Paylaş
Evvela, Türkiye kaybetti diye sevinenlerin mariz psikolojisini anlamak asla mümkün değildir. Siyasi bağnazlığın böylesi ‘akla ziyan’dır. 2020 Olimpiyatları’nı alabilseydik, bir süredir unuttuğumuz “AB çıtası” yerine yeni bir çıta oluşacak, evrensel standartlar için yeni bir heyecanımız olacaktı. Ekonomimiz için de taze kan etkisi yaratacaktı...
Artık yapılacak şey, Başbakan’ın söylediği gibi, daha çok madalya almak, bunun altyapısını geliştirmektir.
Daha önemlisi, Türkiye’yi ve İstanbul’u hem “istikrar” bakımından hem dünyaya açıklık bakımından “olimpiyat yapılabilir ülke” standardına ulaştırmaktır. Keşke keskin siyasi çatışmalardan kendimizi kurtarıp böyle ortak bir motivasyona sahip olabilsek.
ÇATIŞMACI KÜLTÜR
Keskin siyasi kutuplaşmalar toplumların ortak motivasyonlara sahip olmasını engelliyor. Singapurlu Prof. Kishor Mahbubani, Asya’nın yükselişini anlatan eserinde, Uzakdoğu mucizesindeki önemli bir etkenin de sert siyasi çatışmalar yerine, pratik hedeflere odaklanmış “barış kültürü” olduğunu belirtir.
Olimpiyatlar yapılırken tribünlerde pankartlar açılıp kavgalar çıktığını, sokaklarda çatışmalar yaşandığını, araçlara, vitrinlere, tesislere saldırılar yapıldığını, biber gazı bulutlarının stadyuma yayıldığını düşünebiliyor musunuz?!
Türkiye deyince akla gelebilecek toplumsal imajlardan biri, son zamanlarda maalesef budur. Japonya deyince akla gelebilecek bir imaj ise, nükleer felaket anında bile düzeni koruyan, su, yiyecek, tıbbi malzeme almak için sırayı bozmayan insanlar toplumu olsa gerek.
Elbette Batı demokrasilerinde zaman zaman toplumsal olaylar olur. Fakat Gezi olaylarında belirli yıkıcı grupların vandalca şiddete başvurmaları, polisin de ölçüsüz güç kullanması ve olayların devam etmesi Türkiye hakkında “istikrarsızlık” şüphesi yarattı.
Hükümetin kendisi bile olaylar çıkacak diye “istihbarat” aldığını söyledi!
YUMURTADAN MOLOTOFA
Bu tablodan dolayı “direniş” adı altında yapılan eylemlerin eleştirilmesi elbette doğrudur. Fakat madalyonun öbür yüzünde iktidarın sorumluluğu vardır. Sadece olayların daha başında polise aşırı güç kullandırmasından değil, ülkede epeydir yaşanan keskin kutuplaşmadan dolayı.
Aralık 2010’da, SBF’de “yumurta atma” gibi, son olaylardaki molotofların yanında çok masum kalan bir eylem yapılmıştı. Ben de bunun üzerine, AKP’nin referandumda yüzde 58 oy almasının muhalif yüzde 42’yi sakinleştirmeye yetmeyeceğini belirterek şöyle yazmıştım:
“AKP’nin üçüncü iktidar döneminde yüzde 42’ler dünden daha ‘muhalif’ ve daha tepkili olacaktır, SBF türü olayların potansiyeli artacaktır.
İktidar mutlaka tansiyonu düşürmeli, dilini yumuşatmalı, muhalefetle medeni ilişkiler kurmaya, muhalif seslere hoşgörülü olmaya özen göstermelidir.” (Milliyet, 11 Aralık 2010)
Bunu ‘ben demiştim’ diye yazmıyorum. Sosyo-politik dinamiklerin bir ölçüde “öngörülebilir” olduğuna iktidarın dikkatini çekmek için yazıyorum.
BU GERGİNLİK NEREYE?
Bugün geldiğimiz nokta, Sayın Bülent Arınç’ın deyişiyle “tef gibi gerilmiş toplum”dur. Tamam, dış güçler, darbe ortamı hazırlamayı hayal edenler, illegal örgütler... Fakat bunlar niye artık sokaklarda kalabalıklar bulabiliyorlar?! İktidar bunu iyi analiz etmeli.
Bu gerginlik böyle giderse nerelere sürüklenebileceğimizi “öngörmek” zor değildir!
Olimpiyatlar, uzun vadeli bir konu... Önümüzdeki kısa dönemde, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu kaynarken, Türkiye’nin toplumsal anlamda bir “istikrarsızlığa” sürüklenmesi korkunç bir felaket olur. Gergin kitleler rahatlatılmalı, yıkıcı unsurlar kitlelerden tecrit edilmelidir. Üç yıl önce yazdığım gibi:
“İktidar mutlaka tansiyonu düşürmeli, dilini yumuşatmalı, muhalefetle medeni ilişkiler kurmaya, muhalif seslere hoşgörülü olmaya özen göstermelidir.”
Paylaş