Paylaş
'Bakıyyet üs seyf' yazılar
Galatasaray Lisesi’ndeyken edebiyat hocamız Tahir Alangu, yıl sonunda bir türlü geçer not ortalamasını yakalayamayanlar için kurtarma sözlüsü yapacağı zaman 'bakıyyet üs seyf sözlüye gelsin' derdi. Bu sözü ilk kez o zaman duydum. Sonradan bunun Arapça 'kılıç artığı' anlamına geldiğini öğrendim. Savaşta ölmeden kalan mağlup ordu askerlerine böyle denirmiş.
Bayram sırasında Hürriyet-İstanbul yayınlanmadı. Yine de gazete okuma işini aksatmadan sürdürdüm. Bazı yazılara takılıp kaldım. Bilgisayarın başına oturup cevaplar yazdım. Bunu sadece yazma antrenmanı olsun diye yaptığımı saklamıyorum. Yine de içlerinden birkaçını bugün sizinle paylaşmak istedim. 'Bakıyyet üs seyf' yazıları anlayışla karşılamanızı dilerim...
Şair Nedim’in bayramı
Radikal’de Türker Alkan’ın bayram günü -yoksa arife miydi?- 'Şair Nedim ve Bayram' başlığıyla çok güzel bir yazısı çıktı.
Çoktandır bayramlarda şairlerin adı anılmaz olmuştu. Sulu sepken, küflü ve sözümona 'nostaljik' yazılarda bile eski İstanbul bayramları anlatılırdı da, kimse Direklerarası edebiyatından daha geriye gidemezdi. Halbuki İstanbul bayramlarının en güzel tasvirleri bizim şairlerimizin usta kalemlerinden inciler misali dökülmüştür. Kelimelerin büyülü bir düzenle bir araya geldiği o beyitlerde ne güzel hayaller gizlidir, hem de gerçeklerle koyun koyuna! Türker Alkan’a buradan bir İstanbullu olarak o yazısı için teşekkür etmek istedim.
Bir şerh
Ancak bu yazıya bir de şerh düşmeden geçemeyeceğim.
Alkan yazısının bir yerinde 'Çapkın Nedim için (...) Bayram, genç ve güzel kızların Kağıthane Deresi’ne gezmeye çıktıkları, fırsatların bol olduğu bir gündür' deyip ardından Şairin 'Anda seyr et kim ne fırsatlar girer cana ele' mısraıyla başlayan gazelini anıyor.
Burada sözkonusu olan, Alkan’ın anladığı gibi kızlar değil. Nedim’in sevgilileri başka cinsten. Yoksa şair Sadabad’la ilgili gazelinde 'İzn alıp cuma namazına diye maderden' der miydi hiç? Kadınların cuma namazına gittiği bizim geleneğimizde nerede ve ne zaman görülmüş? Daha açık yazmama terbiyem izin vermiyor...
Halaskar Gazi
Bayram sırasında, Radikal’deki 'Cihannüma'sında Hakkı Devrim üstadımız 'Dil Yaresi' köşesinde bir yanlışlığa dikkat çekmiş. Üstelik bunu 27 Haziran günü aynı köşede bir kere daha yazdığını hatırlatmaktan da geri durmamış. Sözkonusu olay, ünlü Halaskargazi Caddesi’nin adının ısrarla yanlış yazılması. Üstelik bu resmi sokak levhalarında yapılmakta.
Hakkı Devrim, 'Şişli Belediyesi’nin vurdumduymazlığını gözlerinizle görmek isterseniz, caddenin Şair Nigar Sokak’la birleştiği yerden Şişli Camii’ne doğru yürüyün, iki tarafa dikilmiş direkler üzerindeki tabelaları ve 'Halasgargazi' rezaletiyle yüz yüze geleceksiniz' diyor. Sonra da 'Vurdumduymazlık ve rezalet kelimeleri yetersiz mi kalıyor dersiniz?' diye ekliyor.
İşin doğrusu
Hakkı Devrim bıkmış olmalı ki, doğru deyimi bir kere daha yazmamış. Ama ben söyleyeyim. Doğrusu 'Halaskar Gazi'dir. (Bu arada yer adlarının Almanca’da olduğu gibi birleştirilerek yazılmasına da bir türlü alışamadığımı söyleyeyim.) Halaskar eski dilde 'kurtarıcı' demek. Milli Mücadele sonrası İstanbul’un o zamanlar da önemli bu caddesine, Atatürk’e ithafen, 'Halaskar Gazi' adını vermişler. Üstelik bunun için bir başka neden de var. Atatürk Samsun’a gitmeden hemen önce bu caddenin üzerindeki bir evde oturmuştu.
Bu caddenin adının çarpıtılarak yanlış yazılması bir 'dil yaresi' olmanın ötesinde Atatürk’ün anısına saygısızlık.
Öyle değil mi sayın Sarıgül?
Bir latife
Bayram günlerinde gazetelerde yeniden alevlenen tartışmalardan biri de, bu günlerde gazetelerin yayınlanması meselesiydi.
Bu tartışmalar, aradan geçen zamana rağmen, daha sıcaklığını kaybetmemişken, 26 Aralık’ta bir gazetemizde bir meslektaşımız, Ayşegül Çetinkaya’nın haberi yayınlandı. 'Çevreci Tatil Reçetesi' başlıklı yazıda önerilerden biri de şöyleydi: 'Okuduğunuz gazete, dergi ve broşürleri başkasıyla paylaşın. Daha az yayın alın!'
Bunun ne demeye geldiği apaçık.
Nitekim benim bu yazıyı okur okumaz kaleme aldığım bu yazıdan üç gün sonra, Hakkı Devrim Radikal’de yapılanı 'kendi kendini tahrip' olarak yorumladı.
Şimdi sorum şöyle: Peki o gazetenin okurları bu öneriyi ciddiye alırlarsa ne olacak? Gazeteler -ve özellikle de o gazete- daha az satacak. Daha az satacağı için, doğal olarak, ilan gelirleri de düşecek. Ayşegül Çetinkaya böyle bir durumda meslektaşlarına karşı nasıl bir savunma yapacak acaba? Çok merak ediyorum.
Sevgili İsmet Berkan, acaba yukarıdaki haber senin de dikkatini çekti mi?
Paylaş