Paylaş
Bazı yetkililer sessiz kalarak olayları geçiştirmeyi marifet sayıyor.
Geçenlerde Bakırköy Belediyesi’nde görünüp oraya uğramadan maaş alanlardan söz etmiş, bir de isim vermiştim.
Ertesi gün adını andığım Mehmet Ali Çakırer telefon etti. Yasalara uygun olarak Başbakanlık Tanıtma Fonu’nda çalıştığını söyledi.
Durumu bir de Bakırköy Belediyesi’nden soruşturdum.
Yetkililerin verdiği bilgi Çakırer’i doğruladı. Kendisi Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü’nün 315-1/8689 sayılı ve 23 Mayıs 1996 tarihli yazısı ile 3056 sayılı kanun ve 331 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin değişik 36. Maddesine dayanılarak Bakırköy Belediye Başkanlığı’ndaki görevinden Başbakanlığa bağlı bir başka göreve atanmış.
Yasanın öngördüğü şekilde de özlük hakları belediyede saklı kalmış.
* * *
Aynı yazıda 'Mehmet Ali Çakırer kim?' sorusunu sormuş, cevabı da kendim vermiştim.
Çakırer, eski Bakırköy Belediye Başkanı Ali Talip Özdemir’in yakınıydı.
Lise mezunuydu ve Başbakanlığa gitmeden önce Bakırköy Belediyesi’nde Temizlik İşleri Müdürlüğü’nde çalışıyordu.
Görevini sorduğumda, 'işçi' olduğunu söylemişlerdi.
* * *
Anlaşılmayan şey, üst üste yayınlanan iki yazıya rağmen, Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan ses seda çıkmaması.
Gerçekten çok merak ediyorum. Bu çok önemli kişi niçin,nasıl bir gerekçeyle Başbakanlık kadrosuna alınmış ve kendisinden o günden bu yana nasıl yararlanılmış?
Acaba bu kişinin tayininde etkili olan yetkililer bir açıklama lutfederler mi?
Başbakanlıktaki temizlik işçisi
Lokantacının derdi
Bir Mc Donald’s dükkanında mendil satan kızın soğuk odaya kapatılması olayına neredeyse herkes aynı açıdan baktı, benzer yazılar yazıldı.
Lokantacılar ise aslında farklı düşünen bir kesim. Çevremden bunu çok iyi biliyorum. Ancak düşündüklerini toplum baskısı yüzünden açık söyleyemezler.
Geçenlerde cesur bir çıkış yapan bir işletmeci, bir mektup yollamış. Altını da imzalamış. Daha doğrusu elektronik mektup attığınızda imza kendiliğinden belli oluyor.
Gelelim mektuba..
* * *
'Sayın Şavkay,
Biz Boğaz’da restoran işleten bir müesseseyiz. Mc Donald’s’da yaşanan küçük kız olayı, sonuç itibariyle müdür için çok üzücü.
Çiçekçi veya kibritçi bu kızlardan biz de bıktık usandık. Restorana girmemeleri için iyilikle söylersiniz olmaz, dışarı çıkartırsınız olmaz. Kapıdan çıkar, bacadan girerler. Sizi çıldırtırlar. Yoğun iş arasında nasıl girdiklerini farketmeniz imkansızdır.
En önemli husus, bu çocuklar kibrit veya içek satmak amacıyla değil, hırsızlık amacıyla girerler.
Daha önce müessesemizde iki cep telefonu, en son bir düğünde bayan çantası çaldılar. Polise müracaat ettik. Hiçbir sonuç elde edilemedi.
Küçük kız diye nitelenen, ama arkalarında hırsızlık çeteleri bulunan bu insanlar müesseseleri canından bezdiriyor.
Basında bu çocukları masum gibi göstermek, bunca yatırım yapmış, vergilerini ödeyen müesseselere karşı büyük haksızlık.
Bu çocuklar ilk doğduklarında masumdur. Ama şu anda hepsi potansiyel hırsız.
Mc’deki bu olayı ilk okuduğumda müdürü çok iyi anladım ve haklı buldum. Ama Türkiye’de her şey haksızdan yanadır. Kız ve dolayısıyla arkasındaki çete masum ve bir anda yıldız oldu. Müşterisini korumaya çalışan müdür de cezaevinde.
* * *
Mektup aynen böyle.
Ben Mc Donald’s’ın müdürünün davranışını, sebepler ne olursa olsun, asla affetmiyorum.
Ama gelin bir de bu açıdan olup bitenlere bakın. Çocukları kullananan çeteleri düşünün. Hırsızlığa teşvik edilen veya zorlanan çocukların dramını anlamaya çalışın. Bir de yatırımcıyı düşünün tabii.
Olaylara farklı açılardan bakmak, dünyanın her yerinde akıl sağlığı için herkese çok yararlı bir egzersiz sayılır.
Boğaz vapurları
Vallahi hikayeye nereden başlayacağımı şaşırdım.
25 Temmuz’da 'Bir Missisipi anısı' başlığıyla bazı Amerika anılarımı aktarmıştım. Missisipi gibi, deyimi mazur görün ama, kıytırık bir nehir ağzındaki muhteşem gemi gezintisini yazıp, biz bunu güzelim Boğaz’da niye yapamıyoruz diye sormuştum.
Mektubun üzerindeki tarihe bakılırsa, yazıdan on beş gün sonra Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü bir cevap göndermiş.
Mektup birkaç gün önce elime geçti. Yani neredeyse bir ay sonra!
* * *
Yazının başında bu iş için özel gemimiz yok deniyor.
Yoksa niye yapılmıyor?
Bu sorunun cevabı ise dramatik: 'Bilindiği üzere Şirketimiz deniz ulaşımında kamu yararına yapılan toplu taşımacılığı ön plana aldığından' gibi abuk sabuk bir ifade var.
Yani bizim öyle eğlenceyle, turizmle falan ilgimiz olmaz demeye getirilmekte.
Bundan Türkiye’de devletin hala nasıl bir kafa yapısında olduğu anlaşılır sanırım.
* * *
Yine de bazı girişimlerin mevcut olduğu anlaşılmakta.
Denizcilik İşletmeleri 2000 yılı yaz tarifesinde cumartesi ve pazar günleri Eminönü ve Kadıköy’den Boğaz’a özel sefer yapan vapurların çalıştırıldığını ve yolculuk boyunca Türk sanat müziği konservatuarlarından mezun sanatçıların oluşturduğu koroların canlı müzik yaptığını söylüyor. Bu seferler hakkında Türkçe ve İngilizce broşürler de bastırılmış.
Ayrıca biletini gösterene Rumeli veya Anadolu Kavağı’ndaki restoranlarda yüzde 15 indirim yapılıyormuş.
Yazın sonunda gelen haberi bayat da olsa duyurayım dedim.
Cesur bir başkan
Belediyelerdeki grev dolayısıyla bu köşede çıkan yazılara çok tepki geldi.
Tepki gösterenlerin çoğu, zam isteyen belediye işçileriydi.
Belediye başkanları ise çoğunlukla sessiz kaldı. En azından özel sohbetlerde söylediklerini yazılı olarak ifade etmekten kaçındılar. Söylediklerimde beni doğrularcasına, kimseyle kötü olmak istemeyen adam profili çizdiler. Gerçekleri çok iyi bildikleri halde suskunluğu ve kapalı kapılar ardında pazarlığı daha kárlı saydılar.
* * *
Şu ana kadar tek cesur çıkışı Şile Belediye Başkanı İhsan Çayıroğlu yaptı.
Çayıroğlu gönderdiği mektubunda, 'Yazınız için teşekkürlerimle kutluyorum' dedikten sonra, 'İstihdam yaratmaz ve toplu sözleşmeye yüzde yüz prim vermezseniz kaybedersiniz. Sonra her şey berbat olur ' diye ekliyor.
Çayıroğlu mektubunda, 'Yapanın yanına kár olmaya devam ettikçe, testiyi kıranla getirenin farkı olmadıkça, mehter marşıyla gider geliriz' demiş.
Doğru söze ne denir?
TEL: 677 04 25
FAKS: 677 04 21
E-MAİL:
tsavkay@hurriyet.com.tr
Paylaş