ABD: Biz açıklık ve basın özgürlüğü isteyen Türklerin tarafındayız

Dışişleri Bakanı Davutoğlu geliyor Pazartesi Washington’a. Aynı gün hem John Kerry hem Chuck Hagel hem Susan Rice’la buluşup son dönem iyice gerginleşen Türk-Amerikan ilişkilerini rayına sokmayı planlıyor. Gelişinden evvel konuyu sorduğum Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın söylediği ise aynen şu: “Biz daha fazla açıklık, daha fazla basın özgürlüğü, daha fazla hesap verme sorumluluğunda bir hükümet isteyen Türklerin tarafında duruyoruz.”

Haberin Devamı

Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’deki Dışişleri tecrübesi 10 yılı aştı.
Hadi danışman faslını saymadık diyelim… Sadece bakanlığı bile şimdi beşinci yılında.
Ve bu süre zarfında, büyük kısmı hâlâ dışarıya yansımamış cok zor olaylara tanıklık etti.
Mavi Marmara olmuş. 2010 Haziran’ında Washington Willard Otel’de gördüm örneğin. Halen sesi titriyordu.
Esad’la 2011 Ağustosu’nda yaptığı 6 saatlik meşhur görüşme var.
2012 Haziran’ı… Suriye’nin Türk uçağını düşürdüğü gün. Televizyona onu çıkartmıştı Başbakan.
Daha yeni 2013 Ekimi’nde Türk pilotların kurtarılışı var ki, büyük oranda başroldeydi.
İşte bütün bu kritik anlardan sonra bu 4.5 yıllık bakanlık döneminin en zor dönemeçlerinden birine daha hazırlanıyor Davutoğlu…
Ve 2010’daki Mavi Marmara / BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran yaptırım oylamasından beri Türk-Amerikan ilişkilerinin en kötü olduğu dönemde ilişkileri toparlamak için Washington’a geliyor.
Pazartesi günü…
Tek günlük bir ziyarette…
Bir nevi “Mission Impossible”a çıkıyor.

*

En son Erdoğan’ın Mayıs’ta Obama ile yaptığı görüşmelere eşlik etmek için Washington’daydı Davutoğlu.
Bu gelişinde ise hem ABD Dışişleri Bakanı John Kerry hem Savunma Bakanı Chuck Hagel hem de Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice ile bir araya gelmeyi planlanıyor.
Bir de Brookings Enstitüsü’nde yapacağı konuşma var.
Ele alacağı konular belli.
Ben de önceden çalışıyorum.
Gezi sonrası yaşanan atışmalar, havada uçuşan komplo teorileri…
Suriye’de “Vursana”, “Vurmayacağım”, “Niye vurmuyorsun” gerginliği…
Mısır’da “darbe mi, değil mi” tartışması…
Suriye’deki El Kaide bağlantılı gruplarla ilişkiler, Hatay Havalimanı’na inen sakallılar konusu…
Bağdat’la yaşanan kriz, Kuzey Irak Kürtleriyle petrol anlaşmaları…
Kıbrıs’ta bitmeyen tango…
İran’ın nükleer programı vesaire…

*

İşte Yönetim’de Davutoğlu’nun gezisi öncesi havanın nasıl olduğunu, bu meselelerdeki farklılıkların görüşmelerde nasıl aşılacağını öğrenmeye çalışırken de sonunda en üst düzeyde bir açıklama almayı başardım.
Türkiye’nin dahil olduğu Avrupa ve Avrasya coğrafyasından sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın göreve geldikten sonra yaptığı kamuoyu önündeki ilk konuşmasına katıldım.
Atlantic Council’deki sunumu bittikten sonra da soru-cevap kısmında aynen sordum.
“Önünmüzdeki hafta Dışişleri Bakanı Davutoğlu geliyor. Gezi Olaylarından beri ikili ilişkiler çok farklı gelişiyor. Suriye, Mısır ve diğer bölgesel konular iki müttefik arasındaki farklılıklara dönüştü. İkili ilişkileri bugün nasıl tanımlıyorsunuz” dedim.
Sözcü döneminden tanıştığımız ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki günlük brifinglerde çoğu zaman Türkiye’ye ilişkin sorular sorduğum için, “Kendimi Dışişleri kürsüsünde gibi hissettim” diye esprili bir girişten sonra aynen şunları söyledi.
“ABD ve Türkiye arasındaki ittifak sadece iki ülke ve bizim güvenliğimiz için değil ama şimdi karışık bir bölgenin çevresinde bir motor olarak da hayati. Türkiye saydığım bütün zor konularda (Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki karışıklıklar) önemli bir ortak. Tatiklerde her zaman bire bir aynı düşündüğümüze tanık olmayacağız. Ama büyük stratejide her zaman aynı fikirdeyizdir. O yüzden mesele ne yapılacağı konusunda açık bir diyaloğu sürdürmeyle ilgili. Türkiye’nin içindeki demokratik gelişmelerle ilgili ise… Açıkçası biz daha fazla açıklık, daha fazla basın özgürlüğü, daha fazla hesap verme sorumluluğunda bir hükümet isteyen Türklerin tarafında duruyoruz. Bunu söylemekten de hiçbir zaman çekinmeyiz. Bence müttefikliğimizin güzel olan yanı da, aynı fikirde olmadığımızda bu konuda dürüst olabilmemiz.”

*

“Suriye şöyle olacak”, “Mısır’da bunu düşünüyoruz”, “Çin füzelerinden rahatsısız”, “İran’da beklentimiz bu” yok.
Gezi, Gezi, Gezi…
“Biz daha fazla açıklık, daha fazla basın özgürlüğü, daha fazla hesap verme sorumluluğunda bir hükümet isteyen Türklerin tarafında duruyoruz.”
Var tabii.
Bunları dışında bir de Kıbrıs var. Benim sorum üzerine değil ama başka bir bölümde Nuland’ın Kıbrıs konusunda söyledikleri de şunlar:
“Enerji rönesansı, bir bütün olarak serbest ve barış içinde bir Avrupa inşa etmede 25 yıllık projemiz için yeni fırsatlar ortaya koyabilir. Kıbrıs açıklarında büyük bir doğalgaz kaynağının keşfiyle, Kıbrıslı Dışişleri Bakanı (Yannis) Kasulides, tıpkı kömür ve çeliğin 1949’da Fransa ve Almanya arasında oynadığı rolde olduğu gibi gazın da adanın bölünmüşlüğünü gidermek için önemli bir rol üstlenebileceğini kamuoyu önünde belirtti. ABD, Cumhurbaşkanı (Nikos) Anastasiadis ve Kıbrıs Türk lideri (Derviş) Eroğlu’nun yönettiği Kıbrıs’ın iki tarafının, adada gerçekten iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon için son aylarda beraber çalışma konusunda gösterdiği iradeden etkilendi. Taraflar arasında karşılıklı makul bir anlaşmaya varılması için Türkiye ve Yunanistan’ın desteğine de minnettarız. Bugün kapsamlı bir anlaşma için hem liderlik hem de ortak menfaat mevcut. Bu zaman boşa harcanmamalı. Bir anlaşma, adanın ötesinde faydalara sahip olacaktır. Bunun Doğu Akdeniz’in her tarafında ve NATO-AB ilişkilerinde de son derece olumlu bir etkisi olur. Eğer adanın bütün sakinleri gazın çıkarılması için beraber çalışmazlarsa bu fırsatı kaybederler. Türkiye ve Yunanistan’daki durum da değişti. Bu sorunun çözümünün iki komşuya daha büyük çıkar sağlayacağı konusunda bir anlayış var. Bunun açığa çıkarılması gerekiyor. Bu filmi daha önce gören bizler tarafından da bunun desteklenmesi lazım. Ancak ben bu sefer temellerin daha iyi olduğuna gerçekten inanıyorum.”

*

Nuland, görüşmelerde olumlu olabilecek tek konuyu biraz Kıbrıs olarak gördüğü için…
Biraz da Avrupa masası olarak Ortadoğu işlerine pek girmek istemediğinden, ikili ilişkileri işte dün aynen bu minvalde bir çerçeveye oturttu.
Ve Davutoğlu’nun ziyareti öncesi pek de ümit veren bir hava sunmadı.
Karamsar seyirde bir değiklik yok, sizin anlayacağınız.
Ama bunun dışında Türk dış politikasının Washington’da nasıl sonuçlar doğurduğunu anlamanız için ilginç başka bir detay olarak…
Gidişat değişmese de, biliyor musunuz, Türkiye yüzünden Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın organizasyon şeması ve görev tanımları değişti.
Nasıl mı?
Türkiye, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda Avrupa ve Avrasya masasının altındadır.
Mesela gazeteci olarak resmi bir açıklama istediğinizde, sizi de bu masaya yönlendirirler.
Ama sorun…
Son iki yıldır Ortadoğu konuları Türkiye’nin dış politikasını o kadar domine etti ki, Türkiye en çok Ortadoğu masasının portfolyosuna giriyordu.
Ve bir soru sorduğunuzda Avrupa masası da konuyu Ortadoğu masasıyla koordine etmek zorunda kalıyordu. İş uzuyordu…
Çözüm buldular en sonunda.
Ve Türkiye’nin dahil olduğu Avrupa masasının altındaki Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs departmanına Ortadoğu ve Kuzey Afrika koordinasyonu görevini de verdiler.
Nitekim departmanın başına yeni atanan Amanda Sloat’u da, geçmişinde hem Avrupa hem Ortadoğu çalıştığı için seçtiler.
Bazıları diyor ya, “Tarihi akışını değiştireceğiz” diye.
Kısmen doğru aslında.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın organizasyon şeması değişti mesela.

www.twitter.com/tolgatanis

Yazarın Tüm Yazıları