Bu iki gerekçe de isabetli değildir.
Çünkü ilgili kanunun 50. maddesinde “tebliğ”den de “Resmi Gazete’de yayın”dan da bahsedilmiyor.
“Resmi Gazete’de yayın” kanunların iptaline ilişkin davalarla ilgilidir; “bireysel başvurular”la karıştırmamak lazım.
Bireysel başvurularda AYM “tahliye” kararı veremez, “ihlal” kararı verir, yerel mahkemeler de bunun gereği olarak “tahliye” kararı verir.
AYM’nin bu kararıyla “yetki gaspı” yaptığı söylenemez; AİHM de aynı yetkiyle benzer kararlar veriyor zaten. AYM kararları kesin ve bağlayıcıdır.
YETKİ SORUNU
Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, AYM’nin bu kararıyla yetkisini aştığını, “temyiz mahkemesi gibi davrandığını” iddia ediyor.
Halbuki Sayın Bozdağ, mesela İlker Başbuğ aynı şekilde AYM’nin
EDAM adlı araştırma kuruluşunun 2018 raporunda böyle yazıyor.
Bu kadar parayı nasıl bulacağız?
Turizmi ve ihracatı daha da geliştirerek ama bu yetmez. Türkiye’ye dışarıdan para girişini artırmak lazım. Yüksek faiz verirsen dolar gelir fakat böyle gelen sıcak para faiz inerse hemen dışarı gider.
Öyleyse ne yapmalı?
Cevabı belli: Türkiye’ye daha çok yabancı yatırım sermayesi gelmeli ama bu artmıyor, azalma eğiliminde.
REFORM VE DİPLOMASİ
Olsun, kendi yağımızla kavruluruz! İşte, 2017’nin üç çeyreğinde yüzde 7.1 gibi gerçekten de başarılı bir büyüme kaydettik. Hatta son çeyrekte bu oran yüzde 11.1 oldu.
Doğru, fakat enflasyon da yüzde 13’e dayandı.
TCK’nın 277. maddesi, evveliyatına girmiyorum, 2012 yılında yeniden düzenlendi. Teknik ayrıntıya girmeden, “görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada” emir veya talimat vererek, baskı yaparak veya başka şekillerde yargı görevlilerini etkilemek suçtur hükmü getirildi.
Şüphelilerin lehinde olsun, aleyhinde olsun müdahale suçtu.
Eskiden de var olan hüküm, bu şekilde netleştirilmişti.
Dikkat, “yapılmakta olan bir soruşturmada” da yargıya müdahale suçtu. Sadece koğuşturma yani mahkeme aşamasında değil, “soruşturma” yani savcılık aşamasında da savcılara, tanık ve bilirkişilere, tutuklama, arama, el koyma yetkilerine sahip hâkimlere emir ve talimat vermek, etkilemek suçtu.
ARTIK SUÇ DEĞİL!
Haziran 2014’te aynı iktidar kendisinin 2012’de düzenlediği bu maddeyi değiştirdi, madde metninden “yapılmakta olan bir soruşturmada” ifadesini çıkardı.
Artık savcıları ve soruşturma aşamasındaki yargıçları etkilemek, yönlendirmek suç değildir!
2012’deki olumlu düzenlemeye de 2014’teki bu olumsuz değişikliğe de AK Parti’nin ünlü hukukçularından bir kısmı Adalet Komisyonu’nda destek verdi!
Mektubunda geçen “fail ceza hukuku” kavramı suçlu kişi bulmaya odaklanan otoriter bir anlayıştır; Selçuk bunu eleştiriyor.
Savunduğu “fiil ceza hukuku” kavramı ise suç oluşturan fiilleri araştırmaya odaklanan modern hukuk devleti anlayışıdır.
Hukuk bilgini ve Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Selçuk’un mektubunu aynen buraya alıyorum.
SAMİ SELÇUK YAZIYOR
“Sayın Taha Akyol,
Yazınızda belirttiğiniz üzere yargıç, ‘Yasa’nın anlatımıyla “Suçun yasal tanımındaki öğeleri bilerek (bilinçle) ve isteyerek (istençle, iradeyle) gerçekleşip gerçekleşmediğini” sadece duruşma aşamasında inceler ve karara bağlar.
Bunun soruşturma aşamasında savcı tarafından incelenmesi ve irdelenmesi söz konusu değildir. Olamaz da.
Savcının işi, iç dünya ile uğraşmak değil, somut dünyadaki kanıtları belirlemek ve yeterli kuşku olunca da davayı açmaktır.
Özgürlüklere de hassastır; 28 Şubat döneminde türbanlı kızları kabul eden birkaç üniversitemizden biriydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için” bu üniversitemize yönelttiği eleştiri ya da sitemden sonra Rektör Prof. Dr. Mehmed Özkan rakamlarla Boğaziçi Üniversitesi’nin başarısını anlattı, ben ayrıntıya girmiyorum.
Üniversite kurumunun niteliğine bakmak istiyorum.
ULUSLARARASI STANDARTLAR
Başka kaynaklara gitmeden YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın şu sözlerinin altını çiziyorum:
“Uluslararasılaşma, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükseköğretimin temel bir unsuru ve eğilimi haline gelmiştir, öyle de olmalıdır.” (13 Mayıs 2015)
Prof. Saraç’ın bu cümlesini “Yükseköğretimin Uluslararasılaşması ve Uluslararası Öğrenciler İçin Çekim Merkezi Haline Getirilmesi” konulu programın açış konuşmasından aldım.
YÖK’ün
Şahin Alpay, Mehmet Altan ve Turhan Günay’ın bireysel başvurularına ilişkin karar verecek ve tabii emsal oluşturacak.
Öbür tarafta, AİHM Nazlı Ilıcak, Ahmet Şık, Ali Bulaç, Murat Sabuncu ve Ahmet Altan dahil tutuklu gazetecilerin başvurularını kabul etti, Adalet Bakanlığı’ndan savunma istedi ve sanırım birkaç ay içinde AİHM’den kararlar çıkacak.
Anayasa Mahkemesi kendisi dosyaları bekletirken AİHM’den karar çıkmasının yaratacağı olumsuz imajdan sakınıyor olabilir.
Ne olursa olsun, AYM iyi bir adım attı.
ILICAK’IN MEKTUBU
12 Eylül döneminde MHP davasında tutuklu olarak idamla yargılanmıştım. Bizi yargılayan hâkimler Vural Özenirler ve Ali Fahir Kayacan bağımsız vicdanlı hukukçulardı. İlk celsede tahliye edilmiştik.
Çıkmıştım ama işsizdim.
Nazlı Ilıcak’ın ve merhum Ahmet Kabaklı’nın merhum Kemal Ilıcak’a tavsiyesiyle Tercüman’da işe başlamıştım.
Sayın Menteş, “bakan, müsteşar veya üst düzey bürokratlarla yakınlık iddiası ya da kişisel nüfuzlarını kullanmak suretiyle” yargıyı etkileme girişiminde bulunanlara karşı uyarıda bulunuyor, bunlara fırsat verilmemesi gerektiğini belirtiyor.
Yargı bağımsızlığı ilkesini vurguluyor.
Hukuk camiasında saygın bir hukukçu olduğu sıklıkla ifade edilen Sayın Menteş’i kutluyorum fakat bahsettiği sorun buzdağının sadece görünen yüzüdür.
YARGIYA MÜDAHALE
Sayın Menteş’in genelgesinin konusu, bakanlara ve yüksek bürokratlara “yakınlık iddiasıyla” yargıyı etkileme girişimleridir.
Demek ki sorun, böyle bir uyarıyı gerektirecek boyutlarda.
Yargı üzerinde iktidarın etkili olduğu görüşü toplumda yaygın olmasa, “yakınlık” böylesine bir faktör haline gelebilir mi?
Sebepsiz de değil: Siyasi söylemli iddianameler, resmen partili isimleri
Muaviye iktidar hırsı ve siyasi taktiklerle hareket ederken Hz. Ali erdemle, İslam’ın manevi ve ahlaki değerleriyle hareket etmişti.
Sonunda Muaviye Emevi istibdadını kurdu.
Hırslı Muaviye’nin davranışını Prof. İhsan Süreyya Sırma şöyle anlatır:
“Muaviye cuma hutbelerinde Hz. Ali’yi kötülemeleri için valilere emirnameler gönderdi. Muaviye’nin bu tutumu Müslümanların zoruna gitmesine rağmen devletten çekindikleri için hiç kimse sesini çıkaramıyordu. Devlet o denli bir terör havası estiriyordu ki, Müslümanlar, hayatını İslam’a vermiş olan Hz. Ali’ye karşı yapılan bu hareketin eleştirisini bile yapamıyorlardı.” (Müslümanların Tarihi, III, s. 314)
Bazı istisnalarla tabii.
MUHALEFET DOKTRİNİ
Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, hele bir de Kerbela vahşetinden sonra, böyle bir otoriteyi benimseyebilir miydi?
Yeni bir doktrin (mezhep) geliştirdiler: Muaviye ve devamı olan iktidarlar gayrimeşrudur. Şiiler için tek meşru otorite,