Paylaş
Türk Ceza Kanunu’nda resmi nikâh yapılmadan imam nikâhı yaptıranlara ve resmi nikâh belgesini görmeden imam nikâhı kıyanlara “iki aydan altı aya kadar hapis cezası” verileceği hükmü vardı. (mad. 230/5 ve 6)
AYM bunu özgürlüklere aykırı bularak iptal etti.
İKİ BAKIŞ AÇISI
AYM’nin bu kararına iki açıdan bakılabilir:
*AYM’nin benimsediği anlaşılan liberal açıdan, isteyen kişi nikâhlı veya nikâhsız yaşar. İsteyen kişi sadece resmi nikâh olmasa da imam nikâhı yaptırabilir... Özgürlük alanına giren bu konuda “İki aydan altı aya kadar hapis cezası” ölçüsüz bir yaptırım olarak da görülebilir.
Keşke AYM aynı “özgürlük” hassasiyetini “yapboz kanunları” ile kurulan sulh ceza hâkimliklerini onaylarken de gösterseydi.
*İkinci bakış açısı toplumsaldır ve kadının korunmasıyla ilgilidir. Gelişmemiş yörelerimizde kızların imam nikâhı ile “kocaya verildiği” bir gerçektir. Böyle evlendirmelerde kadın hiçbir kanuni güvenceye sahip değildir.
Evet, bu tür evlendirmeler gittikçe azaldığı gibi kanundaki yaptırım da uygulanmıyordu. Fakat bu yönde bir şikâyet yapılmış olmalı ki, konu Pasinler Sulh Ceza Mahkemesi’ne intikal etmiş, o da böyle bir cezayı Anayasa’ya aykırı görerek AYM’ye göndermiş.
Demek ki, en azından resmi nikâh olmadan imam nikâhı yaptırmanın “suç” olarak bilinmesi ve böyle “şikâyet” konusu olabilmesi, bir ölçüde caydırıcı olabilirdi.
Endişem, AYM’nin iptal kararıyla bu caydırıcılığın büsbütün kalkmasıdır.
KANUNİ VE ABDÜLHAMİD
Hıristiyanlığın aksine, İslam’da evlenme işlemini din adamının yapması şart değildir, iki şahitle nikâh kıyılır. Mekke ve Medine toplumunda evlenmeleri kaydedecek resmi bir kurum yoktu.
Peygamberimiz, “nikâhın duyurulmasını”, bunun için düğün, tören yapılmasını tavsiye etmiştir. Evlenmenin “duyurulması” o zamanlarda “resmi kayıt” işlevini görüyordu.
Fakat toplumlar büyüyüp sosyal ilişkiler karmaşık hale geldikçe kimin kiminle evli olduğunu veya olmadığını hukuken ispat etmek zorlaştı. Miras davaları karıştı.
Daha Kanuni Süleyman zamanında evlenmeler için şehrin kadısından “izinname” alınması, yani resmi işlem yapılması şartı getirildi. Bu, tarihimizde “resmi nikâh” yönünde önemli bir adımdı.
Abdülhamid zamanında Eylül 1881’de çıkarılan “Sicilli Nüfus Nizamnamesi”nde çok daha önemli bir hüküm getirildi: “İzinname”, yani resmi kayıt yaptırdıktan ancak 15 gün sonra dini nikâh kıyılabilecek; Müslümanlar imama, Hıristiyanlar papaza başvurabileceklerdi.
Bu konuda Prof. Halil Cin’in “İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme” adlı eserine bakılabilir. (s. 228-290)
Benim “Medine’den Lozan’a” adlı kitabımın da temel konusu budur.
AİLE HUKUKUNUN EVRİMİ
Zamanla kayıt işlemlerini yapacak kurumlar gelişti, Cumhuriyet’in düzenlemelerinde 15 gün şartı da kaldırıldı. Tekeşlilik ve hukuken geçerli tek nikâhın resmi nikâh olması hukuki evrimimizin tabii ve gerekli bir sonucudur.
Prof. Hayrettin Karaman da iki şahitle yapılan resmi nikâhın hukuken de dinen de geçerli olduğunu, ilaveten bir de dini nikâh yaptırmanın evlilik kurumunu manen güçlendiren bir uygulama olduğunu belirtir. Ben de bu görüşteyim.
AYM’nin kararı elbette hukuken geçerli tek nikâhın resmi nikâh olduğu hükmüne bir zaaf getirmiyor.
Sorun, resmi nikâh yaptırmadan da imam nikâhıyla evlendirmenin artık suç olmayacağı, şikâyet edilemeyeceği görüşünün toplumda da ne gibi sonuçlar doğuracağıdır.
Paylaş