Dünkü “İslam Âlemi” başlıklı yazım üzerine çok yorum ve mesaj aldım. İki değerli okurumun yazdıklarını ‘analiz’ etmek istiyorum.
Bir okurum şöyle diyordu:
“Mısır’da bir seçim oldu, Müslüman Kardeşler iktidara geldi. Mısır Türkiye gibi çağ atlayacaktı. Batı ikinci Türkiye olmasın diye Mısır baharını engelledi.”
Diğeri şöyle:
“İslam dünyasının sorunlarını emperyalistler üretiyor. Türkiye örneğinde olduğu gibi yönetim gerçek Müslümanlara geçince ülke hızla gelişip büyüyor...”
Şimdi analize geçelim.
MISIR VE TUNUS DERSLERİ
Evvela Müslüman Kardeşler’in iktisadi programının ne olduğunu, nasıl bir anayasa yazdıklarını, niye anayasa referandumuna halkın sadece yüzde 33’ünün katıldığını araştırmak gerekmez mi?
Gören Fransızlar korkmuş mudur, gülmüş müdür?!
Bu vatandaşlarımız mesela Fransız Anayasası’nda yargı bağımsızlığının nasıl düzenlendiğini hiç merak etmişler midir?
İkinci haber: Mısır’da Saint George ve Saint Mark kiliselerine terörist saldırılarda meydana gelen patlamalarda en az 44 kişi ölmüş, 119 kişi yaralanmıştı...
Böyle kanlı haberlerin en çok Müslüman ülkelerden gelmesi, El Kaide’lerin, DAİŞ’lerin Müslümanlardan çıkması, bana büyük ıstırap veriyor. Düşünürken zihinlerdeki temel soru şu olmalıdır: Müslümanlar niye kendi sorunlarını çözemiyor?
Haçlı ittifakı, emperyalizm falan yüzünden mi?
‘DIŞ GÜÇLER’
Fakat medreseden “felsefiyat” derslerini kaldıranlar Müslümanların kendileriydi!
Niye ikinci bir Farabi, bir İbn Rüşd çıkmadı?... Galileo niye Rönesans topraklarından, İtalya’dan çıktı?...
Çoğu çocuk 86 insanı kimyasal silahlarla öldüren Suriye uçakları bu üsten kalkmıştı. Şayrat, Esad rejiminin en aktif hava üssü...
Esad’a askeri üstünlük sağlayan Suriye Hava Kuvvetleri ciddi bir darbe aldı.
Amerika’nın operasyonundan Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan memnun.
Rusya ve İran ise Amerika’yı protesto ediyor.
Önemli olan bundan sonraki gelişmelerin ne yönde olacağıdır.
AMERİKA DA SURİYE’DE
Obama, 20 Ağustos 2012’de yaptığı açıklamada, Esad rejiminin kimyasal silah kullanmasını “kırmızı çizgi” olarak ilan etmişti. Fakat bir yıl sonra, 21 Ağustos 2013’te Esad rejimi Şam’ın Ghuta mahallesinde muhaliflere karşı kimyasal silah kullandı.
Obama, askeri bir tepkide bulunmadı, Rusya’nın araya girmesiyle olay kapandı.
Referandumun sonuçları evet de olsa, hayır da olsa ekonomi ve dış politika bundan etkilenecek.
Evet olursa daha fazla etkilenecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri bunun işaretidir:
“Bizim artık bunların kriterlerine ihtiyacımız yok. Bizim Ankara kriterlerimiz var. Bizim demokrasimiz bize yeter. Biz demokrasiyi, insan haklarını onlar istediği için değil, kendi vatandaşlarımız bunlara layık olduğu için benimseyip hayata geçiriyoruz. Biz yıkılmayıp ayakta kaldıkça onların nefesi tükeniyor. Hasta adam artık Avrupa Birliği’dir.”
Kitlelerde büyük coşku yaratan bu sözler, Türkiye’nin en az elli yıldır takip ettiği politikada köklü bir değişimin ifadesidir.
ZEYBEKÇİ NE DİYOR?
Fakat ekonomiden sorumlu bakanlar farklı bir dil konuşuyor. Türkiye-Avrupa ilişkileri konusunda Nihat Zeybekçi şöyle diyor:
“Dostluğumuzu geliştireceğiz. İlişkilerimizi derinleştireceğiz, gelecek tarihe doğru da adımlarımızı bugünden planlayacağız. Bu anlamda Türkiye’nin hedefi bellidir. Türkiye’nin yolculuğu, Avrupalı dostları ile birlikte medeniyet yolculuğudur”
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile çatışmaya sürüklenirse sadece diplomatik değil ekonomik ilişkiler de çok zarar görür.
Sorun basın hürriyetiyle ilgilidir.
Anayasa Mahkemesi OHAL’i gerekçe göstererek kendisini yetkisiz ilan edip kenara çekilmişti. Fakat olay AİHM’ye intikal etti.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “iç yargı yolları tüketilmeden” AİHM’nin bu davalara bakma yetkisi olmadığını söylüyor.
Bu olaylar dizisine mezhep gözüyle bakmak başkadır, tarih gözüyle bakmak başka.
Ben bugün tarihçilerin gözüyle bakmak istiyorum.
GÜÇ BOZULMASI
Tarihçi İhsan Süreyya Sırma “Müslümanların Tarihi” adlı eserinde şöyle yazıyor:
“Hz. Osman on iki senelik hilafetinin ilk altı yılında bütün Müslümanları memnun eden bir idare sergiledi... Fakat altıncı seneden sonra akrabalarına yönelip onlara makamlar tahsis etmeye başladığını görüyoruz.”
Prof. Sırma “işi ehline değil yakınına verme kuralı yerleşince” toplumsal gerilimlerin, ihtilafların arttığını anlatır.
“Osman da bir beşerdi ve beşeri zaafları vardı” diye belirtir.
Gerçekten Medine site devletinde ve Hz. Peygamber’in terbiyesi altında adil yönetim başkaydı...
Enpolitik adlı sitedeki yazısında şöyle diyor:
“Siyasi konuların dini zeminlere taşınarak tartışılmasını doğru bulmuyorum. Bu, dini siyasetin basit bir aracı yapma sonucunu doğurur ve anlamı siyaset dinden büyüktür demektir.”
Doç. Dr. Selçuk Özdağ 16 Nisan referandumunun adeta bir “iman-küfür problemi haline getirmek” gibi vahim yanlışlardan sakınılmasını istiyor. “Siyaseti din alanına taşımanın” toplumu nasıl kutuplaştırdığını ve ne kadar zararlı olduğunu referandum çalışmalarında bizzat gördüğünü belirtiyor. AK Parti’ye sempatiyle bakanlarda bile bunun tedirginlik yarattığını söylüyor.
“Siyasi hırsın din adamı kisveli FETÖ’yü ne hale getirdiğini gördük” uyarısında bulunuyor.
KRALLARDAN DEMOKRASİYE
Sayın Özdağ’ın uyarıları bir bilim adamının objektifliğini ve etik değerler hassasiyetini yansıtıyor.
Özellikle de samimi AK Partililerin bunları dikkate alması lazım.
Herhangi bir siyaset, kendi gidişatı hakkında eleştiri ve uyarılar olmadan kendini denetleyebilir mi? Hatalarının farkına varabilir mi? Onları düzeltebilir mi?
- Siyasi sistem sahasında çoğulcu ve hürriyetçi demokrasi yerine sandıktan çıkan otoriter popülist eğilimler güçleniyor, gerilimler artıyor.
- Bilimsel zihniyet sahasında ise Batı medeniyetinin özelliği olan objektif metodik araştırmalarla gerçeği bulmaya çalışan düşünce yerine, duygularla ve popüler hurafelerle düşünme ağır basıyor. “Post truth” (gerçek ötesi) denilen düşünme tarzı...
İşte, Trump tutkunu milyonlarca Amerikalı “iklim değişmesi”ni atmosferik sorun olarak değil, Amerikan sanayisini vurmak için Çin’in bir komplosu olarak görüyor, buna ‘inanıyor’lar.
Avrupalılar işsizliğin sebebi olarak göçmenleri görüyor, buna ‘inanıyor’.
YÜZYIL ÖNCE...
Batı medeniyeti çöktü-çöküyor iddiası yeni değildir. En ünlüsü, yüzyıl önce Oswald Spengler’in yazdığı “Batı’nın Çöküşü”dür. Geniş ve derin bir bilgi birikimine dayanır, okunması gerekli bir kitaptır üstelik.
Birinci Dünya Savaşı’na giden ve ardından gelen ağır kriz yıllarında, değerlere ve kurumlara insanların güveni çökmüştü.
Marks ve Lenin