Paylaş
Kabinede çok olumlu bulduğum iki yönü hemen belirteyim: Biri, ekonomi yönetiminin Ali Babacan ve ekibinde kalmış olmasıdır. Demek ki, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı devam edecek, popülizme itibar edilmeyecektir.
İkincisi, Dışişleri ve AB bakanlıklarına Avrupa kriterlerine inanmış tecrübeli iki ismin getirilmiş olmasıdır: Mevlüt Çavuşoğlu ve Volkan Bozkır.
Belli ki, yeni hükümet Türkiye’nin Batı dünyasında gölgelenmiş olan imajını düzeltmeye çalışacaktır.
Çözüm sürecini başarıyla koordine eden ve kabinenin en yapıcı bakanlarından biri olan Beşir Atalay’ın niye kabine dışı kaldığını ise anlamış değilim.
Yeni bakanlara ve bütün kabineye başarılar diliyorum.
BİR KÜÇÜK ANI
Başbakan Ahmet Davutoğlu ile tanışıklığım, buna dostluğum da diyebilirim sanırım, AK Parti adının bile ortada olmadığı eski yıllara kadar gider. Kendisiyle CNN Türk’te mülakatlar yapmıştım. Unutamadığım anılarımdan biri, Haziran 2009’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Pakistan ve Afganistan gezisidir. Üç farklı eğilimde üç gazeteci, Cengiz Çandar, Soli Özel ve ben, Davutoğlu ile birlikte, Karaçi, Lahor ve hatta Kabil’de her fırsatta kitapçılara koşuyorduk; valizler dolusu kitaplar almıştık.
Siyasi enerjisi o zaman da belliydi.
Güler yüzlü ve mütevazı “Profesör” Davutoğlu ile kitaplar, fikirler, felsefeler üzerine sohbet etmekten çok zevk almıştık.
Sözü iktidarın basınla ilişkilerine getirmek istiyorum.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Yanılmıyorsam Mart 2013’tü. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Conrad otelinde eskisi gibi geniş yelpazeli bir basın kadrosuyla değil, artık hayli daralmış bir basın kadrosuyla sohbet yapacaktı. O günlerde Hasan Cemal, siyasi sebeplerle Milliyet’ten atılmıştı! Bu konuyu arkadaşımız Derya Sazak, “Batsın Böyle Gazetecilik” adlı belgesel kitabında ayrıntılarıyla anlatmıştır. Davutoğlu sözlerine, “Hasan Cemal’in de burada olmasını çok isterdim” diye başlamış, bunu çok takdir etmiştim.
Fakat yapabileceği bir şey yoktu.
Sayın Başbakan Davutoğlu’nun Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda yaşanan ve Türkiye’nin imajını gölgeleyen sorunları gidermek için yapabileceği çok şey var artık.
Toplumdaki vahim kutuplaşmayı gidermek için de yapabileceği çok şey var.
DIŞ POLİTİKA
Davutoğlu’nun dış politikadaki kariyeri çan eğrisi gibi bir seyir takip etti. Önce yükseldi; “komşularla sıfır sorun” politikası Türkiye’nin sadece imajını değil, ihracatını da yükseltti. Batı ekonomileri krizdeyken biz komşularımıza ve Ortadoğu’ya ihracatımızı artırarak ekonomik gelişmemizi sürdürdük. Eğrinin inişe geçmesi Arap Baharı’yla oldu.
Ankara ve bütün Batı başkentleri Arap Baharı ile Ortadoğu’da “demokrasi” heyecanına kapılmıştı. Fakat kaos ve aşırılık çıktı ortaya. Tek istisna, İslamcılarla laiklerin uzlaşarak anayasa yapabildiği Tunus’tur.
Türkiye’nin Asya, Afrika ve burnumuzun dibindeki Ortadoğu’ya açılması elbette doğruydu fakat dozu fazla olmuş, ölçü kaçırılmıştı.
Netice olarak geldiğimiz bugünkü durumda, Türkiye’nin hem iki yüz yıllık tercihi olan Batı ile, hem asla ihmal etmemesi gereken Ortadoğu ile ilişkilerinde hasarlar vardır, “restorasyon” gerektiği açıktır.
Davutoğlu’nun yaşanan tecrübelerden dersler çıkarmamış olması mümkün değildir. Çok temenni ediyorum ki, hem iç hem dış politikada Türkiye bir itidal, muhasebe ve rasyonalizasyon dönemine girsin.
Kurduğu kabinede dış politika, AB ve ekonomi alanındaki isim tercihlerinin Batı’ya yönelik olması tesadüf değildir.
Başbakan Davutoğlu’nun 9 maddelik açıklamasındaki yargı bağımsızlığı konusunu ayrıca yazacağım.
Paylaş