Paylaş
Dilerim bu yazıdan hepimiz birtakım dersler çıkarırız:
“Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) yapıcısı Mithat Paşa, Yıldız’daki uydurma mahkemede, kiralık yargıçlar önünde yapma ve uydurma suçlardan mahkûm edilir.
Sonradan boğdurulacağı zindana sürgün edilecektir. Bir gemiye bindirilir.
Ama gemi Boğaz’dan dışarı çıkmaz. Kızkulesi önüne gelince demir atar, durur. Kırk sekiz saat burada yatar. Neden sonra yola çıktığı bir türlü anlaşılamamış.
Mithat Paşa kimdir, ne yapmak istemiştir; Abdülhamid ona neden kızmıştır?
Mithat Paşa’nın bindirildiği geminin kazanı mı patladı?, makinesi mi bozuldu, daha yolun başında dibi mi delindi? Nedir; ne oldu da gemi birkaç yüz metre açıldıktan sonra, kırk sekiz saat Kızkulesi açığında demir atıp durdu?
* * *
Yakınında olanlar, bunu Abdülhamid’e sormuşlar, padişahların en işkillisi ve en kurnazı olan Sultan şu cevabı vermiş:
Mithat Paşa’nın uğruna kendisini feda ettiği millet, bakalım onun için ne yapacak, Mithat Paşa’yı kurtarmaya çalışacak mı diye merak ettim de, bunu anlamak için Kızkulesi önünde kırk sekiz saat beklettim.
Mithat Paşa’yı milletinin anayasayla yönetilmesini istediği için boğduracağı zindana götürecek olan gemi, kırk sekiz saat değil, kırk sekiz gün Kızkulesi önünde demirli kalsa, kimsenin kılını kıpırdatacağı yok.
Sağır bir ortam, sağırlaştırılmış bir ortam, vurdum duymaz olmuş bir ortam... Abdülhamid bunu iyi biliyor. Ama işkilli ve kurnaz olduğu için, bir kere daha denemek, anlamak istiyor.
Mithat Paşa’nın hapsedildiği gemi, Kızkulesi önünde demirliyken, gazeteler bu karara karşı yayın yapsalar, İstanbul’da küçük bir kıpırdanma, başkaldırma, ayaklanma başlangıcı olsa kurnaz padişah, Paşa’yı Taif Zindanı’na göndermekten vazgeçecek. Ya bir aff-ı şahane, ya bir karar değişikliği... Ama kiralık, satılık kalemler, hem de en tanınanları, en ünlüleri, Paşa’nın sözde kanun yoluna sokulmuş, bir meşru biçim verilmiş, bu eşsiz siyasi cinayeti savunmakta, onun doğru olduğunu millete ispata çalışmaktadırlar.
Kısaca anlatmaya çalıştığım, ortamın sağırlığını gösteren bu olay, beni çok düşündürür.
Mustafa Kemal’i düşünürüm; milletin kurtuluşu uğruna yalnız rütbelerini, nişanlarını saltanatın suratına çarpan değil, canını ortaya koyan Mustafa Kemal’i...
* * *
Makam-ı saltanatın elinde Mustafa Kemal’in idamı için ölüm fermanı vardır. Osmanlı Müslümanlığının en ulu, en yüce din adamı, Mustafa Kemal’in idamına fetva vermiştir.
Biliyorum, pek çokları şimdi söyleyeceklerime sinirlenecekler, kızacaklardır. Bir varsayım olarak şöyle tasarlıyorum: İdamına fetva verilmiş Mustafa Kemal’i padişahçı ve emperyalist uşağı kuvayı inzibatiye ele geçirip yakalamış olsaydı. Mithat Paşa’yı hapsettiği gemiyi İstanbul limanında kırk sekiz saat bekleten Sultan Abdülhamid gibi, Sultan Vahdettin de Mustafa Kemal’i darağacına göndermeden, bakalım ne olacak diye kırk sekiz saat, kırk sekiz gün, kırk sekiz hafta bekletseydi, ne olurdu, dersiniz?
Uğruna canını koyduğu insanlar, Mustafa Kemal için ne yaparlardı?
Bu varsayımın pek çok kişinin canını sıkacağını biliyorum. Bir başka varsayım daha söylemek isterim. Mustafa Kemal’in idam fetvasına meşihat mührünü basmış olan din adamı, bugün aramızda yaşayabilmiş olsaydı, hepimizden çok Atatürkçü kesilecek ve herkesten çok ‘Atam sen ölmedin, kalbimizde yaşıyorsuuuun!’ diye bağırmaktan sesi kısılacaktı.
Toplumumuz, Mithat Paşa dönemi sağırlığından bugün ne oranda bir duyarlılığa gelmiştir?
Sağır bir ortam... Ama gerçek ulusseverler ortamın sağırlığına kızmazlar, bilinçle duyarlı bir ortam yaratmak için yine de çalışırlar.”*
Yazı böyle... Aziz Nesin iyi ki bugünleri görmemiş. Herhalde kahrından bir kez değil, bin kez ölürdü.
* Bu yazı Bütün Dünya’nın Mayıs sayısında yayınlanmıştır. T.T.
Paylaş