Taha Akyol

Ey hukuk

13 Ocak 2018
ANAYASA Mahkemesi’nin “ihlal” kararı üzerine Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın ivedilikle tahliye edilmesi gerekirdi. Fakat ağır ceza mahkemeleri “karar tebliğ edilmedi” ve “Resmi Gazete’de yayımlanmadı” gerekçeleriyle AYM kararını uygulamadılar, tutukluluğun devamına karar verdiler.

Bu iki gerekçe de isabetli değildir.

Çünkü ilgili kanunun 50. maddesinde “tebliğ”den de “Resmi Gazete’de yayın”dan da bahsedilmiyor.

“Resmi Gazete’de yayın” kanunların iptaline ilişkin davalarla ilgilidir; “bireysel başvurular”la karıştırmamak lazım.

Bireysel başvurularda AYM “tahliye” kararı veremez, “ihlal” kararı verir, yerel mahkemeler de bunun gereği olarak “tahliye” kararı verir.

AYM’nin bu kararıyla “yetki gaspı” yaptığı söylenemez; AİHM de aynı yetkiyle benzer kararlar veriyor zaten. AYM kararları kesin ve bağlayıcıdır.

YETKİ SORUNU

Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, AYM’nin bu kararıyla yetkisini aştığını, “temyiz mahkemesi gibi davrandığını” iddia ediyor.

Halbuki Sayın Bozdağ, mesela İlker Başbuğ aynı şekilde AYM’nin

Yazının Devamını Oku

Gidiş nereye?

12 Ocak 2018
ELİMDE bir araştırma raporu var, şöyle diyor: “2018 senesi için Türkiye’yi bekleyen temel ekonomik sorun, büyümenin ‘başkasının parasıyla’ finanse edilmesidir. Türkiye 40 milyar dolar cari açık ve 170 milyar dolar kısa vadeli dış borç ile senelik ortalama 200 milyar doları aşan bir dış finansmana ihtiyaç duymaktadır.”

EDAM adlı araştırma kuruluşunun 2018 raporunda böyle yazıyor.

Bu kadar parayı nasıl bulacağız?

Turizmi ve ihracatı daha da geliştirerek ama bu yetmez. Türkiye’ye dışarıdan para girişini artırmak lazım. Yüksek faiz verirsen dolar gelir fakat böyle gelen sıcak para faiz inerse hemen dışarı gider.

Öyleyse ne yapmalı?

Cevabı belli: Türkiye’ye daha çok yabancı yatırım sermayesi gelmeli ama bu artmıyor, azalma eğiliminde.

REFORM VE DİPLOMASİ

Olsun, kendi yağımızla kavruluruz! İşte, 2017’nin üç çeyreğinde yüzde 7.1 gibi gerçekten de başarılı bir büyüme kaydettik. Hatta son çeyrekte bu oran yüzde 11.1 oldu.

Doğru, fakat enflasyon da yüzde 13’e dayandı.

Yazının Devamını Oku

Bir kanun hikâyesi

11 Ocak 2018
BUGÜN size Türk Ceza Kanunu’nun bir maddesinin başına gelenleri anlatacağım. Kanun çıkararak hukukun temel prensipleri nasıl eğilip bükülür, bunun bir örneğidir.

TCK’nın 277. maddesi, evveliyatına girmiyorum, 2012 yılında yeniden düzenlendi. Teknik ayrıntıya girmeden, “görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada” emir veya talimat vererek, baskı yaparak veya başka şekillerde yargı görevlilerini etkilemek suçtur hükmü getirildi.

Şüphelilerin lehinde olsun, aleyhinde olsun müdahale suçtu.

Eskiden de var olan hüküm, bu şekilde netleştirilmişti.

Dikkat, “yapılmakta olan bir soruşturmada” da yargıya müdahale suçtu. Sadece koğuşturma yani mahkeme aşamasında değil, “soruşturma” yani savcılık aşamasında da savcılara, tanık ve bilirkişilere, tutuklama, arama, el koyma yetkilerine sahip hâkimlere emir ve talimat vermek, etkilemek suçtu.

ARTIK SUÇ DEĞİL!

Haziran 2014’te aynı iktidar kendisinin 2012’de düzenlediği bu maddeyi değiştirdi, madde metninden “yapılmakta olan bir soruşturmada” ifadesini çıkardı.

Artık savcıları ve soruşturma aşamasındaki yargıçları etkilemek, yönlendirmek suç değildir!

2012’deki olumlu düzenlemeye de 2014’teki bu olumsuz değişikliğe de AK Parti’nin ünlü hukukçularından bir kısmı Adalet Komisyonu’nda destek verdi!

Yazının Devamını Oku

Hukukçunun mektubu

10 Ocak 2018
SAYGIN hukukçularımızdan Prof. Sami Selçuk benim ‘Tutuklu Gazeteciler’ başlıklı yazım üzerine bir mektup gönderdi.

Mektubunda geçen “fail ceza hukuku” kavramı suçlu kişi bulmaya odaklanan otoriter bir anlayıştır; Selçuk bunu eleştiriyor.

Savunduğu “fiil ceza hukuku” kavramı ise suç oluşturan fiilleri araştırmaya odaklanan modern hukuk devleti anlayışıdır.

Hukuk bilgini ve Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Selçuk’un mektubunu aynen buraya alıyorum.

SAMİ SELÇUK YAZIYOR

“Sayın Taha Akyol,

Yazınızda belirttiğiniz üzere yargıç, ‘Yasa’nın anlatımıyla “Suçun yasal tanımındaki öğeleri bilerek (bilinçle) ve isteyerek (istençle, iradeyle) gerçekleşip gerçekleşmediğini” sadece duruşma aşamasında inceler ve karara bağlar.

Bunun soruşturma aşamasında savcı tarafından incelenmesi ve irdelenmesi söz konusu değildir. Olamaz da.

Savcının işi, iç dünya ile uğraşmak değil, somut dünyadaki kanıtları belirlemek ve yeterli kuşku olunca da davayı açmaktır.

Yazının Devamını Oku

Milli ve yerli üniversite

9 Ocak 2018
BOĞAZİÇİ Üniversitesi Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden biridir. Bütün uluslararası indekslerde Türkiye’den giren üniversitelerin başında Boğaziçi gelmektedir.

Özgürlüklere de hassastır; 28 Şubat döneminde türbanlı kızları kabul eden birkaç üniversitemizden biriydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için” bu üniversitemize yönelttiği eleştiri ya da sitemden sonra Rektör Prof. Dr. Mehmed Özkan rakamlarla Boğaziçi Üniversitesi’nin başarısını anlattı, ben ayrıntıya girmiyorum.

Üniversite kurumunun niteliğine bakmak istiyorum.

ULUSLARARASI STANDARTLAR

Başka kaynaklara gitmeden YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın şu sözlerinin altını çiziyorum:

“Uluslararasılaşma, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükseköğretimin temel bir unsuru ve eğilimi haline gelmiştir, öyle de olmalıdır.” (13 Mayıs 2015)

Prof. Saraç’ın bu cümlesini “Yükseköğretimin Uluslararasılaşması ve Uluslararası Öğrenciler İçin Çekim Merkezi Haline Getirilmesi” konulu programın açış konuşmasından aldım.

YÖK’ün

Yazının Devamını Oku

Tutuklu gazeteciler

8 Ocak 2018
ANAYASA Mahkemesi nihayet kıpırdadı ve aylardır bekletip gündemine almadığı tutuklu gazetecilerin başvurusunu 11 Ocak günü görüşmek üzere gündemine aldı.

Şahin Alpay, Mehmet Altan ve Turhan Günay’ın bireysel başvurularına ilişkin karar verecek ve tabii emsal oluşturacak.

Öbür tarafta, AİHM Nazlı Ilıcak, Ahmet Şık, Ali Bulaç, Murat Sabuncu ve Ahmet Altan dahil tutuklu gazetecilerin başvurularını kabul etti, Adalet Bakanlığı’ndan savunma istedi ve sanırım birkaç ay içinde AİHM’den kararlar çıkacak.

Anayasa Mahkemesi kendisi dosyaları bekletirken AİHM’den karar çıkmasının yaratacağı olumsuz imajdan sakınıyor olabilir.

Ne olursa olsun, AYM iyi bir adım attı.

ILICAK’IN MEKTUBU

12 Eylül döneminde MHP davasında tutuklu olarak idamla yargılanmıştım. Bizi yargılayan hâkimler Vural Özenirler ve Ali Fahir Kayacan bağımsız vicdanlı hukukçulardı. İlk celsede tahliye edilmiştik.

Çıkmıştım ama işsizdim.

Nazlı Ilıcak’ın ve merhum Ahmet Kabaklı’nın merhum Kemal Ilıcak’a tavsiyesiyle Tercüman’da işe başlamıştım.

Yazının Devamını Oku

Bağımsız yargı?

6 Ocak 2018
ADALET Bakanlığı Müsteşarı Sayın Selahaddin Menteş bütün il başsavcılıklarına ve Ağus Ceza Mahkemesi başkanlarına bir yazı göndermiş.

Sayın Menteş, “bakan, müsteşar veya üst düzey bürokratlarla yakınlık iddiası ya da kişisel nüfuzlarını kullanmak suretiyle” yargıyı etkileme girişiminde bulunanlara karşı uyarıda bulunuyor, bunlara fırsat verilmemesi gerektiğini belirtiyor.

Yargı bağımsızlığı ilkesini vurguluyor.

Hukuk camiasında saygın bir hukukçu olduğu sıklıkla ifade edilen Sayın Menteş’i kutluyorum fakat bahsettiği sorun buzdağının sadece görünen yüzüdür.

YARGIYA MÜDAHALE

Sayın Menteş’in genelgesinin konusu, bakanlara ve yüksek bürokratlara “yakınlık iddiasıyla” yargıyı etkileme girişimleridir.

Demek ki sorun, böyle bir uyarıyı gerektirecek boyutlarda.

Yargı üzerinde iktidarın etkili olduğu görüşü toplumda yaygın olmasa, “yakınlık” böylesine bir faktör haline gelebilir mi?

Sebepsiz de değil: Siyasi söylemli iddianameler, resmen partili isimleri

Yazının Devamını Oku

Muaviye’den itibaren

5 Ocak 2018
İRAN’daki teokratik vesayet rejiminin de laik Türkiye’deki Diyanet modelinin de kökleri tarihtedir.

Muaviye iktidar hırsı ve siyasi taktiklerle hareket ederken Hz. Ali erdemle, İslam’ın manevi ve ahlaki değerleriyle hareket etmişti.

Sonunda Muaviye Emevi istibdadını kurdu.

Hırslı Muaviye’nin davranışını Prof. İhsan Süreyya Sırma şöyle anlatır:

“Muaviye cuma hutbelerinde Hz. Ali’yi kötülemeleri için valilere emirnameler gönderdi. Muaviye’nin bu tutumu Müslümanların zoruna gitmesine rağmen devletten çekindikleri için hiç kimse sesini çıkaramıyordu. Devlet o denli bir terör havası estiriyordu ki, Müslümanlar, hayatını İslam’a vermiş olan Hz. Ali’ye karşı yapılan bu hareketin eleştirisini bile yapamıyorlardı.” (Müslümanların Tarihi, III, s. 314)

Bazı istisnalarla tabii.

MUHALEFET DOKTRİNİ

Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, hele bir de Kerbela vahşetinden sonra, böyle bir otoriteyi benimseyebilir miydi?

Yeni bir doktrin (mezhep) geliştirdiler: Muaviye ve devamı olan iktidarlar gayrimeşrudur. Şiiler için tek meşru otorite,

Yazının Devamını Oku