Paylaş
DÜNKÜ Hürriyet-İstanbul’un manşeti 'Beyaz Kamuflaj' idi. Bu yazıyı bana sözkonusu manşet ilham etti. Bir de doğrusu Zülfü Livaneli ile Mustafa Kutlu’nun kar üzerine yazıları. Her ikisi de Cenab Şehabettin’in 'Elhan-ı Şita'sını -Kış Ezgileri’ni- hatırlamış. Ne hoş!
Yalnız Mustafa Kutlu dostum, Yeni Şafak’taki yazısında kar üzerine kalem oynatmış şuaradan Yahya Kemal’i ve Ahmet Muhip Dranas’ı da anmış.
* * *
Gazetecilerin çoğu nedense şairler kadar romantik olmuyor. İstanbul’u apansız yakalayan kardan bu hafta çok şikayet ettik. Yollar kesildi, trafik aksadı, mesai saatleri değişti, çocuklar evde kaldı... Tabii bunların bir kısmı yoruma açık şikayet. Perihan Mağden çocukların evde kalmasını eleştiriyor. Ya çocuklar? Onlar okula gitmemekten şikayetçi mi acaba? Ya da karı bahane ederek işyerine geç gelen ve-veya erken çıkanlar acaba bu durumdan derin bir üzüntü mü duydular?
Gerçekçilik akımının ağır basmasına rağmen bir gerçek yadsınamaz: Kar çok güzel manzaralar oluşturuyor.
Kar altındaki İstanbul da bu kuralın bir istisnasını oluşturmuyordu. Hele Levent ile Maslak arası, Boğaziçi olağanüstü güzeldi. Gidemedim ama Çamlıca gibi tepeler de müthiş güzel olmalıydı.
Bunlar işin iyi yanları...
* * *
İşin kötü yanı ise şu günlerde ortaya çıkacak.
Meteoroloji karlı havanın cumadan başlayarak İstanbul’u terkedeceğini söylüyor.
Kar kenti terkederken, hele bir de kuvvetli lodos eserse, her yer erimiş karın çamurla hallolmuş pisliğine bulanacak.
Zaten İstanbul’da doğru dürüst kaldırım yok gibi. Olanların çoğu bozuk ve çoğu kez de araba işgali altında.
Yollar ise çukurlarla dolu ve yine eğri büğrü. O yüzden de yer yer göllenmeler çok fazla.
O yollardan geçen arabalar etrafa bu pis suları sıçratacak. Kaldırımlar üzerinde dans edercesine yürüyen yayalar sıçrayan pis sularla yıkanacak. Bazı çukurlar suların altında kalacağı için oralara arabalar düşüp bir yerlerini kıracak ve yol üzerinde leş gibi yatakalacaklar...
Daha fazla anlatıp canınızı sıkmayayım. Ama olacakların bir kısmını peşinen yazdım diye de kendimi suçlu hissetmiyorum doğrusu.
Haftasonu önerisi
Polonezköy’de bir otel
SANIRIM ramazan ayı içinde bir haftasonuydu. Hünkar Lokantası’nda yemek yiyiyorum. Şef ve patron Feridun Ügümü de, servisin bittiği bir saat olduğu için, masamda. Bana Polonezköy’deki bir dostunun otelinden söz etti. 'Haftasonunu orada geçirelim mi?' dedi. Polonezköy’e günübirlik gitmek tamam da, orada gecelemeyi pek cazip bulmam. Buna rağmen, o haftasonu için daha iyi bir planım olmadığından teklifi kabul etim...
* * *
Gittiğimiz yer, Polonezköy’de ağaçlar ve kuş sesleri arasında yeşilin onlarca tonuyla bezeli Polka Country Hotel’di.
Güzel bir bahçe içinde, çok küçük ama o derece de konforlu ve şık bir otel. 1996 Ağustosu'nda açılmış. Ama hala otele bir takım eklemeler yapılmakta.
Otelin sahibi Murat Dağdelen, bu iki binayı aslına uygun olarak ve masif kestane ağacı kullanarak yeni bir tasarımla restore ettiğini söyledi. Öndeki binayı özel banyolu 15 adet odalı otel, ahır kısmını da restoran ve bar olarak düzenlemiş.
* * *
Otelin sahibi ve işletmecisi Murat Dağdelen mimar ve bankacı.
Bu işlere doğa sevgisiyle başlamış. Sonra İstanbul’da kent merkezine yakın sayılabilecek bir yerde ev sahibi olmayı düşünmüş. Son aşamada da bu güzelliği başkalarıyla paylaşmak üzere böyle bir otel yapımına girişmiş.
Murat Bey, şehrin gürültüsünden kaçmak ve doğayla başbaşa kalmak isteyenler için piknik, yürüyüş ve bisiklet turları imkanları sağlandığını anlattı. Ayrıca otelin kütüphanesinden faydalanmak da mümkünmüş. İmkanlar bunlarla da sınırlı değil. Otelin oyun odasında satranç, 'scrabble,' tavla ve monopol gibi oyunlar oynanıyormuş. Saunası da yine dinlenmek isteyen müşteriler tarafından yoğun ilgi görmekteymiş.
Madem gittin kaldım, bu 'mış'lı 'miş'li deyiş neyin nesi?
Çünkü oradaki kalışımızı bunlardan çok, çevredeki harika doğa içinde uzun yürüyüşlerle değerlendirdim. İstanbul, on altı kilometre uzaktan bana daha şirin göründü.
Paylaş