Önce Pence’in dünkü sözlerini görelim:“İsrail’in yanındayız çünkü onun davası bizim davamızdır, onun değerleri bizim değerlerimizdir, onun kavgası bizim kavgamızdır. İsrail’in yanındayız çünkü yanlışın karşısında doğruya, kötünün karşısında iyiye, zulmün karşısında özgürlüğe inanıyoruz.”
Öyle bir kör itikat ki İsrail ne yapsa “iyi”, buna karşı duran her şey “kötü”dür!
Pence bu lafları ederken İsrail askerlerinin katlettiği sivil Filistinlilerin sayısı 59’du, binlerce yaralı vardı.
En ufak bir üzüntü ifadesi yok. “İsrail’in davası” için insan hayatı ne ifade eder ki!
HIRİSTİYAN SİYONİZMİ
Stephan Sizer, “Christian Zionism” adlı kitabında, asla bütün Hıristiyanların değil, bütün Protestanların da değil, Amerika’daki “Evanjelik Protestanlar”ın itikadını şöyle anlatıyor:
“Yahudiler Tanrı’nın seçilmiş kullarıdır... Hıristiyan siyonistler inanırlar ki iyi ile kötü arasında ‘büyük savaş’ olacaktır, Yahudilerle Araplar arasında bir barış olamaz. İsrail’in İslam’la uzlaşması, Filistinlilerle bir arada yaşaması Tanrı’nın iradesine ve beklenen Armageddon savaşına aykırıdır.” (sf. 252)
Armageddon, kıyamete yakın
İsrailli askerlerin silahsız sivil göstericilere ateş açarak öldürdüğü sivil Filistinlilerin de manevi katili Trump’tır.
Bu satırlar yazılırken İsrail’in katlettiği sivil Filistinli sayısı 55’e çıkmıştı.
Hiçbir ABD başkanı, doğuracağı vahim sonuçları görerek üç dinin kutsal mekânı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaya cesaret edememişti, bazıları da ahlaki bulmamıştı.
Bu zalimane ve cüretkâr tetiği Trump çekti.
Trump, bile bile yalan da söylüyor, “ABD bölgede kalıcı bir barış anlaşmasını sağlamaya sadık olmayı sürdürüyor” diye açıklama yapabiliyor!
Tel-Aviv’deki Amerikan Büyükelçisi David Friedman, en az 55 sivili katleden İsrail yönetimini değil protestocuları eleştiriyor, dahası “Filistinliler için buradayız” diyebiliyor!
TRUMP TEHLİKELİDİR
Washington Post gazetesinde Greg Sargent,
Bir de henüz kesin karar vermemiş kitleler var. Bunları kazanmak için iktidar peş peşe popülist ekonomi paketleri açıyor, muhalefet popülist vaatlerde bulunuyor.
Sandıktan kim çıkarsa çıksın, acı ilaç içirmek zorundadır ama bu konular maalesef tartışılmıyor. Seçim süreci “ben çok iyiyim, sen çok kötüsün” basitlemesi halinde gidiyor...
Bu seçimlerde ilk defa oy kullanacak olan 4 milyon 800 bin genç seçmen özellikle önemli.
GENÇLERİN İKİ ÖZELLİĞİ
Bu 5 milyona yakın yeni genç seçmen AK Parti iktidarında yetişti. Fakat çok değil, bir yıl önceki referandumda ilk defa oy kullanan genç seçmenler, İPSOS’a göre, yüzde 61 oranında “hayır”, yüzde 31 oranında “evet” dediler.
AK Parti’nin siyasi atmosferini soluyarak, altyapı hizmetlerinden yararlanarak, denetimindeki okullarda okuyarak yetişen gençler niye “hayır” demişti?
Martin Walker’a göre, kitleler propagandayı süzgeçten geçirerek algılar: Bir kısmı değerlerine, beklentilerine, çıkarlarına uygun bularak benimser...
Bir kısmı ise uygun bulmaz, benimsemez.
Bol keseden vaatler, şişirilmiş yani kaynağı ve planlaması olmayan hamasi hedefler, rakipler hakkında karalamalar...
Siyasileri dinlerken Başbakan Binali Yıldırım’ın şu sözleri hepimizin kulaklarına küpe olmalı:
“Seçim kampanyalarında söylenenle, sorumluluk omuzlarınıza yüklenince söylemleriniz hiçbir zaman aynı olmaz. Hiçbir ülkede de aynı olmaz. Bu siyasetin gereğidir, siyasetle hakikat her zaman birbiriyle örtüşmez...” (1.12.2016)
Sayın Yıldırım Avrupa’da da böyle olduğunu söylüyordu, doğrudur. Ancak bizde aşırıdır. Propaganda nutuklarını, hele de miting konuşmalarını bizler daha bir ince eleyip sık dokumalıyız.
RASYONEL DÜŞÜNMEK
Sayın Yıldırım bu sözleri mühendis rasyonelliğiyle söylüyor, itidalli mizacına da uygundur, bu bir.
İkincisi, bu sözleri miting meydanlarında değil, iktisadi rasyonalizmin mekânlarından biri olan TÜSİAD’da söylüyordu.
Hesap kitap söz konusu olunca, ölçüsüz hamaset daha bir abes kalıyor tabii.
Mahiyet dediğim; ‘Cumhur İttifakı’nın hem parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerini kapsaması hem daha sıkı bir ittifak olması.
Daha sıkı diyorum, çünkü AK Parti’nin “2023, 2053 ve 2071 vizyonu”, protokolde ittifakın ortak vizyonu olarak vurgulanıyor; iki parti böyle yoğun bir ittifak halindeler...
‘Millet İttifakı’ ise sadece parlamento seçimleri konusundadır, partilerin “farklı yaşam tarzlarına ve siyasi görüşlere sahip” oldukları da protokolde vurgulanıyor.
FARKLI ÖNCELİKLER
Tam metinlerini internette görebileceğiniz iki protokoldeki öncelikli kavramları mukayeseli olarak görelim:
‘Cumhur İttifakı’nın protokolünde şu kavramlar vurgulanıyor:
- Güçlü parlamento
- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
“İsrail Başbakanı Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Çipras ve Güney Kıbrıs yönetimi lideri Anastasiadis bu gazın Türkiye’yi dışlayarak deniz altında döşenecek borularla Güney Kıbrıs, Girit, Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması konusunda projenin bu yıl imzalanacağını açıkladılar.”
AB’nin finansman desteği vermesini umuyorlar.
Evvela KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’yı yürekten kutluyorum. Yaptığı açıklamada bunu protesto etti, barışa hizmet etmeyeceğini belirtti.
MAVİ MARMARA VE UZLAŞMA
Türkiye’nin dış politikası bütün iktidarlar döneminde Filistin’i desteklemek, bu sebeple İsrail’i eleştirmek ama İsrail’le ilişkilere de önem vermek olmuştu.
Hatta o dönemdeki Başbakan Erdoğan, Amerika’daki Yahudi lobilerinden “cesaret madalyası” almıştı.
“One Minute” bir tarafa, sivil Mavi Marmara gemisine İsrail’in barbarca saldırısı elbette ilişkileri bozdu. Sonra Ankara ve Tel Aviv ortak çıkarların önemini dikkate alarak tazminat karşılığı uzlaştılar.
Uzlaşmanın olumlu olduğunu belirten yazımda
İslamofobiyi eleştirirken sorunu hamasete boğmamak ve şu iki gerçeği gözden kaçırmamak lazım:
- Batı’da Müslüman göçmenleri savunan yaygın insan hakları savunucuları ve kurumlar vardır. ‘Haçlı Batı’ genellemesi yanlıştır. Müslümanlar Batı’daki bu çevrelerle İslamofobiye karşı ortak bir hürriyet ve hukuk dili geliştirebilmelidir.
- Ancak bunun için İslam dünyasında özgürlükler ve hukukun üstünlüğü konusunda güçlü akımlar ortaya çıkmalı, siyaset de dinsel çatışma dili yerine özgürlük ve hukuk dilini geliştirmelidir.
GERİLEME, OTORİTERLEŞME
Avrupa tarihinde 13. yüzyılda başlayan ticaret devriminin körüklediği gelişmeler ve nihayet bilimsel devrim ve sanayileşme yaşandı.
Avrupa dışındaki coğrafyalarda bu olmadı.
Osmanlı gerilemekte olduğunu 17. yüzyılda hissetti ama çözümü “şanlı geçmiş”te aradı.
Halil İnalcık hocamız ticarileşen ve tüfekli düzenli orduya geçen Avrupa karşısında Osmanlı’nın Kanuni zamanındaki tarımsal tımar sistemini ve tımarlı sipahiyi ihya etmeye çalıştığını, nasıl ters gidildiğinin örneği olarak anlatır.
Sanki onlar isteyince olacak; hatta Müslümanların içinden birileri bunu yapmaya kalksa sanki Müslümanlar bunu kabul edecek!
Tipik Jakoben kafası...
İncil ve Kilise yerine siyasi kararla “akıl tapınağı”nı koyunca herkesin bunu kabul edeceğini sanan Robespierre ve arkadaşları Fransa’yı yüzyıl sürecek kanlı din-laiklik çatışmalarına itmişlerdi... Şimdi de Müslümanların kutsal kitabına aynı hamakatle bakıyorlar.
BİRBİRLERİNİ KÖRÜKLÜYORLARHaziran 2016’da Paris’in varoşlarındaki bir cami “radikal İslam” gerekçesiyle kapatıldığında yine tartışmalar çıkmıştı. Zamanın Cumhurbaşkanı Hollande, Paris başimamı Faslı Delil Bubekir’i Elysee sarayına davet ederek sakinleştirici açıklamalar yapmış, imamlar da şiddeti kınayan bir bildiri yayımlamıştı.
The Economist tarafından “küçük adam” olarak nitelenen Sarkozy ise her zaman Türk ve İslam düşmanlığıyla popülist siyaset yaptı.
Sarkozy ikinci defa cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken “Fransa’da azınlık istibdadı” gibi yine ahmakça konuşmalar yaptığında, rakibi devlet adamı Alain Juppe, bu davranışının “Fransa’yı iç savaşa sürekleyebileceği” uyarısında bulunmuştu.
Sarkozy, Bewilder, Anders Gravers gibi fanatik İslamofobikler, İslam dünyasındaki radikal Selefi ve cihadist duyguları körüklüyorlar.
Cihadistler de kanlı eylemleriyle onları körüklüyor!