Paylaş
Lapseki-Gelibolu feribot geçişi sonrası çok vakit harcamadığınız, karşıya geçecekseniz yoğun iskele meydanından sıkıldığınız için ve biraz da feribot kuyruğunda beklediyseniz bir an önce kaçmak istediğiniz şehirden; Gelibolu’dan bahsedeceğim. Ben birkaç gün önce oradaydım. Sizlerin kalabalık, yüksek sesli müziklerin çalındığı popüler sahil kasabalarına gittiğiniz dönemde ben kendimi Gelibolu’nun esintisine teslim ettim.. Evet biliyorum belki de artık Çanakkale Boğazı’na köprü şart oldu. Gelibolu sahilinde yürürken deniz içinde yükselen köprü ayaklarına bakıyorum uzaktan.. Tek endişem o güzel coğrafyanın, günebakanların süslediği tepelerin bundan birkaç yıl sonra binalarla dolma ihtimali... Dolmaz değil mi?
İyi ve güzel şehir anlamına gelen Galli Polis adıyla anılan Gelibolu’nun tarihte ilk kez Hitit İmparatorluğunun M.Ö. 1200’de parçalanmasından sonra, Frigler ve onları izleyen Lidyalıların Anadolu’ya geçişleri sırasında önem kazandığı görülüyor. Stratejik bir nokta da bulunan şehrin neden bu kadar çok taliplisi olduğuna şaşırmamak lazım. Gelibolu Spartalıların, Makedonyalıların, Bergamalıların, Romalıların, Bizanslıların ve en son da Türklerin şehri olmuş.
TÜRKLERİN RUMELİ’YE GEÇTİĞİ NOKTA
Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçişi ile ilgili birçok rivayet olsa da Gelibolu’nun fethinde
Süleyman Paşa’nın özel bir yeri vardır. Süleyman Paşa, Rumeli Fatihi olarak anılır. Osmanlı’nın ikinci hükümdarı olan Orhan Bey’in büyük oğlu Süleyman Paşa Çardak’tan yaptığı sallar üzerinde askerleri ile birlikte Gelibolu’ya geçmiş,
Balkanlarda ilerlemenin temellerini atmıştır. Daha sonraki süreçte tarihçiler Orhan Bey’in düşman saldırıları ile iyice bunalan Bizans imparatoru Kantekuzenos’a (kayınpederi) yardım ettiğini, Türklerin bu desteğinden çok memnun kalan imparatorun da teşekkür için Gelibolu yakınlarında Çimpe Kalesi’ni Türklere üs olarak verdiğini yazarlar. Kantakuzenos’un İstanbul’daki rakiplerine karşı en güçlü ittifak vasıtası kızı Theodora’dır. Orhan Bey’le, kızı Theodora’yı evlendirerek güç kazanmayı düşünmüş ve bunda da muvaffak olmuştur.
Her tarafı hikayelerle dolu Gelibolu’da Süleyman Paşa için anlatacaklarım burada bitmiyor.
Süleyman Paşa, birkaç yıl sonra Bolayır ile Seydikavağı arasında avlanırken atından düşerek vefat etmiş. Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa, vasiyeti üzerine Gelibolu’da Bolayır beldesindeki imareti civarında yaptırdığı türbeye atı ile birlikte defnedilmiştir. Vatan Şairi olarak anılan ve Gelibolu mutasarrıfı olarak da görev yapmış olan Namık Kemal’in (1840-1888) mezarı da aynı yerde, yukarıdan Saros Körfezi’ni gören bir noktadadır. Bahsi geçen Çimpe kalesi öyle bir noktadadır ki bir taraftan Marmara denizi ve Gelibolu diğer taraftan meşhur Saros Körfezi’ni görebilirsiniz Sadece bu güzel coğrafyayı seyretmek için bile Gelibolu’dan Bolayır’a gelmeye değer. Bu arada Gelibolu şehir merkezinde Gazi Süleyman Paşa adına yapılmış çok güzel bir cami var.
Gelibolu Osmanlı hakimiyetinde Gelibolu, Trakya ve Balkanlar’a yönelik akınlarda önemli bir hareket üssü olmuş, Osmanlı orduları için bir geçit yeri ve deniz üssü olarak önem kazanmış. İstanbul’un fethine kadar önemli bir askeri deniz üssü ve tersane olma özelliğini koruyan Gelibolu, Fatih döneminde esaslı şekilde tahkim edilmiş ve 1515’e İstanbul’da Haliç tersanesinin devreye girmesiyle giderek deniz üssü olma özelliğini yitirmeye başlamış.
KİMLİK SAVAŞI VERİYOR
Gelibolu fetihten sonra bir sancak ve sancak merkezi olduğu gibi Rumeli’nin ilk Paşa sancağı da olmuş. Daha sonra bir denizcilik idare merkezi olarak şöhret kazanmıştır. Osmanlı donanmasının başındaki kaptan-ı deryalar burayı hep kendilerine merkez edinmiş. II. Murat döneminde Gelibolu’da yapılan 26 eserden 7’si günümüze ulaşabilmiş, Fatih dönemi yapıların da çoğu yok olmuştur. Bugün Gelibolu sokaklarında dolaşırken bir taraftan Osmanlı dönemi çeşmeleri, hamamlar, eski evler diğer taraftan da yapımına başlanan yeni boğaz köprüsünün etkisiyle yükselmekte olan yeni apartmanlar arasında kimlik savaşı veren, geçmişine dair izleri korumaya çalışan bir şehirle karşılaşıyorsunuz.
Gelibolu şehir merkezini yürüyerek keşfedin, Bir baş yapıt olan dünyanın en büyük Mevlevihanesi’ni, Denizci kenti Gelibolu’nun simgelerinden Osmanlının denizcilerinin sefere çıkmadan önce namaz kıldıkları Namazgah’ı, ünlü kaptan-ı deryaların anıt mezarlarını, Gelibolu doğumlu Piri Reis için yapılmış küçük müzeyi, Bayraklı Baba’yı, Mehmedi Bican’ın Muhammediyesi’ni yazdığı Çilehane’yi, yeni yapılan sahil yürüyüş yolu ile eşsiz güzellikteki Feneraltı kayalıklarını, falezlerini, akşam olunca boğazı şehri ve Hamzakoy’u aydınlatan Gelibolu deniz fenerini mutlaka görün.
İMRALI’YA ADINI VEREN KAPTAN-I DERYA
Denize girmek için ben en çok Hamzakoy’u sevdim. Genellikle dalgalı olan bu plaj esintisi ile insanı rahatlatıyor. Koyun ucunda biraz içeriye doğru mütevazi bir türbe var. Kapısının üzerindeki kitabede yazanları paylaşıyorum; Kaptan-ı Derya Emir Ali Baba Osmanlı İmparatorluğunun ikinci amiralidir. İmralı Adası (Kalo Limno) fatihi olup adaya kendi adı verilmiştir. Sultan Orhan Gazi ile evlenen Bizans imparatorunun kızı Theodora’yı gemileri ile Bizans’tan alan amiraldir. Gelibolu’nun ikinci kez fethinde bulunmuş ve o zamanki adı Aya Yorgi Kilisesi olan Büyük Cami, (Muhtemelen Gazi Süleyman Paşa Camisi) civarında yaşanan savaşta 1356’da şehit olmuştur. İmralı Adası’nın adının nereden geldiğini böylece sizinle paylaşmış oldum, bu arada Osmanlının ilk amirali (bugün de bir şehre adını vermiş olan) Karamürsel beydir.
EN TEMİZ DENİZ BURADA
Gelibolu’da deniz tatili için de keşfedilecek o kadar çok koy ve plaj var ki bunların hepsinde denize girmek için iki günden fazla vakit lazım. Gelibolu merkezde yer alan Hamzakoy ile başlayıp diğer Gelibolu koyları Fener altı, Eğritaş, Güneyli (Saros körfezinin en dip noktası ), Koruköy Altı, Bolayır Altı (Bakla burnu), Ocaklı Altı, Yeniköy Bahçeler Limanı, Fındıklı ve Kömür Limanı, Despot plajı, Armutlu, Tayfur Karaağaç, Burhanlı Cennet Koy gibi yerlere gidebilirsiniz.
FIRINLANMIŞ PEYNİR HELVASI
Gelibolu lezzetler listesinin ilk sırasında meşhur peynir helvası geliyor. Tuzsuz taze peynirden yapılan peynir helvası buraların adeta yıldızı. Ben fırınlanmış olanından yedim, yanında birde Kemal Paşa tatlısına benzeyen ama daha büyük yapılan Hayrabolu tatlısı ikram ediyorlar.. Bilmem bu kadar şeker karşısında ne yaparsınız ama lezzeti muhteşem.
Gelibolu deniz ürünleri bakımından bir cennet. Gelibolu’dan her geçişimde yarım saatte olsa küçük liman bölgesinde oturup araya bir balık keyfi sıkıştırırım, hele birde akşamüzeri ise renkler muhteşem olur.. Balıklar, mevsimine göre çeşitlilik gösterse de her zaman kral olan bir balık var ki o da sardalya. Gelibolu’da taze sardalya yiyebilir, sardalya konserve ürünleri alabilirsiniz. Konserve sardalya haricinde çiroz, palamut ve torik lakerdası da eli boş dönmemek için oldukça geçerli sebepler. Gelibolu’da eğer bulabilirseniz, balık zamanları şöyle; ocak-şubat-mart aylarında hamsi, istavrit, levrek; nisan-mayıs-haziran aylarında menekşe, tekir, barbun, sardalya, izmarit; temmuz-ağustos-eylül aylarında kılıç, melenur, karagöz, işkino, ikafroz, çinekop; ekim-kasım-aralık aylarında lüfer, palamut, torik, orkinos, kefal.
DENİZALTI ŞEHİTLERİ ANITI
Gelibolu Şehit Denizaltıcılar Anıtı, Türk denizcilik tarihinin çeşitli dönemlerinde meydana gelen Refah, Atılay, ve Dumlupınar denizaltı facialarında şehit olan 247 denizci adına yapılmış çok etkileyici bir anıt. Dünyada bu güne kadar ölen denizciler adına yapılmış en büyük ve en görkemli anıt olma özelliğini taşıyor. 2006 yılında açılışı yapılan anıtın her üç yüzünde; 1941 yılında yapımları tamamlanan dört denizaltı gemilerini almaya götüren Refah gemisinin Mersin limanından hareket ettikten sonra meçhul bir denizaltı tarafından Akdeniz’de batırılarak, 126 denizaltıcımızın şehit olması, 1942 yılında Çanakkale Saros Körfezi’nde eğitim dalışında su altında mayına çarparak batan Atılay denizaltı gemisinde 39, ve 1953 yılında NATO tatbikatından dönerken 4 Nisan sabahı İsveç gemisi Naboland ile Nara Burnu’nda çarpışarak batan Dumlupınar denizaltı gemimizde 81 denizaltıcımızın, toplam 247 şehidin anıları yaşatılıyor.
SAROS KÖRFEZİ AYAĞINIZIN ALTINDA BOLAYIR
Startejik bir noktada bulunan Bolayır’ın tarihine bakıldığında bir dönem Atinalıların ve Spartalıların (M.Ö) 430-404 Makedonyalıların (M.Ö.) 336-334 ve 251 daha sonra Bergama Krallığının hakimiyetinde kaldığını buna bağlı olarak da (M.Ö.) 189 (M.S.) 395 yılları arasında Roma (Romalılara ait kalıntılara Bakla Burnu mevkiinde halen rastlanılmaktadır.) (M.S.) 395 -1356 yılları arasında Bizans İmparatorluğuna ait kalıntılar olduğunu ve 1352 yılına kadar Bolayır mevkiinde Bizanslıların yaşadığını biliyoruz.
XIV. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlıların Balkanlar’a nüfuz arayışları ile Bizans tahtında hak iddia eden ve bu sebeple de Balkanlar’da faaliyet gösteren III. Kantakuzenos’un destek arayışları aynı noktada buluşmuştu. Bu yüzden Kantakuzenos, 1346’da kızı Theodra’yı Orhan Bey’e vererek daha önce gerçekleştirilen siyasi ittifakı akrabalık bağlarıyla da güçlendirmişti. Bu dayanışma kısa sürede meyvelerini vermeye başlamış ve Kantakuzenos, Makedonya’yı ele geçirip Selanik şehrini kuşatan Sırp kralı Stefan Duşan’a karşı Orhan Gazi’den yardım istemişti. O da Süleyman Paşa’yı yirmi bin kişilik bir kuvvetle göndererek Selanik’i Zelotlar’ın elinden almıştı (1349) . Böylece hem Osmanlılar Kantakuzenos’a yardım amacıyla da olsa ilk defa Rumeli’ye geçmiş oldular ve hem de Süleyman Paşa kısa sürede Balkanlarda büyük bir şöhrete kavuşmuş oldu.
Bizanslılar bu hizmet karşılığı olarak Çimpe Kalesi’ni Osmanlılara hediye etmişler ve bunun sonucunda da Osmanlılar Çimpe Kalesi’ne asker bırakarak tekrar Anadolu´ya dönmüşlerdir.
Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman Paşa bu askerlerin başına komutan olarak atanmış. Anadolu’dan gelen Türkleri Gelibolu’ya ve Bolayır’a yerleştirmiştir. Bolayır ismi efsaneye göre Gazi Süleyman Paşa´nın getirdiği Türklerin yerlerini bul-ayır demesi ile zamanla değiştirilerek Bolayır olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Paylaş