Paylaş
Demet Akbağ'ın hafızalara kazınan karakteri Feriştah
Usta oyuncu, yazar, şair ve yapımcı Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı işleri yıllardır beğeni ile takip ederim. Ülkemizin saygın, üretken değerlerindendir. Özel hayatı ile ilgilenmedim hiç, tüm diğer sevdiğim sanatçıları olduğu gibi onu da ürettikleri ile değerlendiriyorum. Herkes gibi ben de onu 1993’te hayatımıza giren Bir Demet Tiyatro ile tanıdım. Ülkemizin en önemli oyuncularından Demet Akbağ ve daha pek çok değerli oyuncuyla bize çok güzel bir gösteri sunmuşlardı uzun süre. Demet Akbağ, bence gerçekten en önemli oyunculardan biridir, laf olsun diye söylemiyorum, gerçek bir yıldızdır ve bana sorarsanız “diva” sıfatını çoktan hak etmiştir. Akbağ’ın Bir Demet Tiyatro’da canlandırdığı karakterlerden biri de “Feriştah” idi, hatırlayanlarınız vardır. Bu sözcüğün anlamını bilmiyordum o yıllarda ama sokak argosunda, “Feriştahınız gelse bana bunu söyleyemez” gibi kullanılan bir laf olduğu için, az çok bir anlam sezinlemesi oluyordu. Başka pek çok önceliklerim nedeniyle, yıllar sonra aklıma geldi “feriştah”ın ne demek olduğunu öğrenmek.
ÖNCE HATIRLANMASI GEREKENLER
8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor. Yine pek çok yerde kadınlara çiçek dağıtılacak, gül pahalı olduğu ve olayın ideolojik kökenine daha yakıştığı için karanfil tercih edilecek muhtemelen. Çiçek vermenin kötü bir tarafı yok elbette ancak çiçeğe sarılınca, olayın özü kaçıyor, belki de kadınlar gününün anlamı buhar olup uçuyor. Bu nedenle, pek çoğumuzca bilinse de, kadınlar gününün nasıl ortaya çıktığını bir hatırlamakta yarar var. Feriştaha döneceğiz sonra.
ERKEKLERİN EGEMENLİĞİ
Erkek işi diye bir şey yok. Herkes her işi yapıyor. Foto Kate Ferguson - Unsplash
Erkek Denizinde Kadın Gemiler (Geoturka Yay. 2019) isimli kitabımda da vurguladığım gibi, neredeyse tarihin başından bu yana kuralları erkekler koyuyor. Bunun tek nedeni, fiziksel olarak daha güçlü olmaları. Yani açıkça zorbalıkla! “Kadına asla saygı duyulmadı” anlamına gelmez bu ama egemen sınıf yaptı erkekler kendilerini. Bunun da temelindeki argüman, “Ben ne dersem o olur, karşı çıkarsan döverim!” oldu. Kuralları erkekler koydu, mal sahibi erkekler oldu, işverenler erkekler oldu ve binlerce yıl böyle akıp gitti. Zaman içinde erkekler, kendi egemenliklerini destekleyecek teoriler geliştirmeyi de ihmal etmediler tabii. Mitolojiler, dinsel inançlar ve pek çok unsur, “Tabii canım, erkek ne derse odur” demeye getirdi.
Fakat gün geldi, tüm görevi erkekler tarafından “evde oturup ev işleriyle ilgilenmek ve çocuk yetiştirmek” olarak dikte edilmiş kadınların da çalışması gerekti. Çünkü yine erkeklerin kurduğu ekonomik sistem insanları çok zorlamaya, buhranlar ortaya çıkmaya, açlık denen şey yaygınlaşmaya başlamıştı. Bir tek kişinin çalışması yetmiyordu artık bir ailede. Ayrıca kadının çalışması için ille de birinin eşi olması da gerekmiyordu, yaşamını sürdürebilmek için çalışmak istemek, en doğal insan hakkıydı.
İŞİNE GELİRSE!..
Ne var ki erkekler, kendileri ile aynı işi yapsalar da kadınlara aynı ücreti ödemeyi reddettiler. Hatta kendilerinden daha iyi yapsalar da reddettiler, kendilerinden daha iyi yapanları bertaraf etmeyi tercih ettiler. Tarih bunların örnekleriyle dolu. (Benim kitabımda birkaç tanesi var.) Bir süre böyle gitti gitmesine ama insan doğası bu, adaletsizliği görmesi için doğaüstü güçlere gereksinimi yok. Neden aynı işi yapan insanlardan birine 10 verirken diğerine 6 verilsindi ki? Bunu neyle açıklıyorlardı? Sadece cinsiyet farkıyla. Ve itiraz edene yanıt da hazırdı: “İşine gelirse! Senin yerine çalışmaya can atan binlerce kadın var.” İsyanlar, başkaldırılar başladı. Eh, haliyle…
ERKEK İŞÇİLER DE ZORDAYDI
Tabii çalışma koşulları herkes için zordu, günlük mesai anlayışı bugünkü gibi 8 saatle sınırlı değildi, işverenin keyfine göre 12, 14 hatta 16 saat olabiliyordu. Haftalık izin pek çok yerde yoktu, yıllık izin, yani tatil ise henüz fikir bile değildi. Yani insanlar, zor şartlar altında, neredeyse karın tokluğuna adeta kölelik ediyorlardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde 40 bin dokuma işçi, 8 Mart 1857’de, daha iyi çalışma koşulları için greve gitti. Grev mi? Vay, sen misin sahip olduğundan daha iyisini isteyen! Polis hücuma geçti greve giden işçilere karşı, kaçan kaçtı ama fabrikalardan birindeki işçiler fabrikanın içine girince polis onları dışarıdan kilitledi. İçeride de nasıl olduysa, yangın çıktı. Kapalı kalan işçiler, yanarak can verdiler. 129 kadın işçi, o gün, sadece “daha iyi çalışma koşulları ve eşit işe eşit ücret” istedikleri için kül oldu.
ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE?
Olay duyuldu, yayıldı, simge halini almaya başladı. 1910 yılında Danimarka’da toplanan Sosyalist Enternasyonal’e bağlı kadınlar, 1857’de yaşanan bu acı olayın yıldönümlerinin “Internationaler Frauentag”, yani Uluslararası Kadınlar Günü veya Dünya Kadınlar Günü ilan edilmesini gündeme getirdiler ve oybirliğiyle kabul ettiler. Bundan 7 yıl sonra Rusya’da komünist devrim oldu, dünyanın bir kısmı komünizmle yönetilmeye başlandı, diğer kısmı da antikomünist oldu. Tabii Sosyalist Enternasyonal’in önerisi olduğu için Dünya Kadınlar Günü, ne yazık ki sosyalist/komünist blokta ziyadesiyle kabul gördü ama diğer taraf, yani liberal dünya, buna hiç yanaşmadı. Hatta yıllar yılı, Dünya Kadınlar Günü “komünist işi” diye hor görüldü, yasaklandı. Halbuki argüman çok basitti ve hiçbir ideolojisi yoktu, olamazdı: Eşit işe, eşit ücret! Şeytan bunun neresinde?
AĞIR GELEN ÖZGÜRLÜK
Bugün dünyanın her yerinde -çoğunlukla- rahat kutlanıyor 8 Mart.
Tabii ne kadar yasaklarsan yasakla, eğer ortada bir adaletsizlik varsa, ona karşı çıkan sesleri bastırmak mümkün olmamıştır tarihte hiçbir zaman. Örneğin, en zorlu yıllarında Türkiye’de bile kutlandı 8 Mart. Daha Cumhuriyet kurulmadan hem de. Birleşmiş Milletler de dünya genelindeki bu sese nihayet 1977’de kulak verdi ve olayın yaşanmasından tam 120 yıl sonra, 16 Aralık 1977’de aldığı kararla Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etti. Türkiye’de ise 70’lerin sonu epey karışıktı, 1980 darbesi zaten her şeyi susturdu ve nihayet, gönül rahatlığıyla, açık açık, ferah ferah 8 Mart’lar, ülkemizde 1984’te kutlanmaya başladı.
İLK FIRST LADY
Bütün bunların başladığı ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1857 yangınından bir asır kadar önce, 1789’da ABD’nin ilk başkanı George Washington ülkeyi yönetmeye başladı. Eşi, Martha Washington idi. Onların ömürleri görmeye vefa etmedi ama 1838 tarihli bir belgede Martha Washington için “first lady” (först leydi okunur) tabiri kayda geçti. Hayattayken kendisi bu sözü duydu mu, bilmiyoruz, ilk kayıt bu. Daha sonrası için başka rivayetler de var. Sonra bütün dünyaya yayıldı bu first lady lafı, şimdi her ülkenin kendi först leydisi var.
1857’de 129 kadın bir fabrikada yanarken ABD’nin başkanlık koltuğunda oturan kişi James Buchanan’dı. Ancak Buchanan’ın First Lady’si yoktu! İlginç bir tesadüf olarak, ABD’nin hiç evlenmemiş tek başkanıydı o! Belki o gün bir first lady olsaydı duruma müdahale ederdi, belki onca insan ölmezdi, bilemiyoruz.
FERİŞTAH’IN ANAVATANI
8 Mart'ın tatil durumu. KIRMIZI resmi tatil, TURUNCU sadece kadınlara tatil, SARI gayrı-resmi tatil.
Bu “first” sözcüğünün tarihi de ayrı ilginç. Hint-Avrupa dil ailesinden geliyor. İngilizce “first” olan sözcük, Almanca “fürst”. Ancak eski İngilizce’de “fyrst” diye geçiyor ve Proto-Almanca’da da “furista”. Sözcükler İngilizceye geçmeden önce genellikle Almancadırlar. Peki bu “furista” sizde bir çağrışım yaptı mı? Farsçası “firişta”dır. “Birinci, öncü, önde gelen” anlamına gelir. Avesta metinlerinde “fraeşta” diye geçer. Buradan, milyonlarca sözcüğün aktığı gibi Hint-Avrupa dillerine akmış, “firişta”dan yola çıkıp “first”e kadar yol almıştır. Yani İran-Hint coğrafyasından çıkmış, Amerika’ya kadar uçmuştur. Bu arada Türkçeye de geçmiştir elbette: Feriştah! Birinci, önde gelen.
KADINLAR EŞİTLİK İSTİYOR. ÇÜNKÜ EŞİTİZ.
Birinci olmak, önde gelen olmak, erkeklerin binlerce yıldır haksız olarak kendilerine biçtiği bir kaftan. Kadınlara “First Lady” denmesi, bir nezaket. Bunca yıldır çalışmalarımda görüştüğüm hiçbir kadın “biz önde gelen olacağız” demedi –kaldı ki pek çok konuda zaten önde gidiyorlar, o ayrı– hepsinin istediği “eşit” olmak. Başka deyişle şöyle diyorlar bence: “Siz niye feriştahsınız ki? Kim size feriştahlık hakkını verdi ki? Eşitiz!” Bence de çok doğru söylüyorlar. Kim biz erkeklere böyle bir hak verdi ki? Erkek Denizinde Kadın Gemiler isimli kitabımdaki argümanımı burada da tekrarlamak isterim: “Dünyanın nüfusunun yarısı erkek, yarısı da kadın. Nasıl olur da bir yarı, diğer yarının üzerinde tahakküm kurar?”
Biz erkeklerin, haddimizi bilme zamanımız çoktan geldi. Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, feriştah değil. Dünya Kadınlar Günü… “kutlu olsun” olsun demek tuhaf geliyor geçmişini bilince. Çok da kutlanası bir durum yok ortada. En makul dilek herhalde şu: “Dünya Kadınlar Günü İşe Yarasın”.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SERİN VE YAĞIŞLI
Bugün Güney Marmara’da genel olarak günlük güneşlik, pırıl pırıl ve hayli ılık bir havaya uyandık. Ama bu, lodosun da etkisiyle oluşan, geçici bir durum. Yarın rüzgâr kuzeye dönünce yine serinleyeceğiz hatta cumartesiyi pazara bağlayan gece yağışın da kendisini göstermesi bekleniyor. Cumartesi rüzgâr çok karışık, tam geçiş, fakat pazara kuvvetli bir poyraz var. Önümüzdeki haftanın da serinliğin sürmesi bekleniyor. Kalın sağlıcakla.
Paylaş