici birbirinden ilginç sanat yazıları var. Benim ilgimi grubun desen ağırlıklı “3+1” projesiyle ilgili yazı çekti. Bu nedenle “Desen resmin namusudur” isimli yazının bir bölümünde yer alan “Alarm-Art olarak sanat nesnesini onun oluş süreçleriyle, yaratıcısıyla, atölyesiyle buluşturmak, sanatçının düşünme biçimini olanca çıplaklığı ile masaya yatırmak, böylece eserin duygu ve evrenimizdeki özgül ağırlığını geliştirdiğimiz bir projedir 3+1. Bu sergi ile kağıdı, çizgiyi, lekeyi, eser üretiminde yalnızca bir ‘ara yüz’ olmaktan çıkarıp, Auguste Ingres’in ‘Desen resmin namusudur’ sözünü de yedeğine alarak yeniden sanatın dolaşımına sokuyoruz” vurgusunu önemsedim. İnternette “www.alarm-art.com” adresine girerek Türkiye’nin değişik kentlerinden çağdaş sanatçıların oluşturduğu bu grubun çalışmaları, sergileri ve diğer sanatsal faaliyetleri hakkında daha ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz.
BOZDOĞAN SERGİSİ
Geçen hafta bir toplantı için daha önce görev yaptığım Almanya’daydım. Hürriyet’in, o zamanlar Almanya’nın başkenti olan Bonn’dan da sorumlu Köln bürosunda çalışırken yüzyüze tanıştığım Türk ressamlardan biri Seyyit Bozdoğan olmuştu. Seyyit Hoca’nın Köln’de açtığı serginin plaketi Hürriyet Köln bürosunun duvarını süslerdi. Bozdoğan’ın 29 Mart’ta Galeri Akdeniz’de (Yıldız) sergi açacağını duyunca eski Almanya yıllarını bir kez daha hatırladım. Bozdoğan’ın eserlerinde Torosların heybetli coğrafyasını hissedersiniz. Nedenini şöyle açıklıyor Seyyit Hoca: “Çocukluğum güneyde, Torosların eteğinde geçti. Buradaki renkli toprak katmanları, birbiri içine girmiş kayalar bende iz bırakmış yaşantılarımın birer parçaları olmuştur. Belleğimde yer etmiş bu ve buna benzer anılarım, aldığım sanat eğitimi sonucunda çağrışımlarla soyutlamalarla sanatsal biçimlere dönüşmüştür. Resimlerimdeki insan bedenlerinin manzara görünümündeki etkisi de doğadaki biçimlenmelerin analizci bir bakış açısı yorumlamalarıyla oluşmuştur. Ancak bu görünümdeki insan bedenleri belirli bir yabancılaştırma yöntemi ile doğadan koparak, kendine özgü, farklı strüktürlerle kamufle edilmiş, üzerinde görsel bir gezintinin yapılabildiği bir haritayı barındıran manzaraya dönüşmüştür.”
KENTTE NE VAR?
Arzum Onan (Heykel)-28 Nisan’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Ayhan Türker-Yarın açılacak (Armoni Sanat/Yıldız), Turan Üstünel-2 Nisan’a kadar (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Şahram Mahdavi-11 Nisan’a kadar (Emin Antik/Kale), Ebru Karakimseliler-27 Mart’ta açılacak (Kent Sanat/Yıldız), Tunç Tanışık-27 Mart’ta açılacak (Sevgi Sanat/Hilal Mahallesi), Ali Koçak-4 Nisan’a kadar (BoHo Art/Kale).