İşin iktisadi tarafını ekonomistlere bırakarak şunu vurgulamak istiyorum: Modern devletin en önemli özelliği kamu kurumlarının “hukuki ve rasyonel” çalışması, günlük politika baskılarından bağımsız olmalarıdır.
En önemlisi yargının erk olarak bağımsızlığıyla, Merkez Bankası’nın, düzenleme ve denetleme kurumlarının “araçsal” bağımsızlıklarıdır.
SEÇİM VE RASYONALİZM
Modern devlette bu kurumlar emirle değil, kanundaki görev tanımlarıyla işlerini yapar.
Merkez Bakası Kanunu’nun 4. maddesine göre, görevi “fiyat istikrarını sağlamak”tır, yani enflasyonla mücadele...
Hatta siyasi iktidarların büyüme hedefleri bile bununla sınırlı olmalıdır!
Çünkü iktidarlar sürekli “önümüzdeki seçimlerde” oy kazandıracak politikalarla uzun vadede enflasyonun tırmanmasına sebep olabilir.
Halbuki büyüme politikalarının uzun vadeli ve iktisadi rasyonalizme uygun olması lazımdır. Bunu ancak bağımsız merkez bankaları sağlayabilir.
İslam dünyasının bölünmüşlüğü Cemel ve Sıffin savaşlarından beri hem tarihsel hem güncel bir gerçektir. Sebebi de dini duyguların zayıf olması değildir, çağımızda modern entegrasyon kurumlarının İslam ülkelerinde neredeyse yok düzeyinde olmasıdır.
Müslümanlar hamaset yerine rasyonel zihniyetle bölgesel işbirliği kurumlarını geliştirmeye çalışmalıdır.
TÜRKİYE’NİN TAVRI
Bugünkü zirvede de hamasetten, büyük laflardan sakınılmalı, etkisi olabilecek pratik siyasi bir tavır arayışı zihinlere egemen olmalıdır.
Zirvede Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesi kınanacak, tepki gösterilecek...
Fakat Amerika ve İsrail’i kınama konusunda bir “ortak dil” bulunabilecek mi?!
Bunu hep birlikte göreceğiz.
Türkiye İslam ülkeleri arasındaki kutuplaşmalarda taraf olmaktan sakınmalı, bugünkü zirvede bir
Türkiye’de insan hakları ne durumda?
İktidar Türkiye’de insan haklarının iyi, muhalefet kötü durumda olduğunu söylüyor.
Hangisi doğru?
Buna cevap vermek için “insan hakları” kavramının tarih içindeki gelişimine ve çağımızdaki anlamına bakmalıyız.
KÖLE VE HUKUK
Tarihlerde kölesiyle aynı sofraya oturan, ağır işlerde ona yardım eden efendiler adil ve merhametli olduğu için övülür. İnsanlığın uzun asırlarında kölelik olağan görülmüş, kölesiz düzende ekonomi çarklarının dönmeyeceğine inanılmıştı.
Roma medeniyetinin işgücü kırbaç altındaki kölelerdi.
Bugün kölelik hayal edilebilir mi?!
Fakat Arap yönetimlerinin ve Arap toplumlarının tepkisi cılız kaldı.
Bu tepkisizlik hem yönetimlerin oligarşik niteliği hem kitlelerin itaatkâr ve durgun olmaları açısından iyi incelenmelidir.
SUUDİLERİN PLANI
Ortadoğu haberleriyle tanınan bağımsız Middle East Monitor sitesinde, Trump’ın kararından bir hafta önce çıkan habere göre, “Arap liderler, İsrail’le en yüksek düzeyde diyalog kurmaları için Filistinli liderlere baskı yapıyor”du.
Aynı sitenin 6 Aralık günlü haberine göre, Suudiler Filistin sorunu için bir “barış planı” hazırlıyordu. Plana göre, “iki devletlilik” kabul edilecek, fakat Filistin devletinin başkenti “Doğu Kudüs” değil, Abu Dis adlı bir köy olacakmış!
Yani “Harem-i Şerif” bütün kutsallarıyla İsrail’e veriliyor!
Aynı gün, Ortadoğu’da akşam olurken Trump Kudüs kararını ilan etti!
Suudilerle anlaşmadan mı yaptı bunu?!
Başbakan Çipras’ın da Lozan’la ilgili sözlerinden anlaşılıyor ki, Atina bunun için hazırlanmış. Türkiye’deki lüzumsuz Lozan polemiklerini Lozan’a karşı resmi bir tavırmış, Türkiye’nin gizli emelleri varmış gibi göstermek istiyorlar.
Lozan elbette revizyon ihtiyacı olmayan, kökleşmiş bir antlaşmadır. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanıp da İkinci Dünya Savaşı’nı da geçerek 21. yüzyıla ulaşmış kapsamlı tek antlaşmadır.
AZINLIĞIN ADI NE?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Lozan’ın Yunanistan tarafından ihlal edilen düzenlemelerini hatırlatmakla iyi yaptı. Fakat çok önemli bulduğum bir sorun eksik kaldı.
O sorun Çipras’ın “Türkiye’deki Yunan azınlığı” kavramını vurgulamış olmasıdır. Atina öteden beri “Grek” kelimesini hem Rum hem Yunan anlamında kullanıyor. Ama Batı Trakya’ya gelince sadece “Müslüman azınlık” diyor, onların “Türk” olduğunu reddediyor. Hatta “Rodop İli Türk Kadınları Derneği” gibi sivil kuruluşları yasaklıyor.
Atina’nın gerekçesi, Lozan Antlaşması’nda “Müslüman azınlık” denilmiş olmasıdır.
Halbuki Lozan Antlaşması’nın 38. ve izleyen maddelerinde “Müslüman azınlık” denildiği gibi, “gayrimüslim azınlık” (Les minorités non musulmanes) denilmektedir.
Atina ilkinde ısrar ediyor, ikincisini ağzına almıyor!
Ortadoğu’da DAİŞ tasfiye edilmek üzereyken, yeni dengeler oluşurken Amerikan kamuoyundan da güncel bir talep olmadığı halde Trump bu haltı niye yaptı?
Değerli diplomat Ünal Çeviköz, iç politikada sıkışan Trump’ın “Arap-İsrail uyuşmazlığını yeniden kaşımak ve dikkatleri buraya çekmek, içeride aşırı sağcı kesimlerin ve İsrail lobisinin Trump etrafında bir araya gelmelerini sağlayabilecek bir koz” olarak bunu yaptığını yazıyor.
İsrail devleti, Amerika’daki lobiler ve tüm aşırı sağcılar hiçbir başkana olmadığı kadar Trump’a minnettardır.
POPÜLİZM MANTIĞI
Trump seçim hesabı yapıyor ama Amerika’ya tepkiler büyüyecek, Ortadoğu’da radikaller güçlenecek... İşte İran güdümlü Hizbullah, daha ilk saatte “Irak’taki Amerikan güçlerini hedef alacaklarını” açıkladı.
Trump’ın akılsızca kararı, kendi aklınca bir hesaba dayanıyor: Jan-Werner Müller “What is Populism” adlı akademik eserinde popülist liderlerin otoriter ve ego merkezli kişiliklerini anlatır. Amerikan milletinin “tek temsilcisi” Trump’tır, önceki başkanlar “oligarşinin adamları”ydı. Trump’a karşı olanlar “sahterkârdır, vatanseverlikten yoksundur, yalancıdır, çıkarcıdır.”
Öyleyse Trump oy uğruna ne yaparsa “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” için yapmaktadır!
Tam bir mantık sefaleti.
Çirkin bir popülizmdir, çünkü önünü arkasını hesap etmeden yaptığı bir seçim vaadiydi...
Çok tehlikeli bir provokasyondur, çünkü İslam dünyasında radikalleşmeyi tahrik edecek, DAİŞ ve El Kaide gibi terör örgütlerini körükleyecektir. Siyasi planda da Filistin meselesinin çözümü umudunu dinamitleyerek uluslararası ilişkileri zehirleyecektir.
Bu çapta vahim sonuçlar doğuracağını bildikleri için hiçbir Amerikan başkanı böylesine akılsızca bir provokasyona imza atmamıştı.
TRUMP’IN LAFLARI
Amerika’da Yahudi lobisi güçlüdür. Hatta İsrail’i desteklemenin dini bir ibadet olduğuna, çünkü Hz. İsa’nın yere inmesi için İsrail’in “nihai zafer”i kazanması gerektiğine itikat eden Proteston tarikatları vardır. Bu konuda Timothy Weber’in On The Road to Armageddon kitabı çok değerli bir araştırmadır.
Fakat bütün Amerika böyle değildir; Trump’ın bu sorumsuz adımının çok vahim sonuçlar doğuracağını görenler de çoktur, özellikle Demokrat Parti’de.
Bütün Yahudiler de İsrail militarizmini destekliyor değildir.
Trump
Muhafazakârlar 28 Şubat döneminde “hukuk, insan hakları, özgürlük, adalet” kavramlarını haklı olarak çok kullanırdı. Ama son yıllarda muhafazakâr iktidar ve taraftarları bu kavramları unuttu.
28 Şubat’ta da bu kavramları o zamanın güçlüleri unutmuştu.
Ülkedeki yüksek tansiyonun önemli sebeplerinden biri, yüksek kavramların öteden beri siyasete göre alet gibi kullanılmasıdır.
‘İSTİBDAT’ KAVRAMI
Hadis bilgini Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun bir tweet’ini okuyunca “unuttuğumuz kavramlar” üzerine yazmak istedim.
Kırbaşoğlu, Tunuslu İslamcıların bilge lideri Gannuşi’nin şu sözünü paylaşmış:
“Putperestlikten sonra İslam’ın en büyük düşmanı despotizmdir.”
Despotizm yani istibdat.