Paylaş
Akçakale’deki çay bahçelerinden Ceylanpınar’daki lokantalara her yerde aynı. Ne kadar ayak işi varsa... Komilikten bulaşıkçılığa vasıf gerektirmeyen ne kadar görev... Bölgede karşınıza hep Suriyeliler çıkıyor. Ceylanpınar Öğretmenevi’nin kadın işletmecisi anlattı. “Ben günde 25 lira yevmiye veriyorum diye esnaf benim üzerime geliyor. ‘Piyasayı yükseltme’ diyorlar. Bazıları günde 5-10 liraya çalıştırıyor” dedi.
Aralarında güzel olanları evine kuma getirenleri gazeteler yazdı. Ama en az onun kadar vahim ve daha da yaygın yaşanan asıl istismar ise bölge halkı Suriyelileri köle gibi kullanıyor. Yarım paket sigara karşılığında tarlasındaki otları yolduranlar duydum. Bir doktor anlattı. Ceylanpınar’daki kampta yaşayan Suriyelilerden biri kardeşinin çiftliğine gidiyor. Günde 5 liraya başka çiftliklerde çalıştığını söyleyip iş istiyor. Kardeşi o gün makul bir yevmiyeyle çiftlikte bir iş buluyor. Ama ertesi gün, Suriyeli başka bir çiftlikte yine aynı paraya çalışmaya devam ediyor.
Esnafın mazereti hazır. Bir lokantacıya sorunca şöyle dedi: “Bu insanlara devlet ayda 100 lira veriyor. Bütün sağlık harcamaları bedava. Kalacak yer sorunları yok. Biz onlara ekmek veriyoruz. Daha ne istiyorlar!”
Mantık, iki açıdan sakat. Evet, Akçakale’den Ceylanpınar’a giderken yolun kenarında çamur evlerde yaşayan bölge halkını gördüğünüzde Suriyelilere hükümetin sağladığı imkânların insanlarda bir öfkeye neden olmasını anlıyorsunuz. Ama birincisi... Bir yandan cömertlik yapıp öte yandan bu insanların modern bir köle haline getirilmesine göz yumamazsınız. İkincisi de bütün küçük işlerin onlardan başka kimsenin kabul etmeyeceği bir ücretle bu kişilerin eline geçmesine müsaade edip bölgenin istihdamını sarsamazsınız. Yaparsanız... Amerikalıların on yıllardır Meksikalı göçmenlerle yaşadıkları sorunların aynısıyla siz de karşı karşıya kalırsınız. Değişen demografi... Kaçak işçi sorununa bağlı işsizlik. Onun tetiklediği yabancı düşmanlığı ve ırkçılık... İçe kapanan göçmenlerin artan suç eğilimi...
Anlattığım döngünün Türkiye’ye de hiç uzak olmadığını anlamanız için işin ne boyuta vardığını söyleyeyim. Gaziantep’teki meşhur İmam Çağdaş Kebapçısı’na gidin. Orada bile karşınıza çıkıyorlar. Hiç konuşmadan masanızdaki boşları topluyorlar. Ürkek, suratlarında tedirgin bir ifade oradan oraya koşturup... Sürekli azar işittikleri garsonların emirlerini yerine getirmeye çalışıyorlar.
Bunun dışında bir de Suriyelilerin bölgede neden oldukları bir alım ekonomisi var ki... O da ayrı sorun. Kamplar ilçelere paylaştırılmış. Mesela Ceylanpınar’da aşağı yukarı 16 bin Suriyeli kalıyor. Akçakale’de 35 bin. Ama bütün kamplarda, hükümet göçmenler için kişi başı her gün 16-20 lira arası para harcıyor. Akçakale boyutunda bir kamp için bu, ayda 20 milyon lira demek. Bunun harcanma şekliyse konu aciliyet içerdiğinden bildik ihale yöntemlerinden tamamen farklı. Para Başbakanlıktan kaymakamlıklara geliyor. Kaymakamlar da ‘Afet Yönetmeliği’ uyarınca 100 bin liraya çıkan limit üzerinden ihale filan yapmadan alımları çoğu zaman doğrudan temin yöntemiyle hallediyor.
Çarpıklık... Alımlar çoğu zaman Kaymakam ya da bir memurun iki dudağından çıkan lafla oluyor. İlçedeki bir esnafı arıyorlar mesela. Ertesi güne 5 bin çift pabuç istiyorlar. O pabucun piyasa değeri ne?.. Kalitesi nasıl?.. Hiç önemi yok. Daha vahimi: Aciliyet bahanesiyle o alımları kontrol eden harcama, piyasa araştırma komisyonları da çoğu zaman işini yapamıyor. Bölgedeki bir Bayındırlık yetkilisi anlattı. Kaymakamlar Bayındırlık görevlilerine sayımlarda işi fazla karıştırmamaları için baskı yapıyormuş. “Arkadaşlar, örneğin 5 bin kalem görünen bir alımda en fazla 3 bin kalem teslimat yapıldığını fark etseler bile önlerine gelen kâğıtları imzalamak zorunda kalıyorlar” dedi.
Suriyelilere gelince... Onlar ise kendi üstlerinden dönen milyonlarca liralık kavgadan habersiz hayata tutunmaya çalışıyor. Ama asıl ilginci... Geçen sene Hatay’da kiminle karşılaşsam Esad’a lanet ediyorken, savaş uzadıkça şimdi onların da Esad yanlısı olan, görece varlıklı olanları geliyor. Akçakale sınır kapısında içeri gelenlerle konuşuyorum. Şanlıurfalı Mehmet Horoz’un Rakka’daki bombardımandan kaçan bir kadın akrabasıyla karşılaştım. Mülkleri hep Suriye’de. Ne olacak bu iş, dedim. Uzayacak, dedi. “Siz kimin kazanmasını istiyorsunuz” dedim. Önce söylemek istemedi. En sonunda da, “Biz Esad varken rahattık, o kalsın” dedi. Sınırdaki bir memura anlattım bunu. O da aynen şöyle dedi: “Zaten artık gelenlerin çoğu Esad yanlısı. Uzun süre direndiler. Şimdi onlar da geliyorlar.”
Paylaş