Paylaş
BAŞBAKAN Davutoğlu partisine sık sık “lüks, şatafat, nepotizm, kayırmacılık” uyarılarında bulunuyor, “erdemli olmak”tan bahsediyor.
Son olarak adaylarını bu konuda uyarmış, seçimlerde lüks arabalardan, şatafattan sakınmalarını istemiş.
Bu, hem Başbakan Davutoğlu’nun samimi hassasiyetini hem iktidarda olma gücünün AKP’de nasıl bir “nepotizm, kayırmacılık, lüks, şatafat” gibi bozulma eğilimlerine yol açtığını gösterir.
Bozulma ya da yozlaşma ile güç arasındaki ilişkiyi Prof. Davutoğlu’nun kendisi de şu sözlerle ifade etmişti:
“Her siyasi harekette güçten kaynaklanan hatalar olabilir.” (28 Ağustos 2015)
Evet, her siyasi harekette!
MUHAFAZAKÂRLIK VE GÜÇ
Muhafazakâr olmanın bozulmayı önlemediğinin kanıtı yolsuzluk iddiaları ve bu iddiaları ciddiye alan uluslararası raporlardır. Siyasi güç kullanılarak dosyaların kapatılmasıdır, nihayet bizzat yeni başbakanın sürekli uyarılar yapmak gereğini duymasıdır.
Kim güçlüyse onda oluşan bir eğilim... Daha 1926’da Ağaoğlu Ahmet Bey, Gazi’ye verdiği raporda “İnkılap partisi yolsuzluğa batmıştır” diye yazıyordu.
Güç hırsının ve “dünya nimetleri”nin Üçüncü Halife Hz. Osman devrinde nasıl bozulmalara yol açtığı bilinmektedir. İslamcı Prof. İhsan Süreyya Sırma’nın, yeni bir bakışla yazdığı “Müslümanların Tarihi” adlı kitabında Müslümanların ders alması gereken bu olaylar açıkça ve tevilsiz anlatılmaktadır. 7. yüzyılda Hz. Osman’ın sekreteri Emevi kabilesinden Mervan’ın, nepotizm ve yolsuzlukları eleştirenlere karşı söylediği şu sözlere bakın:
“Size ne oluyor? Sanki gelmiş, elimizden iktidarımızı/mülkümüzü almak istiyorsunuz. Çekin gidin buradan!” (Cilt 3, s. 195)
19. yüzyılda liberal filozof Lord Acton da şöyle diyecektir: “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar!”
NE YAPMALI?
Öyleyse herkes güçsüz mü olsun? Kamu gücü ve bunu kullananlar olmasın mı? Hayır.
Doğu ve Batı tarihlerinde mükemmel ahlak örneği hükümdarlar, yöneticiler olmuştur. Fakat insanlık uzun asırlarda tecrübelerle fark etmiştir ki, bu mesele sadece şahsi ahlak meselesi değildir, sistem meselesidir.
Onun için “kuvvetler ayrılığı” fikri gelişti. Kuvvetlerin tek elde toplanmaması, aksine birbirini denetleyip dengelemesi için.
Sayıştay gibi bağımsız kamu denetim kurumları oluşturuldu. Yargı bağımsızlığı en önemli konudur.
Meclis çoğunluğunun da gücünü kötüye kullanmasını önlemek için Anayasa Mahkemeleri kuruldu.
Özgür basın ve güçlü sivil toplum sadece siyasetin çoğulcu olması için değil, denetim için de gereklidir. AİHM’ye göre, basın hürriyeti, “kamu denetimi” için olmazsa olmazdır.
KALKINMAK, ZENGİN OLMAK
Kalkınan ülkelerde iktisadi aktörlerin servetleri de büyür. Keşke bizim daha çok sayıda Koç’larımız, Sabancı’larımız olsa... Keşke “Anadolu kaplanları” daha çok ve daha büyük olsa. Keşke toplam sermayemiz daha büyük ve daha çok tabana yayılsa...
Dindar insanların piyasaya girerek iktisadi rasyonalizmle zenginleşmesi de elbette iyidir.
Fakat “ihaleyi taraftarlara verme, siyasi kayırmacılık, nepotizm” gibi yollardan servet yaratılması ise, Fareed Zakaria’nın petrol örneğinde yazdığı gibi “siyasi feodalite” yaratıyor.
Halbuki lazım olan iktisadi rasyonalizmle büyümektir. Siyasi destek kişi ve firmalara değil, bölge ve sektörlere verilmelidir, “Kobi desteği” gibi, “AR-GE desteği” gibi.
Bu da ülkede liberal demokrasinin, bağımsız kamu kurumlarının, yönetimde şeffaflığın, hayatın her alanında hukukun güçlü olmasıyla mümkündür.
Kurumlar ve kurallar zaafa uğrarsa, “erdemli olun, şatafattan sakının” gibi sözler havada kalır.
Paylaş